Kudüs'te barış olursa tüm dünyada olur. Ama Kudüs'te barış olmaz! İmkânsızlığın Babil kulesi Kudüs dünyada barış olmayacağını herkese gösterir. Kudüs'te barış olmayacağının kanıtı, kökleri birbirine karışmış dinlerin kaynağı olması değil sadece.
Kudüs göğü mesafeden yoksun ilhamıyla insanı bir sınavda tutar. Kutsalın sınavıdır bu. Deliliğin, cinnetin sınavı. Kudüs göğü kalbe o kadar yakın olmakla aklı ötelemiş. Miracın göğü, yıldızların ve ayın, Kudüs'ü kurtuluşun kapısı yapmış. Ama yanlış istenen kurtuluş asla doğmayacaktır.
Kudüs'te tesadüfen bulunan herkes bir deliliğe yakalanır. Cinnettir adı. Onca kök birbirine dolanıp bir kurtuluş hayaliyle kutsalına sarılırken cinnet derinleşir. Gücün, aklın yetmediği, vicdanın kuşatamadığı o sahne genişler. Onca kutsalın mekânı Kudüs, ruhun cenneti olması gerekirken cinneti olur. Kudüs hastalığı var mıdır bilmem ama Kudüs'te benzer bir hastalığa düşen çok insan tanıyorum. Benzer hastalık, maneviyatın köklenmesi ve işaretlerle yol almasıdır. Ne çok işaret var Kudüs'te insanın aklını, varlığını esir alıp hep bir başlangıç arayışına iten. Via de Dolores'ten başlayarak el sürülen duvarlar, düşülen, varılan her yer ve hacıların ağlayarak ilerlediği yol acıyla dolu. Kudüs'te herkes kendi kutsalına ağlarken, dünyadan kutsal sessizce uzaklaşır. İnsanın şiddetli varlık isteğinin sahnesidir Kudüs. İnsanın arayışına, isteğine düşen gölgelerin perdelediği kutsal toprak. Polonya'dan, Vietnam'dan, Afrika'dan, Şili'den gelen hacılar bir acıda birleşiyorlar. Zirve kan dolu. Yol kanamakta hâlâ. Ve görmüyorlar. Kanamakta olan sadece kendi kavimleri değil. Duymuyorlar hiç. Bilmiyorlar. Müslümanlar Mescid-i Aksa'da öyle bir korkuyla yapıyorlar ki dualarını. Erkekler, kadınlar her biri bir köşeye sığınmış dua ederken altın bir çağ yaşandı mı sahiden hatırlamıyorlar. Sanki hiç yaşanmamış. Selahaddin hiç olmamış gibi unutkan bir korku, yüzlerde bir kararma... Kapıda 'eğer Müslümansanız şahadet getirin' diyor biri. Eğer Müslümansanız şahadet getirin. Öyle zor dayatarak ve korkuyla söylüyor ki bunu... Elbette Allah kalbine bakacaktır insanın. Aşağıda şahadet getiremeyen kulunu da sarmalayacaktır Filistin'den esirgenmiş o şefkatle. Çünkü bakılacak tek yer kalptir. Bakılması gereken tek yer iyilik. Çünkü kapısında Mescid-i Aksa'nın şahadet getiremese de bir Müslüman içeride olmak isteyebilir. O altın kubbenin yakınında, kadınların, çocukların dua seslerinin içinde, onlarla ağlamak isteyebilir. Yahudi mezarlığına bir de oradan bakmak, ağlama duvarının iniltileri Mescid al Aksa'ya ulaşıyor mu duymak isteyebilir. Eğer Müslümansanız şahadet getirin, yoksa altın göğü görmezsiniz... Bu zorbalık, bu korku hiç yakışmıyor ama Kudüs'ten söz ediyoruz, onca kötülüğe tanıklık eden dinlerin, sadece doğumuna değil can çekişmesine de tanıklık eden şehirler şehrinden... 'Bir Müslüman için söz esastır' denildiğinde duymuyorlar bile. Kudüs'te herkes kendi tanrısına ağlıyor, bilmeden onun aynı tanrı olduğunu. Şehri çevreleyen mezarlığın üzerinden Kudüs'e bakıp ağlayan İsa'nın gözyaşı bir kubbede donmuş, Mescid al Aksa'nın yaldızına bakıyor hayretle. Gri koyu gözyaşı İsa'nın. Sonsuz kederli bakışı kavmine. Bir peygamberin çölleri aşarak sözü dirilteceği ve Allah'la konuşacağı gece nerede yaşanacak biliniyor. Bir mezarlık kadar beyaz olan şehrin ortasında parlayan güneş değil Mescid al Aksa'nın altın kubbesidir. Allah'a uzanan son adımın parıltısıdır o. Yaklaşmanın sesi olan renk ve ölümün işareti. Ölümün bir başlangıç olmasının tüm kadimde coşkusu belki de.
