Rusya ve Ukrayna arasındaki mevcut krizi çözmeye yönelik önerilerin neredeyse tamamı, krizin merkezindeki aktörlerden Kırım yarımadası sakinlerini gözden kaçırıyor. Hâkim medyada yer alan anlatılar, olayı Kırım’ın ayrılıkçı tutumunun öncelikli nedeninin Rusya’nın işgali olduğu ve eğer Rus birlikleri Kırım’dan çekilirse her şey kısa sürede normale dönecekmiş gibi aktarıyor.
Bu, temenni niteliğinde bir düşünce biçimi. Aslında, Ottawa Üniversitesi profesörü Ivan Katchanovski tarafınan yapılan araştırma gösterdi ki; Kırım halkının Kiev merkezi hükümetine küskünlüğü, 2004 Turuncu Devrim’den bu yana sürmekteydi. Kiev’deki Razumkov Merkezi anketine göre, 1996-2001 yılları arasında, Kırımlıların yalnızca yarısı Rusya’ya katılmayı destekliyorken, 2008’de yüzde 73’ü Rusya’ya katılmak üzere Ukrayna’dan ayrılma taraftarıydı. Verilen diğer seçeneklerde ise, Kırımlıların yüzde 47’si bağımsız bir ülke olma yönünde görüş bildiriyorken, yüzde 6’sı Türkiye’ye katılmak istediklerini ifade ediyordu.
Ankette özellikle dikkat çekici olan nokta, ektik olarak Ukraynalı olanların yüzde 65’inin de Rusya’ya katılmak istediklerini söylemeleriydi. Nüfusun yüzde 12’sini oluşturan Kırımlı Tatarların büyük bölümü ise, Ukrayna sınırları içerisinde ulusal bir özerklikten yana ve Rusya’ya katılmaya karşıydılar. Bu verilere bakıldığında, Kırım Siyasal ve Sosyolojik Araştırmalar Enstitüsü’nün yaptığı son kamuoyu yoklamasında Kırımlıların yüzde 85’inin referanduma katılmayı düşündüklerini ve yüzde 77’sinin Rusya Federasyonu’na katılma lehinde oy kullanacaklarını söylemeleri şaşırtıcı değil.
Kırım yönetimi tarafından yapılan bu araştırmanın güvenilirliği sorgulanabilir; ancak ana hatlarıyla araştırma sonuçları, aşırı milliyetçi Ukraynalılar -Livivli gazeteci Ostap Drozdov gibi- tarafından dahi onaylanmaktadır. Drozdov, Kırım’ı “Ukrayna’nın beşinci direği” olarak tanımlamakla birlikte, samimi bir şekilde kabul ediyor ki, Kırım’da yapılacak herhangi meşru bir referandumdan -kesinlikle son yapılan değil- Putin’in yararına bir sonuç çıkacaktır. Sonuç olarak Drozdov: “Kırım’ı Ukrayna sınırları içerisinde tutmak için mücadele ederek, potansiyel hainlerin varlığına karşı mücadele ediyoruz. Ukrayna mevcut kâbusla başa çıktıktan sonra da, bu kişiler herhangi bir yere gitmeyecekler. Kâbus, yalnızca yeni başlamış olacak. Bu çatışmanın sonuçları her ne olursa olsun, kazanan Ukrayna olmayacak. Buna karşılık, elde ileriye atılacak herhangi bir adımı felç edecek bir yarımada kalacak.” dedi. Kırım’ın legal zeminde yapacağı referandumu hafif gören herhangi bir düşünce yersiz olacaktır. Moskova’nın askeri hamleleri, Kırım parlamentosuna şu an için Kiev karşıtı tutum alması konusunda cesaret vermiş olabilir. Bununla birlikte, rahatsız edici gerçek şu ki; birçok Kırımlı –hem Rus hem de Ukrayna kökenliler- Ukrayna’ya bağlı oldukları süre içerisinde belirli dönemlerde rahatsızlık hissettiler. Maidan’da şahit olukları şiddet olayları, başkan Yanukoviç’in otoriter bir şekilde gönderilmesi ve yeni anayasanın aceleci bir şekilde dayatılması Krımlıların görüşlerinin yalnızca daha da katılaşmasına neden oldu. 27 Şubat’ta Kırım parlamentosunun bölgesel özerkliği genişletme konusunda aldığı referandum kararı, Ukrayna sınırları içerisinde kalmayı içeriyordu. Referanduma Rusya’ya katılma seçeneğinin eklenmesi, Ukrayna’nın Kırımlı önemli yöneticileri değiştirme konusunda attığı -ardından vazgeçtiği- beceriksiz adımın ardından geldi. Ukrayna’dan ayrılma seçeneği masaya geldi, çünkü Kırım’a baskı uygulanması tehdidi ortadan kalmamıştı.
