İnsanların ve basının kuşatmasındaki bu şehre geldiğimde, bir konuda düşüncelerim son derece net; Kopenhag zirvesi herhangi bir uluslararası müzakere değil. 

Bu zirve, hepimiz için hayati önem taşıyan bir karar anı. Ve ben doğru kararı vermemiz konusunda kararlıyım. Bu konuşmalar başarılı da olsa başarısız da olsa, dünya bu yüzyılın ortaları itibarıyla bir dönüşüm geçirmiş olacak. Bizler ise, bu dönüşümün nasıl bir dönüşüm olacağını seçeceğiz. Ya kendimiz ve çocuklarımız için istediğimiz bir geleceği seçeriz ya da bırakırız gelişen olaylar bizler adına daha az olumlu bir gelecek seçsin.

Hiç bu kadar riskle karşı karşıya kalmamıştık

Eğer iklim değişimiyle mücadelede başarılı olursak, dünyayı kendi çabalarımızla değiştirmiş olacağız. Karbon salımlarımızı azaltmak için tüm uluslar bir arada çalışmış olacak. Yeni iş alanlarına ve yeni büyüme kapasitelerine imkan sağlayacak karbonsuz bir enerji sistemi oluşturmuş olacağız. Karbon teknolojileri alanında ise son derece geniş bir yelpaze geliştirmiş olacağız. Ekonomilerimiz, enerji açısından daha güvenli olacak ve işbirliği, rekabet karşısında zafer kazanmış olacak.

Eğer başarısız olursak, dünyadaki sıcaklık iki derece artmış olacak ve yılda dört derece ve üstüne de çıkacak olan bu gidişatı tersine çevirmek imkânsız hale gelecek. Geçtiğimiz ay yayınladığım bir harita, yüz milyonlarca insan için yiyecek ve su kıtlığı yaratacak olan seller ve kuraklık nedeniyle dünyanın ne denli yönetilemez bir yer haline geleceğini gösteriyor. Böyle bir durumda, işbirliği karşısında zafer, rekabetin olacaktır. Kopenhag'da yapacağımız seçim işte budur. Teknolojiye sahibiz ve ekonomik duraklamaya rağmen, enerji sistemimizin gereken dönüşümünü karşılayabilecek durumdayız. Asıl soru, bunu yapabilmek için toplu bir siyasi irade ortaya koymayı başarıp başaramayacağımız. İnsanlık hiç bu kadar yüksek risklerle karşı karşıya kalmamıştı.

İkinci haftaya girdiğimiz şu sıralarda, hâlâ tüm kartlar açık durumda. Yapmamız gereken esas anlaşmanın şekli bellidir. Bu anlaşma, sanayileşmiş dünyanın bugüne dek birikmiş olan karbon salımı yükü konusundaki sorumluluğunu yansıtmalıdır. Fakat aynı zamanda, kalkınmakta olan ülkeler gelişip büyüdükçe, söz konusu yükün ileride göstereceği artışın nereden kaynaklanacağını da yansıtmalıdır. Sanayileşmiş ülkeler, yaydıkları karbon miktarına bir sınır getirmeliler. Bu konuda son derece hırslı bir teklifte ilk bulunan AB oldu ve o zamandan beri de çalışmalar hız kazandı. Yazdan bu yana tekliflerini şekillendirmekte olan Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Norveç ve Rusya'nın yanı sıra gelişmiş büyük ülkelerin tümünden oldukça sağlam teklifler aldık. Aynı zamanda, gelişmekte olan ekonomilerin de karbon salımından kaçınmak için alacakları tedbirler konusunda açık ve net olmaları gerekiyor. Aslında bu girişim başlatıldı bile: Brezilya, Çin, Endonezya, Güney Afrika ve Kore Cumhuriyeti yapacakları çalışmaları açıkladı. Kopenhag'daki görevimiz ise, bu tekliflerin dünyanın yılda iki derecelik ısı artışı sınırının altında kalması için gereken, hatta yöneltilmesini sağlayabilecek seviyede olmalarını temin etmektir. Hep birlikte, mevcut tekliflerimizin sınırlarını biraz daha genişleterek şu anda masaya koyduğumuzdan daha fazlasını yapmaya çalışmalıyız.

Karbon salımını 2020 yılı itibarıyla 1990'lardaki seviyelerinden yüzde 34 azaltarak, 2050 yılı itibarıyla yüzde 80'e varacak bir düşüş sağlamak konusunda yasal olarak bağlayıcı bir hedef belirleyen ilk ülke Birleşik Krallık olmuştur. Birleşik Krallık Avrupa Birliği'nin bir parçası olarak bundan daha fazlasını da yapabilir. Salı günü Sayın Başbakanımızın da söylemiş olduğu gibi, bu çabalarımızla AB'nin teklifini %30'a çıkarmasına imkân sağlıyoruz. Sanayileşmiş ülkelerin, ya kaçınılması mümkün olmayan iklim değişimine adapte olunması ya da karbon salımının azaltılması konusunda gelişmekte olan ülkelerde gerçekleştirilecek çalışmaların finansmanı için kısa ve uzun vadeli teklifler getirmesi gerekmektedir. Bu bütçe, 2020 yılı itibarıyla yıllık 100 milyar Amerikan Doları tutarında olmalıdır. Bu bütçe, fakir ülkelerde devasa bir düşük karbon salımlı büyüme potansiyeli yaratarak milyonlarca insanı fakirlikten kurtarabilecek ve insanları iklim değişiminin şimdiye dek göz yumduğumuz olumsuz etkilerinden korumanın yanı sıra temiz enerji ile tanıştırabilecektir.

Yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma şart

Mutabakat sağlanması gereken daha pek çok konu var fakat buradaki pazarlığın özü şu: Gelişmiş ülkelerin karbon salımı durdurulmalı, gelişmekte olan ekonomiler tedbir almalı ve bunun gerçekleştirilebilmesi için finansman sağlanmalıdır. Bu konuda anlaşmaya varılıncaya dek, diğer konularda pek bir ilerleme sağlanamaz. Seçeneği tamamlayabilmek için, dünya liderlerinin Kopenhag'da imzalayacağı siyasi protokolün, yasal bağlayıcılığı bulunan bir anlaşmanın en geç 2010 yılının ortalarına kadar sonuçlandırılmasını zorunlu kılması gerekmektedir.

Sürekli hatırlatıldığı üzere, siyaset, olabilecek olanın sanatıdır. Kopenhag'da başarı için daha fazlasına ihtiyacımız var. Olabilecek olanın sahasını genişletebilmek için siyasi iradeyi toplamak zorundayız. Siyasi liderliğin anlamı budur. Bu başarı, erişebileceğimiz bir noktada; tek yapmamız gereken uzanıp onu kavramak.


ED MILLIBAND İNGİLTERE ENERJİ VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BAKANI

Kaynak: Zaman