Kudüs'te duvarlar uzuyor. Korumanın, korunmanın olduğu söylenen duvarlar. Kendi duvarını ören bir adam, bir başkasının hayreti, utancı Kudüs'te yan yana yaşanıyor. Şimdi Kudüs'ün gece göğünü hayretle anmanın ve bakmanın zamanı. Ten hazır aldanmaya. Belki de bir yolculuk bu Allah'a. Belki de bir yolculuk insanın macerasındaki katmanların, köklerin iç içe, iç içe geçmiş olmasının duvarı olan ağlama duvarı. Aşağıda Yahudiler ağlarken Müslümanlar yukarıda korku içinde. Çünkü biliyorlar bir Selahaddin yok. Çünkü biliyorlar çok kan görüldü. Çünkü biliyorlar şehrin duvarları, kapıları nereden bakılırsa bakılsın aynı sözleri fısıldıyor; Kudüs'te barış olmaz... Çünkü barış için aynı olmak, aynı duymak, aynı sükunet, aynı hayal gerekli... Ama yok Kudüs'te. Orada herkes kendi tanrısını sınıyor. Herkes kendi tanrısını yormak telaşında. Tanrı'nın yukarıdan baktığını, olanlara güldüğünü düşündüm. Bir Babil kulesi varsa o Kudüs'tür. Kavga ve aşkla dolu bir Babil kulesi. Her dilden, her renkten, her kökten insan orada bir duvar, bir kuytu bulacaktır ağlayacak. Çünkü herkes biliyor, ne adil bir Selahaddin var artık ne de acı çeken bir İsa. Bugün sadece ağlamak var Kudüs'te. Miraç bile yok. Mescid al Aksa parıltılı güneşiyle mezar gibi görünen şehrin ortasında parlarken Allah'a giden bin bir kapıyı gösteriyor. Allah'a gitmenin yolları bitmez diyor. Oysa Allah'a ulaşmanın yolları bugün de kan dolu. Allah'a gitmenin gecesi Kudüs'te acı. Ne ferahlama var orada ne de iç aydınlığı. Babil kulesini indirmiş ve bakmakta yukarıdan. Gülmekte insanın dil, ırk ayrımında nasıl da boğulduğuna. Sanki sokaklarında Yahudilerin, Arapların, Sünnilerin, Ortodoksların, Katoliklerin iç içe, iç içe sattığı kumaşlar, boncuklar Allah'ın renkleri değil. Bir kavganın satışı var bugün Kudüs'te. Kudüs'te barış olmaz. Paradise Now filminin çocukları sanki şehrin her yerinde dolaşıyorlar. Bellerinde fünyelerle... Bir durakta bekliyorlar sanki. Havaya uçuracaklar İsrail askerlerini, çocuklarını... Kendilerini havaya uçuracaklar. Nasıl bir öfkeyle?..
Filistin için örülen duvarların başladığı yerden görünen şehirde süren hayat hiç adil değil. İnsanın adalet duygusunu zedeleyecek kadar unutarak yaşanıyor her şey Tel Aviv'de. Ramallah'ta, Gazze'de, duvarın ötesinde yaşananları unutarak bir huzur kurmak mümkün olsaydı Allah elini çekmiş olmazdı o topraklardan. Bugün tanrısı olmayan bir ülke o. Aşırı istemenin ruhu, bilinci nerelerde sakatladığı, o topraklarda en iyi görülüyor. Kudüs'te barış olmaz.
Kaynak: Zaman