Önümüzdeki günlerde Batı, Libya hava sahasını ‘uçuşa yasak bölge’ ilan etse de etmese de, Albay Muammer Kaddafi’nin rejimi, ‘Arap Baharı’ yaza, hatta belki sonbahara dönmeden düşeceğe benzemiyor. Aslında daha acil olan soru, Libya devriminin, muharebe alanı kazanımlarının büyük kısmını geriye döndüren Kaddafi güçlerinin şiddetli saldırısına dayanıp dayanmayacağıdır.

Rejim, ayak takımından isyancı milisleri -çoğunlukla acımasızca- bozguna uğratmak için, güçlerinin ateş gücü, eğitim ve organizasyondaki ezici avantajını kullandı. İsyan mücahitlerinin sayıları, cesaretleri ve tutkuları; silah, eğitim ve organizasyondaki açıklarını telafiye yetmedi. Üstelik isyan, Kaddafi’yi devirmek için belirgin bir askeri-politik strateji izlermiş gibi de görünmüyor.

Bu nedenle uçuşa yasak bölge ilan edilse bile, şu anda bunun amacı asilerin kısa vadede müdafaası imkansız görünen Trablus’a saldırmalarını sağlamaktan çok, ateşkes yoluyla savaşı durdurmak (ve hem isyanı hem de pek çok yaşamı kurtarmak) olacak gibi görünüyor. Kaddafi, asilerin sırtlarını duvara ve sivil halkın büyük çoğunluğunun desteğine dayamış halde savaştığı Bingazi’ye saldırmaktan kaçınsa iyi olur; üstelik şehre doğrudan bir saldırının siviller üzerinde oluşturacağı tehdit, Batı’nın müdahalesine yol açabilir.

Libya’nın devrimi komşu Tunus ve Mısır’ın devrimlerinden önemli ölçüde farklı oldu. Bu devrimler  salt milyonlarca silahsız yurttaşın çökmüş bir otoriteye barışçıl biçimde meydan okumasına dayanıyordu ve verilen bu desteğin büyüklüğü ordunun tarafsız kalmasına ve otokratların istifasına yol açtı. Buna karşın, Libya devriminin kaderi gittikçe daha çok, az sayıda silahlı adamın rejim güçlerine rasgele direniş göstermesine ve aynı zamanda liderlerinin Batı güçlerini müdahaleye ikna etme kabiliyetlerine bağlı. Her iki cephede de manzara tatsız görünüyor.

Kaddafi korkunç bir şiddetle karşılık vererek, 15 Şubat’ta Bingazi’de başlayan protesto hareketini silahlara başvurmaya zorladı.

Fakat rejim, mücadelenin yönünü ağırlıklı olarak askeri bir zemine çevirerek, avantajlarını uygulamaya döktü. Oldukça üstün ateş gücünün yanı sıra, askerleri barışçı protestoculardansa silahlı isyancıların üzerine ateş açmak için harekete geçirmek çok daha kolay oldu. İki taraftaki savaşçılar da yenilginin bedelinin onur kırıcı bir ölüm olmasından korkuyorlar. Bu sebeple, Mısır ve Tunus’ta tarafsız kalmaktansa, ordu kabilesel ve bölgesel taburlara ayrıldı.

Kaddafi aynı zamanda Batı’nın kırmızı hatlarını kurnazca hesaplamışa benziyor; güçleri yıkıcı derecede hava gücü ve ağır silahlar kullandı, fakat şu ana kadar, Batı liderlerinin gerçekleşirse müdahaleyi tetikleyeceği yönünde uyardıkları türde, sivillere karşı televizyonda gösterilen bir kitle imha vahşetinden kaçınmış gibi görünüyor. Ellerinde böyle bir görüntü olmadan, Amerikalı ve Avrupalı liderler içine girerlerse kolay kolay çıkamayacakları bir sivil savaşa müdahale etmek konusunda tereddütte kalıyorlar.

Böylece isyancıların hem Libya içinde hem de yurtdışındaki muazzam politik avantajı, çoğunlukla mücadelelerini sürdürdükleri savaş alanına aktarılamıyor.

Tabii ki her şey kaybedilmiş değil: Kaddafi şu anda askeri açıdan üstün, ancak krizden çıkmak için politik veya diplomatik bir yola sahip değil. Arap birliği ve AB isyanın meşruiyetini tanıdı ve  artan yaptırımlar rejimin önceki durumunu yeniden tesis etmesini engellerken,  isyancıların tuttuğu bölgelere -eğer ayakta kalırsa- insani ve ekonomik yardım yağacak.

Bölgesel ve Batılı güçlerin, aylardır müzakere edilmiş bir rejim değişikliği için bastırmasının dışında, bir yandan Trablus’un izole edilmesini umarak Bingazi’nin savunma ve ekonomik becerilerini destekleme yoluyla bir aşındırma stratejisini takip etmesi, rejimi uzun vadede savunulmaz hale getiriyor.

Kaddafi tabii ki kolay gitmeyecek ve isyan liderleri uzun bir süre boyunca, rejime destek veren katmanları soyacak bir stratejiye ihtiyaç duyacak. Ve bu geçen ay gerçekleşen dramatik olayların sadece Libya’nın isyanın açılışı olabileceğine işaret ediyor.

Kaynak: Star