Referandum sonuçları önceden tahmin edilebilir görünüyordu. Şu anda sorulması gereken soru ise: Referandum sonuçlarının, Ukraynalı ve Kırımlı politikacıların süreci itibarlarını zedelemeden neticelendirmelerine olanak tanıyabileceği şeklinde yorumlanması söz konusu olabilir mi? Böyle bir olasılık var. Tüm Ukrayna’yı kapsayacak bir referandum yapılması oldukça zor görünmekle birlikte, tavsiye niteliğinde bir halk oylaması yapılması çok daha kolay. Ulusal ve Yerel Halk Oylaması Yasası’nın 46. maddesinde, “ulusal ve yerel meselelerde vatandaşların iradesinin ortaya konulması adına tavsiye niteliğinde bir halk oylamasının” yapılabileceği belirtiliyor. Bu nitelikte bir halk oylamasının yapılabilmesi için parlamento üyelerinin üçte ikisinin onayı yeterli. Oylamadan çıkacak sonuçlar bağlayıcı olmayacak, ancak “ karar verme sürecinde devlet yönetimi tarafından incelenip dikkate alınacaktır.”
Kiev’deki geçici hükümet, Kırım referandumundan çıkan sonucu katı bir tutumla “bir anlam ifade etmiyor” şeklinde değerlendirmek yerine, “bu bizi tavsiye niteliğinde bir karar olarak ilgilendiriyor ve bu temelde müzakerelere başlayabiliriz” diyebilirdi. Kırım parlamentosu, bu durumda geri adım atabilir ve referandum sonuçlarını ayrılık için mutlak gerekçe olarak göstermek yerine, ilerideki müzakereler için önemli bir pazarlık kozu olarak kullanabilirdi. Bu durumda müzakereler, -Ukrayna hükümetinin de onayıyla- uluslararası gözlemciler eşliğinde, muhtemelen Ukrayna parlamento ve başkanlık seçimlerinden sonra, gelecekte belirlenecek bir tarihte Kırım’ın statüsünün belirlenmesi için bağlayıcı bir referandum yapılması seçeneğini ortaya çıkarabilirdi.
Bunun ötesinde, Başbakan Arseny Yatseniuk’un “tüm seçenekler masada” demesi olumlu bir adımken, onun Washington’daki bu önemli ifadeleri, doğru bir ulusal bütünlük hükümeti kurulması adına eyleme dönüşmeli. Doğu ve Güney’de algılandığı gibi, bu nitelikte bir hükümette, kendisinin radikal olarak nitelendirdiği partilerden insanların bulunması mümkün olamayacaktır. Tecrübeli diplomat Alexander Chalyi’nin ifade ettiği gibi: “Geçici hükümet, ağırlıkla Batı ve Merkez bölgelerindeki kendi destekçileri ve tüm Ukrayna halkından önce, daha fazlasını değilse dahi, 21 Şubat uzlaşı ruhunu eyleme dönüştürmelidir.”
Son olarak, Batılı hükümetler, Rusya üzerinde baskı oluşturmanın mı yoksa Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü korumanın mı daha önemli olduğuna karar vermeliler. Batılı hükümetlerin Ukrayna üzerinde nüfuz kullanma konusundaki büyük tutarsızlıklarına bakıldığında, her ikisini de yapmaları mümkün olmayabilir. Bu, Rusya’nın eski statüye dönüş için ortaya koyduğu iki şartı yeniden gündeme getirebilir. Birincisi, Doğu ve Güney bölgelerde yaşayan halkın güvenliğinin sağlanması; ikincisi ise, siyasal sürecin bir parçası olmaları. Putin’in 4 Mart’ta verdiği bir demece göre, eğer Ukrayna bu doğrultuda olumlu adımlar atarsa, bu, ülkedeki “sosyo-politik durumun normalleştiğine” işaret eder ve Rus işgali için herhangi makul bir gerekçe kalmaz. Büyükelçi Chalyi’nin ayrıntılı planı bu aşamaya gelinmesi için iyi bir yol haritası niteliğinde. Zira plan, Rusya’nın endişelerine, Ukrayna’nın bölgesel ve toprak bütünlüğü meselelerine yer veriyor.
Sonuç olarak, Ukrayna’nın içinde bulunduğu çıkmaz, yabancı herhangi bir ülkenin başkentinde çözülmeyecek. Sorunlar, Kiev ve söz konusu bölgeler arasında müzakere edilmelidir. Paradoksal bir biçimde, Rus işgali, Kırımlıların sorunlarını Kiev’e duyurmalarına olanak sağladı. Şu anda Rusya, bu avantajı Ukrayna’nın dezavantajı olacak biçimde kullanmamalı ve Kiev’deki, Kırım’daki ve başka bölgelerdeki politikacılarında bu şekilde davranmalarını beklemeli.
Kaynak: The Nation
Dünya Bülteni için çeviren: Sedcan Altundal