"Terörle savaş"ın yan etkilerinden biri, liberalizmi içine soktuğu kriz. Mesele sadece liberallikten korkutucu derecede uzak olan yasalardan ibaret değil, liberal devletin liberal olmayan hasımlarını nasıl ele aldığına dair daha genel bir sorun. Bu, hiç şüphesiz, liberal akideler açısından son derece kritik bir sınav.
Hoşgörülülere karşı herkes hoşgörülü olabilir. Açık fikirlilerden oluşan bir topluluk gayet keyifli bir yer ama ciddi bir ahlaki çaba göstermeyi de gerektirmez. Kilit mesele liberal devletin, kendi ideolojik çerçevesini reddedenlerle nasıl başa çıktığı. Günümüzde "Öteki"ne açık olmaktan bahsetmek çok moda. Peki ya Öteki, kucak dansı kulüpleriniz kadar açıklığınızdan da nefret ediyorsa?
Liberal değerlerden nefretleri küçük çocukların bacaklarını havaya uçurma şeklini alanlara nasıl davranılacağı su götürmez. Hapse atılmalılar. Ama İslamcıların yanı sıra sosyalistler de liberal devleti reddiyor, peki onlarla ne yapmalı? Onlar da, ancak devlete kafa tutabilecek duruma gelene kadar hoş görülüp sonra kendilerini parmaklıkların arkasında, El Kaideli fanatiklerin yanında mı bulmalı?
Sol, elbette ki kişisel özgürlükleri reddediyor değil. İşçi sınıfı hareketi bunların birçoğunu güvenceye almak için mücadele verdi. Marx, orta sınıf liberalizminin müthiş devrimci mirasına sonsuz bir hayranlık besliyordu. Hal bu iken, liberallerle solcular arasında çok temel bir uyuşmazlık var. Liberalizme göre devlet, bizzat o hoşgörüyü baltalamaya çalışmadığı sürece her görüşe hoşgörülü olmalı. Bu çok ironik bir politika. Tony Blair'in uyardığı gibi: "Hoşgörümüz, Britanya'yı Britanya yapan şeylerden biridir. Yani ya ona intibak edin ya da buraya gelmeyin." Bunu kendisiyle gülünç şekilde çelişkili ya da adamakıllı tutarsız olarak görmek ya da görmemek sizin liberal devlete dair görüşünüze kalmış.
Söz konusu devlet, diğerlerinin kendi inançlarına sahip olma hakkını tehdit etmediği sürece sizin neye inandığınızı pek dert etmez. Daha ironik görüş ise, ileri kapitalizmin doğası gereği inançsız olduğu: verginizi ödediğiniz ve polis memurlarına el kaldırmadığınız sürece görüşleriniz genelde ne oradadır ne de burada. Richard Dawkins ve Christopher Hitchens tarafından pazarlanan agnostisizm geç kapitalizmin günlük rutininin bir parçası. Liberal devletin, büyücülüğün serbest güreşten daha kıymetli olup olmadığı konusunda hiçbir görüşü yoktur. Aynen anlayışlı bir hancı gibi, olabildiğince az görüşe sahiptir. Bir çok liberal, çok güçlü inançların gizliden gizliye otoriter olduğu şüphesine sahiptir. Liberalizm ise kesinlikle çok güçlü bir inanç olmalıdır.
Öte yandan her dürüst liberal devletin tarafsızlığının da bir taraflılık olduğunu kabul edecektir. Piyasada olduğu gibi, inanç alanında da "bırakınız yapsınlar" geçerli olmalı. Solun liberal görüşe itirazı, kendisinden farklı olanları ezmek gerektiğine inancından ya da taraflı devlet fikrinden hoşlanmamasından değil, bu görüşün, sosyalizmin gerektirdiği türdeki taraflı bir devleti reddetmesinden. Örneğin, sosyal ve iktisadî hayatta bireyciliğin mi yoksa işbirliğinin mi hâkim olacağı noktasında tarafsız olmayan bir devlet, liberal görüş tarafından reddediliyor.
Eğer liberalizmin sınavı liberal olmayan hasımlarının karşısında nasıl durduğundan geçiyorsa, liberal aydınların bazıları daha ilk engelde tökezlemekte. Martin Amis ve Hitchens gibi yazarların tek isteği teröristleri içeri tıkmak değil. Aynı zamanda batının kültürel üstünlüğünün çığırtkanlığını yapıyorlar. Dawkins Irak'ın işgaline kuvvetle karşı çıkmıştı ama kara cahil bir İslam'a karşı kullanılabilecek olan modası geçmiş bir akılcılığın sözcülüğünü yapıyor. Filozof AC Grayling de Batı'nın görkemli ilerlemesine aynı gözü kapalı hayranlıkla yaklaşıyor. Yazar Ian McEwan bu militan akılcılığın saflarına yeni katılanlardan. Hitchens da Salman Rüşdi de Amis'in Müslümanlar'a hakaretlerine arka çıktı. Hoşlarına gitse de gitmese de, Dawkins ve onun gibiler terörle savaşın silahı haline geldiler. Batı'nın üstünlüğün savunuculuğu İncil'den ateistiliğe doğru yöneldi.
Buradaki istihza açıkça orada. Bazı özgür ruhlarımız liberal değerleri, onları baltalayabilecek şekilde savunuyorlar. Bunu yaparken batılı devletlerin davranışını yansıtıyorlar. Liberallerin titiz analizlere ve ahlakın karmaşıklığına itibar etmesi gerekiyor ama İslam'ın barbar bir kanlı itikata indirgenmesinde bunların izine rastlamıyoruz. Bağlamı göz önünde bulundurarak mutlak yargılara varmamak da geçmişten gelen saygın bir değer: Hakiki bir liberal, İslamcı terör karşısında dehşete düşer ancak altında yatan ulusal mağduriyet ve aşağılanmanın da bilincindedir. Saydığım yazarların hiçbirinde böyle bir dengeden bahsedemeyiz. Onlar emperyal hâkimiyetten kurtulmaktan ziyade ifade özgürlüğü ile meşguller.
Liberal düşüncenin içine yerleştirilen bir ironi –ya da bir çelişki- var: hoşgörüye yapılan saldırılara karşı adamakıllı hoşgörüsüz olmalısınız. Ama bu ironi her an elden kaçabilir. Liberal devletin, kendisinin pek fazla olumlu inanca sahip olmamasına rağmen farklı inançları bir arada tutabilmesi medeniyetin en takdire değer kazanımlarından biridir. Ama böylesi bir tarafsızlık zorlandığı noktada kolaylıkla üstünlük hissiyatına doğru kayabilir. Üstünlük hissiyatı ile üstünlükçülük [supremacism] arasındaki mesafe ise çok kısadır.
The Guardian 25 Nisan
Kaynak: Zaman