Muhafazakâr Washington'un en sevdiği rüya, orduların biçilmesi ve haşeratın yok edilmesi gibi liberalizmin de bir şekilde nihaî yenilgiye uğratılmasıdır. Cumhuriyetçilerin seçim zaferleri, hikâyenin sadece bir parçası. Geleceğe dair daha geniş bir vizyon söz konusu; bireylerin kendileri için biriktirdikleri serveti tehdit eden vergilere ve külfetli düzenlemelere müsaade edilmediği bir "tarihin sonunu" kontrol odasından, liberalizmin, fiziki olarak uzaklaştırıldığı bir gelecek.  Beyaz Saray'ın önceki muavini Karl Rove'un "kalıcı çoğunluktan" bahsettiği konuşmasının ve maskara olmuş lobici Jack Abramoff'un, 20 yıl kadar önce, Cumhuriyetçi konvansiyon bildirisindeki "tüm devrimlerin işi, kazanımlarını kalıcı kılmaktır" sözünün ardındaki özlemdir bu. 

Bu tuhaf ütopyacı vizyonu anlamaya kalkıştığımda apaçık abes oluşuyla kalakaldım. Anlamadığım şey, liberal fikirleri biçmenin gâye olmayışıydı. Washington muhafazakârları, liberalizmi tartışmakla değil onu ortadan yok etmekle hal çaresi arıyorlardı. Çoğunluk koalisyonu inşası, bu programın her zaman bir parçası ve muhafazakârlar, 30 yıldan bu yana hayli mesafe kat ettiler bu hususta. Ancak seçimleri kazanmak, bizatihi kalıcılık teşebbüsü değil. O sadece bir araç.  

Gâye, devleti zapt etmek ve pratik bir seçenek olan liberalizmi imha etmektir. Modeli ortaya koyan kişi, devlet gücünün en sert çeşidini, devlet karşıtı ideolojinin yerini kalıcı olarak almak için kullanan Margaret Thatcher'dı.

Stalinvâri bir tonda "ekonomi yöntemdir; amaç, ruhu değiştirmektir" demişti. İngiltere, onun Başbakan olmasından 34 yıl önce,  kamulaştırma, özelleştirme ve tekrar kamulaştırma şeklinde bir seyir izlemişti. Belediye konutlarını özelleştirme planı sadece pazarı taçlandırmak için değil fakat sahiplik zihniyetini teşvik etmek ve işçi sınıfının "ruhunu değiştirmek" için de tasarlanmıştı. Kamu mülkiyetindeki sanayi kuruluşlarını sattığında, işçilerin, hisseleri pazar değerinin altından satın almasını da sağlama alacak tedbirler geliştirmişti ki bu da aynı ruhun dönüşümüne hizmet etmesi için tasarlanmıştı. 1984 yılında madencilerin grevlerini vahşice ezmesi, yeni düzene direnç gösterenleri nelerin beklediğini gösteriyordu. Business Week'in bir muhabirinin 1987'de özetlediği gibi: "Kendine biçtiği misyonu, siyasi bir seçenek olan İşçi Partisi sosyalizminin kökünü kazımaktan daha azı değildi."

Serbest pazar ütopyalarının izinden giden Amerikan sağcıları, İngiliz kuzenleri kadar uzaklara açılmadılar ve devlet gücünü böylesi insafsız bir şekilde kullanma ihtiyacı hissetmediler. Ancak model aynı: Sol seçmenleri dağıt, liberal devleti yağmaya aç, dost işletmeleri ganimetlerle ödüllendir.

Washington'un en etkili muhafazakârlarından biri olan ve "Bush planının Mareşali" Grover Norquist, The Nation dergisine göre, "solun yapısını parçalamak" için devlet gücünü kullanan en densiz kişi. Planını sayısız kereler sayısız mahalde izah etti: Liberal hareketi destekleyen bir dizi sütun mevcut ve iktidarı ellerine aldıklarında, muhafazakârlar tarafından bunların her biri devrilebilecektir. Norquist'in teklifleri arasında – liberal davalara ABD'de milyonlarca dolar veren - savunma avukatlarının "potansiyel olarak milyarlarca dolar gelir kaybına uğrayacakları" tedbirler geliştirmek suretiyle ayaklarını kaydırmak da var. Muhafazakârlar,  siyasi faaliyetlere ayrılan fonları harcamalarından evvel sendikaları, her bir üyeden yıllık yazılı onay almaya zorlayarak "siyasi bir varlık olan işçi sendikalarını da biçebilirlerdi." Norquist'in öldürücü darbesi ise sosyal güvenliğin özelleştirilmesidir; böylece Demokrat Parti "yürüyen bir ölü" olacaktır.

