27 Nisan bildirisi neydi?
Buna ilişkin spekülasyonların ardı arkası kesilmiyor.
-Bu aslında Genelkurmay'ın komuta hiyerarşisi içinde oluşmuş bir bildiri değildi, üsluba bakıldığında da bu anlaşılır, alttan geldi ama hiyerarşinin zedelendiği manzarası ortaya çıkmasın diye Genelkurmay adına sahip çıkıldı, yorumları var.
-Bu aslında başlangıç, arkası gelecek, onun için herkes ayağını denk alsın, yorumları var.
Tabii,
-28 Şubat nasıl MGK marifetiyle icra edildi ise, 27 Nisan bildirisi de hükmünü icra etti, sonuçları alındı, artık ötesi yoktur tarzında yorumlar da var.
Bunlardan hangisi çok pimpirikli, hangisi çok rahat, şu an karar vermek mümkün değil. Ama en azından “Daha ötesi de olabilir” yorumlarını dikkate almak her bakımdan gerekli.
Bakın Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Radikal'den Neşe Düzel'e ne diyor:
“-AKP, askerin muhtırasına sert bir cevap verdi. Bu cevap seçmeni nasıl etkiler?
“-Seçmen bu parti sağlam diye düşünür ama... Ben askerin geri adım atacağını düşünmüyorum. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci gene aynı yola girerse, askerden tekrar muhtıra gelir, Belki daha fazlası olur. Darbe olmayabilir ama darbeden daha kötüsü olabilir.
-Darbeden kötüsü ne olabilir?
“-Genç subayların ayaklanması olabilir. 1960 darbesi genç subayların ayaklanmasıyla geldi. Harbiye öğrencileri Genelkurmay Başkanı'nı öldürmek için otomatik silahlarla evinin kapısına dayandı. 1960-63 arasında genç subay darbe girişimlerini yaşadığımız için, bunun, emir komuta zinciri içinde yapılmış bir darbeden çok daha kötü olduğunu biliyoruz biz. Askerin son muhtırası da, pek emir komuta zinciri içinde olmuş gibi bir izlenim vermiyor. Muhtıra, Genelkurmay Başkanlığı'nın denetimi dışında bir girişimmiş gibi gözüküyor. Bu, 'Tekrar 1960-63 dönemine mi dönüyoruz acaba?' diye başta ordu olmak üzere, hepimizin çok endişe duyması gereken bir gelişme. AKP seçimlerden sonra gene uzlaşma aramadan kendi adayını cumhurbaşkanı seçtirme yoluna girerse aynı kaynaklardan aynı reaksiyon tekrar gelecektir.” (Radikal, 14 mayıs 2007)
-Darbeden daha kötüsü olur... Genç subayların ayaklanması olabilir!
Bunlar tabii ki müthiş iddialar.
Bir ara Cumhuriyet gazetesi “Genç subaylar rahatsız” manşeti ile çıktı. O zaman “Bu neyin nesi?” sorusu soruldu mu? O zaman gerçekten “Genç subaylar” diye, hiyerarşik yapıda ayrı bir odak gibi duran bir birikim var mıydı? Varsa ne oldu? Şimdi Ersin Kalaycıoğlu'nun sözünü ettiği şey neyin nesidir?
Bunlar, tabii ki, sadece siyasi kadroların üzerinde durması gereken bir mesele değil. Ordunun komuta kademesi için de “Genç subaylar” denilen olgu, bir sancı konusudur.
Darbe ordu için kötüdür.
Her türlü askeri müdahale ordu için kötüdür.
Genç subaylar hareketi gibi hareketler ise ordu için cinayettir.
Onun için darbeye karşı çıkmak, gerçekte “Ordunun yıpranması”na karşı çıkmaktır. Darbe içine girip de yıpranmadan çıkan ordu düşünmek mümkün değildir.
Kaldı ki, Türkiye artık, kendi iradesi üzerine ambargo konulması demek olan askeri müdahaleleri de istememektedir.
