Hakkari Şemdinli'deki Aktütün Jandarma sınır birliğine yönelik terör saldırısı, yeniden yüreklerin yanmasına yol açarken bir yandan da bir dizi soru sorulmasına neden oldu.

Terör eylemleri, ne tür çaba gösterilirse gösterilsin tümüyle engellenmesi pek mümkün olmayan mücadele aracı olarak tanımlanır. Tümüyle engellenmesi mümkün olamadığına göre, terör yoluyla verilen siyasal mesajların değerlendirilmesi ve bu yolla ortaya konan iradeye boyun eğilmemesi beklenir. Zira terör, hedef aldığı ülke ile barındığı ülke siyasal otoriterinin atmakta oldukları bazı adımları atmalarına engel olacak koşulları yaratma amacı taşır. Konu PKK olduğunda, bu türden bir tanımlamanın uygun olduğu söylenebilir.

Son dönemde Türkiye'nin bazı yeni durumlar içinde olduğu hatırlatılmalı. Terörizmle mücadelenin sadece askerî araçlarla gerçekleşemeyeceği anlayışının her kesimden onay aldığı bir döneme giriliyor. Her ne kadar askerî önlemlerin dışında başka hangi tür önlemler alınacağı tam olarak anlaşılamasa da, meselenin "dağa çıkmaya" engel olacak toplumsal projeleri kapsadığı ileri sürülebilir. Bu proje, toplumun Kürtlerle PKK'yı birbirine karıştırmaması ile Kürtlerin kendilerini şiddet içermeyen siyasal yollarla ifade etmelerini içeriyor. Bu tür girişimlerin PKK'nın var olma koşullarını ortadan kaldırması ihtimali büyük. Bununla birlikte, aynı Türkiye'de DTP'nin kapatılma davası sürüyor, çeşitli kasabalarda Türk-Kürt kavgası denebilecek sokak çatışmaları yaşanıyor. Bu eylemin, bir yandan DTP-PKK gerginliğinin PKK lehine kayması, bir yandan Kürt davasına DTP'nin değil PKK'nın çare olacağı kanaatinin yaygınlaşması ve bir yandan da Türk-Kürt gerginliğinin daha da sertleşmesini hedeflediği söylenebilir. Türk-Kürt sertleşmesi karşısında meseleye daha çok güvenlik biriminin müdahale edeceğini uman PKK, hedef olarak seçtiği TSK ile mücadelesinin meşru zeminini yeniden sağlamayı hesaplıyor.

Daha önce dört kez hedef olarak seçilmiş yere beşinci kez saldırarak zarar vermeyi bir askerî başarı olarak göstermeye çalışan PKK, hedefi olan TSK'yı aynı zamanda zafiyet içinde göstermeye de çalışıyor. Bu çaba, bir yandan PKK'nın hâlâ askerî kapasitesinin yüksek olduğu izlenimi yaratılmasına hizmet ederken, öte yandan Silahlı Kuvvetler'in daha sert, hani terim yerindeyse daha fazla "hukuk dışı" eylemler yapmasını teşvik amacı da taşıyor. Diğer bir ifadeyle PKK, Türkiye'deki siyasal karar alıcılara ve TSK'ya uluslararası meşruiyetini kaybettirecek işler yapması için bir tür davette bulunuyor.

Bu çerçevede, eylemin zamanlaması son derece önemli. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta terörle mücadele yapabilmesine izin veren tezkerenin süresinin uzatılmasına tam karar verilirken, eylem gerçekleşiveriyor. Bu durum, bir yandan PKK'nın sınır ötesi hatta sınır içi operasyonlara ne denli karşı çıktığını gösteriyor denebilir! Ancak öte yandan bu tür eylemler yapıldı diye operasyonlardan vazgeçileceğini düşündükleri sanılmamalı. Tam tersine, Aktütün saldırısı sınır ötesi ve hatta sınır içi operasyonları son derece meşru ve gerekli hale getirecek bir zemine işaret ediyor. Dolayısıyla PKK, Türkiye'de yumuşak politikaların yerini sert olanlarının almasını tercih ederken ve bu yolla "mağduriyet" yollarına başvurma imkânı ararken, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde de hata yapmasını umuyor.

Saldırının diplomasi boyutu

PKK saldırı düzenleyip bu saldırıların da Kuzey Irak merkezli kamplardan geldiği ortaya konunca, Türkiye'nin sınırları dışındaki faaliyetlerinin artması kaçınılmaz olabilir. Bu çerçevede Türkiye'nin birçok muhatabı bulunuyor. Kuzey Irak yönetimi, Irak'ta yaşayan ve akrabaları Türkiye'de bulunan Kürtler, Bağdat yönetimi ve tabii ki ABD, bu muhatapların başında gelenler. Uzunca bir dönemdir Türkiye'nin Irak merkezi hükümetiyle yeni işbirliği biçimlerinde anlaşmaya vardığı ve K.Irak yönetimiyle de ilişkilerin normalleştirilmeye çalışıldığı biliniyor. Bu uzlaşı ortamının yaratılması koşullarının içinde Türkiye'yi hedef alan saldırılara Iraklıların engel olması da bulunuyor. Son terör saldırısı, bir yandan Bağdat ile Ankara arasındaki güven ortamına zarar verecek bir amaç taşırken bir yandan da K.Irak-Türkiye ilişkilerinin bir düşmanlık ilişkisi içinde evrilmesini teşvik ediyor. Zira, taraflar arasında düşmanlık olduğu sürece PKK'nın Irak'ta var olması ve taraftarlarını kendisine bağlı tutması bir anlam ifade edebilir. Bu haliyle bakıldığında sınır ötesi operasyonların sürmesine izin veren kararın, Iraklılara rağmen alınmış olmasını tercih eden bir terör örgütü olduğu söylenebilir.

Sınır ötesi operasyonlar ve terörizmle mücadele bakımından Türkiye'nin bir diğer önemli muhatabı ise, bilindiği gibi ABD. Şu bir gerçek ki, bu tür terör eylemleri gerçekleştikçe Türkiye'de terörle mücadele konusundaki Amerikan işbirliğine yönelik güven daha da azalıyor. ABD'nin yeterince istihbarat sağlayamadığı, Iraklıların PKK'yı barındırmalarına engel olmadığı, kısacası askerlerin ölmesine göz yumduğu düşünülüyor. ABD ile Türkiye'nin terörizmle mücadele konusundaki işbirliğinin, konu Boğazlar ve Karadeniz olduğunda değiştiğini söylemek gerek. ABD ile Türkiye ilişkileri o kadar da "sağlıklı" değil ve dolayısıyla bazı istihbarat eksikliklerinin bulunması bu ortamın doğal uzantısı olabilir. Yaşanan terör olaylarının ABD'ye karşı güvenin sorgulanmasına yol açan yanları bulunsa bile, Türkiye'nin K.Irak'ta ABD onayı olmaksızın hareket etme imkânı bulunmadığı da bir gerçek.

Türkiye, sınır ötesi faaliyetlerini ABD'nin çizdiği sınırlar içinde sürdürdüğünde her zaman Aktütün benzeri örneklerle karşılaşma riski altında kalabilir. Bu sınırların dışında sürdürmek isterse, o zaman da ABD ile ve dolayısıyla Bağdat ve K.Irak otoriteleriyle ilişkisinin bozulmasını göze almak zorunda kalabilir. Söz konusu oyuncularla işbirliği yürütmeden sürdürülecek bir sınır ötesi faaliyetin ise, başarı şansının daha düşük olduğu söylenebilir. Dolayısıyla PKK, Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulması halinde Türkiye'nin "kaybetmesi" ihtimalini hatırlatan eylemler dizisi gerçekleştiriyor gibi. Bu durumda esas olarak PKK eylemlerinin Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden "güven" zeminine taşınmasını zorunlu kılacak bir ortam hazırladığı ileri sürülebilir. PKK'nın etkisiz hale getirilmesi çabalarının uluslararası ayağında Türkiye ile ABD'nin yeniden bir "pazarlık" sürecine girecekleri anlaşılıyor. Koşullar gözden geçirilirken haritaların geniş tutulacağı belli ve Türkiye'nin de sırf PKK mücadelesi nedeniyle artık her ABD önerisini kabul etmeye hazır olmadığı ortada. Bununla birlikte mücadelenin başarısının işbirliğinden geçtiği hatırlatılmalı. Bu işbirliği dış dünyada olduğu kadar "iç" dünyada da hiç olmadığı kadar acil hale gelmiş durumda.
 
Kaynak: Zaman