Bu programın büyük kısmı, Norquist'in ettiği teklife harfiyen uymasa da çoktan icra edildi. Sosyal güvenliği özelleştirme rüyâsı, sağcıların ulaşılamaz ödülü olarak kalmayı sürdürüyor ise de alınacak tedbirlerin rağbet görmemesine veya mâl olacağı siyasi kariyerlerin sayısına aldırmadan bu kampanya üzerinde ısrarla duruyorlar. G.W.Bush, 2004 yılında yeniden seçilmesinin hemen ardından özelleştirmenin ilk öncelikleri arasında yer aldığını ilan etti; halbuki kampanya sırasında bu meseleyi ağzına bile almamıştı. Popüler rağbet görmeyen siyasi bir alana aldı başını gitti ve oradan bir daha hiç dönmedi.

Bunu yaptı çünkü sosyal güvenliği özelleştirmenin potansiyel ödülleri, her hangi bir siyasi maliyeti haklı çıkartırdı. Tek hamlede hem yönetim faaliyetlerini beş parasız bırakacak ve hem de Amerikalıların devletle etkileşime girdiği yolu düpedüz yeniden şekillendirecektir. Tersine çevrilemez de; sosyal güvenliği "dönüştürme maliyetleri" yapılan plan her ne olursa olsun öylesine yüksek ki hiçbir ülke iki kere deneyemez. Bu bir kez yapıldıktan ve sosyal güvenlikten geçen trilyonlarca dolar ABD Hazinesinden özel şirketlerin hisselerine yöneldikten sonra aktifler temelli olarak elden çıkmış olacak. İlk önce Wall Street'e doğru derhal bir para akışı yaşanacak; ikincisi, devlet hesaplarından eş değerde bir başka para akışı söz konusu olacak ki federal bütçe açığına tavan yaptıracak dolayısıyla da federal faaliyetlerin büyük kısmı kaynaksız kalacak.

İş Dünyasının Seçkinleri

İç politika üzerindeki genel etkisi, finans piyasası mantığını, "müşterek iyilik" ve "kamu çıkarı" gibi müphem liberalizmlerin daima üstünde tutmak olacaktır. Wall Street'in siyasi taleplerine bakınca, Devlet'in böylesine yeniden yönlendirilmesinin pratik sonuçlarını tahmin etmesi kolaydır: Düşük ücret artışı, daha zayıf işçi örgütleri; iş küçültme, kirletme vb şeylerin yönetiminde elin kolun serbest olması.

Liberalizm üzerinde kalıcı zafer özlemi Batı'ya has değildir. İş dünyasının seçkinleri, her ülkede,  halkın siyasi seçeneklerini sınırlayacak dâhice yollar bulmaktadırlar. Bunlardan en etkili olanı, devasa kamusal borçlardır. Naomi Klein, borç yükünün, demokratik ülkeleri son derece tatsız buldukları laissez-faire sistemini kabule zorladığına işaret ediyor. Borcu alanın kim olduğuna aldırmadan bu borçlar geri ödenmeli ve geri ödenmeleri, bir ulusun kendi ekonomisini bankerlerin emrine göre yeniden yapılandırmaya râzı olmaları demektir: kısıtlamaların kaldırılması, özelleştirme ve harcamaların kesilmesi.

Cumhuriyetçiler, her defasında, denk bütçe vaadiyle gücü ellerine aldılar –  Ronald Reagan, devlet borcu "geleceğin ipotek edilmesidir" diye ihtar etmişti açılış konuşmasında – ancak göreve bir kez gelince vergi kesintisi ve harcamaların artırılmasından oluşan bir bileşimle,  bol keseden harcıyorlar dedikleri liberal rakiplerinin ulaştığı noktanın da ötesine geçerek federal bütçe açığını iyice şişirmişlerdir. Haklı kılma gerekçesi ise tüm zamanların yalanıdır. Vergi kesintisiyle, ekonomik büyüme sağlanacaktır ki böylece aslında federal hazine dolacaktır; dolayısıyla ilave idarî harcamalar karşılanacaktır.

Teorinin savunucuları bile inanmıyor buna. Birinci Reagan yönetiminin liberteryen bütçe yöneticisi David Stockman, 1980 yılında hesaplamaları yaptığında bütçenin yönetimi kurtarmayacağını fark etti; yönetimi enkaza çevirirdi. Çoğu kişinin geçip gideceği bir nokta bu. Stockman ise iyileştirici bir değeri olduğuna karar verdi. Yönetimin, malî çöküşün eşiğine gelmesiyle birlikte liberaller artık ya devletin yeniden kurulumuna uysallıkla baş eğecek veya ülkenin yerle bir oluşunu seyredeceklerdi. Stockman bu hususta samimiydi: "Sol, kabarık, müsrif ve haksız harcamalar yapan kurumları parçalamak zorunda – yahut da ulusal enkaz riskini göze almalı."

Yönetim sabotajı bu: Bütçe açıkları, liberal bir devleti tarumar edecek düzeye gidiyordu. Reagan'ın verdiği bütçe açıkları tam olarak bunu yaptı. 1981 yılında iktidara geldiğinde yıllık 59 milyar dolarlık bir bütçe açığını ve 914 milyar dolarlık bir ulusal borcu miras almıştı. O ve halefi George Bush, işlerini yaparak bütçe açığını beş misli artırmış, ulusal borcu ise 3 trilyon dolara çıkarmışlardı. Bill Clinton, "Stockman'in İntikam'ı" diye adlandırmıştı bu bütçe açığını. Bill Clinton yönetiminin ekonomi takımını en çok meşgul eden konu, bütçe açığıydı. Merkez Bankasının başına geçen Alan Greenspan, Reagan'ın verdiği bütçe açıkları denetim altına alınmadığı takdirde "malî yıkım" olacağından bahsediyordu; Clinton, çok geçmeden saf değiştirdi. Federal işgücüne müsamaha göstermedi. 

Sözde erdemler

George W.Bush, bütçede tekrar açık verdi. Doğrusu, Reagan'ın verdiği açıkların Clinton'un elini nasıl zorladığını görünce, bütçeye geçmişte olduğu gibi dev açıklar verdirmemek bir muhafazakâr adına budalaca bir iş olurdu. Robert Reich "parayı israf etmek, onların nazarında hârika bir şeydir" diyor muhafazakâr bakış açısını özetlercesine. "Halk, yönetimin müsrif olduğunu düşünürse bu iyi bir şeydir zira yönetime olan inancı sarsar ki Cumhuriyetçilerin istedikleri de tam olarak bu zaten."

Siyaset teorisyeni James Burnham, 1964 yılında, liberalizme "batı'nın intihar ideolojisi" teşhisini koymuştu. Burnham'ın kastı, liberalizmin sözde erdemlerinin – açıklığı ve herkes için eşit haklarda ısrarı – bu kurallarla oynamayı reddeden her hangi bir tarafa karşı onu savunmasız bıraktığıydı. "İntiharı" ise liberalizmin, komünizm elinde kaçınılmaz bir şekilde yok edilmesini tanımlamak için kullanılmıştı ki Burnham komünist hareketin içerisinde yer almıştı. Ne var ki onun teorisi, Amerikan sağındaki hayranlarının manevralarını daha bir doğru tanımlıyor.  Liberal devleti hizmet dışı bırakan felaketler için kullanılacak terim intihar değil vandalizmdir. Hazineyi yağmala, barajı dinamitle, levyeyi kap, çarkın içine çomak sok...

Amerikan siyaset yorumculuğunun ana mecrası,  iki siyasi parti her ne yaparlarsa yapsınlar biri diğerine ayna tutar der; ikisinden biri yanlış adım suçlusu ise diğeri de eşit derecede kabahatlidir. Ancak simetri yok. Liberalizm, bildiğimiz kadarıyla, sol kanat siyasi hareketler ve iş dünyası çıkarları arasındaki uzlaşmadan doğmuştur. Devletin belirli organlarının etkin bir şekilde işlemesine bağlıdır; özel sektöre karşı topyekûn bir savaş çağrısı yapmaz.

