Kendi Kabilenin çocuğunu seç!

Eylül 2013’de Irak Kürdistan Bölgesel yönetiminde yapılan parlamento seçimlerinde, aşiretlerin gücü, yapılan seçim propagandaları sayesinde bariz bir şekilde hissedildi. Adayların, isimlerinin sonuna bağlı bulundukları aşiretlerin isimlerini eklemeleri, seçimin doğasını da ortaya koyuyordu. Aynı zamanda seçimler, Irak’ta Kürtlerin yaşadığı bölgenin de sosyal yapısını net bir şekilde gözler önüne sermişti. Bunun anlamı ise, Irak Bölgesel Kürt yönetiminin iktidar olduğu topraklarda, aslında sivil devlet anlayışının olmadığı, etnik, dini, kabilevi özelliklerin hakim olduğu bir kürt toplumunun var olduğuydu.

Irak’taki parlamento seçimlerini ve Kürt bölgesindeki yerel seçimleri takip ettiğim süreçte edindiğim izlenim pek de iç açıcı olmadı. Kürt siyasi partilerinin – özellikle de radikal özellik taşıyanlar- Kürtleri ferdi ve toplumsal olarak bir denemeye tabi tuttuklarına, bunun neticesinde ise halkı tehlikeli ve korkunç bir duruma maruz bıraktıklarına şahit oldum. Daha da kötüsü, taraflar kendi çıkarlarını korumak ve iktidarlarını sağlamlaştırmak için toplumsal dokuyu parçalamak ve sosyal uyumu bozmak tehtidini bile göze alıyorlardı.

Sosyo- politik deneyler yapan bu taraflar, aslında Kürtlerin birleşmesini zaruri gören ulusalcı partilerden oluşuyor. Ancak bazıları Kürt bölgesinin bölünmesine ve toplumsal olarak parçalanmasına götürecek kadar güçlü aşiret bağlarına sahipler. Laik görüşe sahip bir kısım siyasi partiler ise kendi iç sistemlerinden bahsederken, diğer partilerin kabile eğilimlerine birer tepki olarak kurulduklarını iddia ediyorlar. Örneğin, Kürdistan Yurtseverler Birliği, kendisini ilerici olarak tanımlarken, rakiplerini – burada rakipten kasıt Kürdistan demokratik partisi- gericilikle suçluyor ve kabilecilik esasına dayandıkları ithamında bulunuyordu. Fakat aynı süreçte birlik, kabile gel- gitleri içinde boğulmaya ve parçalanmaya başladığının farkında bile değildi. Özellikle Mart 1991 de birliğin lideri sayın Celal Talabani’nin aşiret liderleriyle ortak işbirliğine girmek için atılımlarda bulunması, bu çelişkiyi ortaya çıkarmıştı. O dönem aynı tavır, rakipleri Mesud Barzani ve Kürdistan Demokratik Halk partisinin lideri Sami Abdurrahman’da – kendisi aynı zamanda ünlü “Devrimci Alternatif” kitabının da yazarıdır- da görülmüştü.

Siyasi partilerin aşiretlerin büyüklerini ikna etme ve bir takım alım- satım çalışmalarının sonucu olarak hakim olan rekabet havası, şeylerin gücünü kullanarak iktidara ulaşma arzusu taşıyordu. Diğer taraftan bazı aşiret liderleri de partilere mali destek sağlama konusunda cimrilik etmiyorlardı. Mesela nüfuzlu bazı kabile önderlerinin, kendi çıkarlarını koruma adına Saddam Hüseyin gibi bir diktatörü ve ondan önceki zorbaları besledikleri gizli bir şey değil. Öyle ki bu zorbalar, Kürt halk hareketlerini bastırmak için silaha bile başvurmuşlar, Kürtlerin haklarını ihlal edecek birçok suça imza atmışlardı. Öte yandan İslam ümmetinin birliğinden dem vuran ancak ne İslam topraklarının sınırlarını ve de haritasını, ne de İslam ümmetinin bileşenleri arasındaki grupları tanımayan İslami Kürt partileri de, seçim propagandalarını yaparken aşiretlere ve kabile liderlerine sırtlarını dayamayı ihmal etmemişlerdi. Bunun arkasında ise yalnızca partinin kendi çıkarlarını korumak ve elde edecekleri sandalye sayısıyla böbürlenmekten başka bir amacı yoktu.

Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetiminin iktidar olduğu topraklardaki seçim haritası, kabile, aşiret, bölge ve hatta lehçe olarak toplumsal bir parçalanmanın işaretlerini taşıyor. Seçim kampanyalarında rastlanan ilginçliklerden biri, adayların isimlerinin sonuna yalnızca kabilelerinin isimlerini eklemekle yetinmeyip, ilaveten bağlı olduğu aşiretin kolunu da belirtmiş olmalarıydı. Bazıları da önce yaşadıkları köyü sonra da kabilelerinin isimlerini eklemişlerdi. Bu traji- komik durum, seçimlerde kimin nasıl oy kullanacağını da açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Yani bir aşirete mensup seçmenin diğer bir aşirete mensup adayı seçmesinin inanılırlığını güçleştiriyordu. Çünkü ana slogan, “hak etse de hak etmese de kabilenin çocuğunu seç” şeklindeydi. Başka bir deyişle, “zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et”  

Seçim kampanyaları esnasında rastladığım ve daha da üzücü olan başka bir durum ise, bazı yüksek lisans diplomasına sahip eğitim düzeyi yüksek kişilerin, hakimlerin, doktorların, akademisyenlerin ve aydınların dahi isimlerinin arkasında kabilelerinin isimlerinin eklenmiş olmalarıydı. Bu adaylar Irak parlamentosuna veya bölge meclisine girdiklerinde, kabilelerinin kılavuzluğunda mı siyaset yapacaklar sorusunu zihinlere düşürmüştü.  

Şu an merak edilen, Kürtler ile Bağdat arasındaki çatışmanın sebebi, mecliste dört veya beş koltuğa sahip Kürtlerin daha fazla koltuk eklemek istemeleri mi, yoksa konu tahmin edildiğinden daha mı hassas ve kritik? Veya Irak’ın siyasi denkleminde yaşanan değişimler karşısında, özellikle de Kürtlerle ilgili konularda sınırlı siyasi deneyime sahip olan dört beş koltuk sahibi probleme yeterince eğilebilecekler mi? Tabi bu soruları sorarken, parlamenterlerin, derebeylik siyasetinin birer piyonları oldukları gerçeğini de göz ardı etmemek gerek.

Benim bakış açıma göre Kürt siyasi partilerin, özellikle de Kürdistan İslami partisinin yanı sıra ağırlığı olan iki Kürt siyasi partisinin bu hatalı yaklaşımları, yani aşiret bağlarını ön plana çıkarmaları, yeni bir devlet inşası için güvenilirliğini yok ettiği gibi şiddetli ve fazla duygusal paradokslar ortaya çıkarıyor. Siyasi partilerin medya çığırtkanları ise sırf kabile ve aşiret kültürlerini konsolide etmek için davullarını çalıp etkin bir rol oynamaya çalışırken, hem halkı hem de kendi amirlerini aldatma görevinde ısrarcı davranmaya devam ediyorlar. Üzerinde ısrar edilen bu kabileler devlet inşasında hiçbir hizmetleri olmadıkları halde, kullandıkları üslup ve yüksek perdeden sarfettikleri, “sivil devlet”, “modernizasyon”, “ yenilikçi ve ilerici deneyim” gibi kavramlarıyla etkili olmaya çalışıyorlar. Burada, Kürt toplumunun bir kabile toplumu olduğunu ifade etmek ne bir küçümsemeyi içeriyor ne de sorunu en aza indirgeme amacı taşıyor. Ancak, mutlak bir gerçek var. Gerçek bir sivil devlet, aşiretlerle flört ederek hedeflerine ulaşmaya çalışan Kürt partilerinin ideolojileri altından kurulamaz. Bir şeyhin kanatları altında kurulacak olan yeni bir devlet ise Lozan anlaşmasının tekrarından başka bir şey olmaz.

 

Kaynak: Elaph

Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız