Hakkını verelim; hükümet, Kürt sorununu çözmek için beş yıllık iktidarının ardından ilk defa kararlı görünüyor. 'Laiklik' üzerinden harekete geçen sivil ve bürokratik muhalefet karşısında 'Kürt sorunu'na el atmak siyaseten kolay değildi belki.

Ama bugün, siyaseten doğru olan, bu sorunu bitirici hamleyi yapmak.

Dağdakileri indirmekten, PKK'yı silahsızlaştırmaktan ve 'eve dönüş yasası'ndan söz eden Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ın amacının sadece PKK ile mücadelede zemin kazanmak değil, kalıcı bir barışın temellerini atmak olduğunu söylemek sanırım mümkün.

İlk işaretleri kamuoyuna yansıyan bu yeni açılımda AK Parti'nin son seçimlerde Güneydoğu ve Doğu illerinde elde ettiği büyük başarı kuşkusuz etkili oldu. Öte yandan 'devlet'in bazı kesimlerinde Kürt sorununun AK Parti üzerinden çözülebileceğini düşünenlerin varlığı da kuşkusuz hükümeti cesaretlendiriyor. Ama kanımca asıl etken, AK Parti'nin, Kürt sorunu çözülmeden bu ülkeyi yönetemeyeceğini, daha doğrusu yönetmesine izin verilmeyeceğini anlaması.

Son bir yılı hatırlayalım... Terör eylemleri, şehit cenazeleri ve sınır ötesi operasyon çağrıları eşliğinde 'siyaset'in alanının daraltılmaya çalışıldığını, seçimlere giderken AK Parti'nin ayrılıkçı terör karşısında zayıf olduğu imajının yaratılmak istendiğini biliyoruz. Hatta, Kuzey Irak'a yönelik bir sınır ötesi operasyonun ardından seçimlerin ertelenmesi senaryolarının konuşulduğunu da biliyoruz. Sanırım hükümet bunlardan bir ders çıkardı kendi payına...

Genel seçimlerin ve cumhurbaşkanı seçimlerinin tamamlanmasıyla 'Kürt sorunu'nun siyasal iktidarı 'denetleyici' işlevinin bitmediği, yeniden tırmanışa geçen PKK terörüyle bir defa daha görüldü. PKK saldırılarının artması, kabaran milliyetçi öfke, yeniden sınır ötesi operasyon baskıları, bölgede sıkıyönetim ilanı talepleri vs. 'Kürt sorunu' çözülmeden Türkiye'nin 'normalleşmeyeceğini' yeniden hatırlattı.

Kürt sorununun kışkırttığı, yabancı düşmanlığına varan radikal bir milliyetçiliğin hüküm sürdüğü bir ortamda AB sürecinin ilerlemesi, demokratikleşme politikalarının devamı ve sivil anayasa çabalarının sonuçlanması için hangi hükümet, nasıl inisiyatif alabilir?

Bu ülkede gerçekten 'iktidar' olmak isteyen bir hükümet Kürt sorununu çözmek zorunda. 1925'ten bu yana siyaset, Kürt sorunu üzerinden yaratılan korkularla 'devletleştirildi', demokratikleşme talepleri ötelendi, sivil iktidarlar denetlendi. 'İktidar'ın hükümetlerden alınıp 'devlet'e devrinde Kürt sorununun 'varlığı' son derece işlevseldi, gerekliydi. Ama artık sorun, 'devlet' açısından 'yönetilebilir' olmaktan çıktı; iktidar mücadelesinde kullanılabilir bir unsur olmaktan ülkeyi bir iç savaşa kadar sürükleyebilecek bir noktaya geldi. Kısaca, çözüm arayışı artık 'devlet'ten de destek buluyor.

Dolayısıyla bir kırılma noktasındayız. Yapılması gereken; Güneydoğu ve Doğu halkına sosyo-ekonomik desteğe devam ederken Kürt kimliğini, dilini, kültürünü, tarihini tüm Türkiye'nin kucaklayacağı, kutlayacağı ortak bir değerlere dönüştürmek. Korkmamak, korkutmamak... PKK ile mücadele ederken Kürt sorununda yeni açılımlar yapmayı imkânsız kılacak yöntemlerden özellikle kaçınmak; GAP'ı tamamlamak; bölgeye yönelik özel bir 'kalkınma stratejisi' uygulamak; önceki Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer'in veto ettiği yerel yönetimlerde reform yasasını acilen Meclis'ten geçirerek yürürlüğe sokmak...

Türkiye'nin özgür, müreffeh ve demokratik bir topluma dönüşmesi uzak bir ülkü değil. Bu, ülkünün gerçekleşmesi 'Kürt sorunu'nda sağlanacak açılıma bağlı. Sorunun aşılmasında hükümetin inisiyatifi kadar Kürtlerin de yapıcı katkısı elzem.

 
Kaynak: Zaman