Muhafazakârlara gelince, uzlaşmanın adını anmak ne kelime! Muhaliflerini sahadan kazımaktan bahseder. Hiç kimse çıkıp da muhafazakârlığa oy atanları kollayan devlet organlarını kesmenin rüyâsını bile görmez – ordu, polis, kurumlara verilen kanuni imtiyazlar – ama muhafazakârlar "merkezi hükümetin" liberal amaçlara hizmet eden parçalarını ortadan kaldırmanın fantezisini açıkça kurarlar. Solu beş parasız bırakmak muhafazakâr projenin kutup yıldızı ancak gelgelelim sağı parasız pulsuz bırakacak muvazi bir karşıt kampanya yok ortada; hakikat, tahayyülü bile zor bir şeydir.

Siyaset bilimci Jacob Hacker ve Paul Pierson şöyle yazmıştı: "Amerikan politikası, son 30 yıldır para merkezli olmaya başladı ki Amerikan toplumundaki eşitsizliklerin artmaya başlamasıyla aynı anda oldu bu. Varlıklı ve aşırı-muhafazakârın kaynakları ve örgütsel sıkleti hızla arttı. Orta sınıf Amerikalıların örgütsel kaynakları ise bir deri bir kemik kaldı. Ortaya çıkan eşitsizliğin Cumhuriyetçi partiye bir hayli faydası dokundu; en varlıklı ve en aşırı destekçileri kendisine daha da yakınlaştı."

Muhafazakâr Washington, bu mânada, kaş yaparken göz çıkaran bir beceriksiz gibi çalışmayı sürdürmekte, dengesizlik yükseltmekte ve yıllarca sürecek şekilde siyasetimizi sağa yatırmaktadır yani bir sonraki seçimleri kim kazanırsa kazansın ayakta duracak bir plütokrasi inşa etmektedir. Amerikalılar arasındaki eşitsizlik uçurumu gittikçe açılırken paranın nüfuzu daha da artacaktır.

Ben bunları yazarken, lobicilerin körüklediği son on yılın muhafazakâr patlaması tüm ülke genelinde emlakleri ucuza kapatan gayrimenkul spekülatörler gibi başka bir muhafazakâr patlamaya yerini terk ediyor; rekor sayıdaki muhafazakâr senatörler ve temsilciler döner kapıya yöneliyorlar.

Plütokrasi

Yerlerini almış olan Demokratlar bir iyileşmedir, muhakkak, fakat 2006 seçim zaferi, partinin daha müteşebbis liderleri adına,  Washington lobicileri, düşünce kuruluşları ve K Street'in baskı gruplarına kur yapma fırsatıydı sadece. Demokrat liderler, seçim çalışmalarıyla ilgili malî kanunlara karşı hile yapmada, Cumhuriyetçilerden geri kalmadıklarını ispat ettiler.

Maskaralardan kurtulmak artık yeterli değil. Yapısal bir problemdir bu; haritadaki yeri bellidir; müteahhitlerin ofis binalarındaki yaldızlı logolarda parıldamaktadır; yönetim sistemine çivilenmiştir.; bir dostum, takım elbiselilerle askerlerin bir araya geldiği restoranlardan birinde öğle yemeği yerken az ve öz konuşarak özetledi bu durumu. Komşu masalarda yemek yiyenleri ve tüm müteahhitlerin ofislerini eliyle süpürür gibi yaparak "Obama başkan olursa tüm bunların kaybolacağını düşünüyorsunuz yani?" dedi.  Tüm bu ekonomi, tüm bu kârlar?

Haklıydı elbette ve hatta sandığından daha da haklı. Sağın yamyassı ettiği Amerika'yı diriltmek için gereken tek şey Demokratları seçmek olsaydı ne güzel olurdu; bundan daha fazlası gerekecek. Bir asır önce, Cumhuriyetçiler ve Demokratlardan Beyaz Saray'a çıkmış, her biri temizlik sözü veren bir dizi reformcuya rağmen bulaşıcı bir kamu soygunculuğu hâkimdi. Hiçbir şey işe yaramadı ve işte bu yüzden: demokrasi işlemez; zenginlik, "bu, onların adamı; bu, bizim adam" diyerek orantısız bir şekilde dağıtıldığında, demokrasi işlemez. Plütokrasinin kaçınılmaz sonucu, satılmış yönetimdir bazen.  

Dünya Bülteni için Çeviren: Ertuğrul Aydın