Askerle aynı hassasiyet paralelinde düzenlenen mitinglerde bile “Ne şeriat ne darbe” diye bağırılmakta, geniş toplum kesimlerine aykırı düşmemek için toplumun darbe karşıtlığına sahip çıkılmaktadır.
Artı...
500 aydın, açıkça, 27 nisan bildirisinin demokrasiye aykırı olduğunu ve yasalara göre suç teşkil ettiğini belirten bir bildiriye imza atmışlardır.
Ve artı...
“Genç Siviller” diye bir grup, askeri müdahale ihtimallerini ve Türkiye'de demokrasi oyunundaki çarpıklıkları ince esprilerle karşılayan bir süreci başlatmışlardır.
Bunlar, farklı bir toplumsal sürecin işaretleridir.
Farklı, yani, kendi iradesine daha bilinçle sahip çıkan ve o irade üzerindeki tepeden inme operasyonları reddeden bir süreç...
Şu kesin:
Artık ortada eline vur ekmeğini al, şeklinde kolayca korkutulan bir taşra toplumu yok.
Toplum askerini seviyor, onun güçlü olmasını istiyor, güçlü bir ordunun Türkiye'nin güvenliği için olmazsa olmaz olduğuna inanıyor...
Ama...
Askerin her ne şekil altında olursa olsun, millet iradesi üzerinde vesayet sahibi gibi bir görüntü vermesine de karşı çıkıyor.
Bireyin kendini idraki...
Eğitim düzeyi arttıkça bu gerçekleşiyor.
Devlet millet için var.
Evet, işte bu gerçekleşiyor.
Devletteki herkes, milletin hizmetinde olmalıdır. Para da emanettir, oy da, silah da, mevki ve makam da... Bunlar ancak millet hizmeti için kullanılabilir, milletten bağımsız bir güç kazanmak için değil.
İşte bu.
“Aklından bile geçirme!” sözü bundan sonra daha çok söylenecek.
Devlete, orduya, ülkeye daha çok bedel ödetmek istemiyorsan, demokrasi dışı yönelişleri aklından bile geçirme!
Demirel bu defa doğru durdu:
9. Cumhurbaşkanı Demirel, 'Cumhurbaşkanlığı öyle önemli bir yerdir ki halka seçtirirsek işin içinden çıkamayız' şeklinde bir yaklaşım olduğunu hatırlatarak "İşte burada halka güvensizlik var. Ben buna isyan ederim." demiş. Doğru demiş. Bahçeşehir Üniversitesi Hükümet ve Liderlik Okulu tarafından düzenlenen Global Liderlik Forumu'nda öğrencilere hitap eden Demirel, “Halka güvenmeyenlerin Atatürk'ün 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir' sözüne de inanmadıklarını” söylemiş. Doğru söylemiş. Önümüzdeki günlerde bu konunun yoğun bir şekilde tartışılacağına dikkat çeken Demirel, "Ben de bu tartışmaya giriyorum. Diz boyu giriyorum. Bırakın halk seçsin, bırakın." diye seslenmiş. Demirel, 20 senedir bunu savunduğunu iddia ederek, muhtarını, milletvekilini seçebilen vatandaşın, cumhurbaşkanını da seçebileceğini belirtti. Bazı hukukçuların 'halkın seçmesi halinde parlamenter sistemin zarara uğrayacağı' şeklindeki görüşlerine dikkat çekmiş ve şöyle konuşmuş:
"Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Eğer sistem işlemiyorsa halkın istediklerini vermiyorsa, bunu ne kadar savunabilirsiniz. Sırf parlamenter sistem olduğundan dolayı bunu savunmaya devam edemezsiniz. Yönetmeyen bir sistemi savunamazsınız. Gelin bunu işler hale getirin."
Bunlar doğru duruşlar.
Bir süredir Demirel'i yanı başlarında görmeye alışanlar için aynı zamanda şaşırtıcı duruşlar.
Demirel'in “Halk iradesi”nin belirleyiciliği konusundaki muhakemesi iyidir. Bazen hassasiyeti aşınır ama muhakeme noktasına gelince endam toparlanır.
Eh, buna da bravo!