Deniz Baykal'ın özel hayatındaki hataların kamuoyuna mal olması sonrasında CHP Genel Başkanlığı'ndan istifasıyla başlayan süreç, CHP'deki yozlaşmayı sergileyen dramatik bir gösteriyle devam ediyor.
Önce tam bir şef partisini andıran çıkışlar yaşandı. Baykal'ın savunulamayacak hataları, tam bir kapalı toplum örneği olacak komplo mantığıyla, dış düşman ihdasıyla örtülmek istendi. AK Parti, hükümetinden ABD'ye Baykal'a ve CHP'ye yönelik bir tertip arandı. Bu mantık, Baykal'ı CHP'yle, CHP'yi de Cumhuriyet'le özdeşleştirerek kutsallık halesiyle eleştirilmez kılmak ve eleştirenleri de kutsala saldıran sapkınlar ve düşmanlar olarak takdim etmek anlamına geliyordu. Bu mantık işlevsel olarak partiyi dış düşman karşısında bir ve beraber tutmak ve böylece içerideki muhalifleri sindirmek amacını taşıyordu. Bu şekilde yeniden bir Baykal efsanesi yaratarak örgüt baskısıyla kurultayda, Baykal'a rağmen Baykal'ı seçmek planı hayata geçebilecekti.
İlk birkaç gün, Baykal'ın 20 yıla yaklaşan genel başkanlık döneminde partiyi yeni baştan dizayn etmesinin de tesiriyle plan yürüyecek gibi göründü... Ancak Baykal'ın skandal kasetinin tesiriyle adeta yarasını hissetmeyen bir heyecan yaşayan CHP çevrelerinin en azından bir kısmı, hadisenin sıcaklığı geçtikçe yaranın derinliğini fark ederek Baykal'ın illüzyonunun dışına çıkabildiler. Bu illüzyonun dışına çıkamayanlar ise, Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığı ve bu adaylığın Genel Sekreter Önder Sav tarafından desteklenmesiyle "kesin inançlı" Baykalcılar rakiplerini ağızlarına ne gelirse söyleyerek CHP'deki problemin derinliğini gösterdiler. İşgal, ihanet, arkadan hançerleme, CIA ajanı diye CHP'de genel sekreterlik, grup başkan vekilliği yapanların suçlanması CHP'nin modern ve demokratik bir siyasi parti olup olmadığını yeniden tartışma konusu haline getirdi...
CHP'de genel başkan değişimi, aslında Baykal'ın laiklik üzerinden rejim krizi yaratma çabasının başarısız olmasından sonra olması gereken gecikmiş bir değişim. Hatırlanacak olursa Kemal Kılıçdaroğlu isminin gündeme gelişi ve markalaşması da bu dönemin bir sonucudur. 2007 Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı krizi ve sonrasındaki AK Parti'nin kapatılma davasıyla yaşanan laiklik krizini takiben, AK Parti'nin laiklik gibi ideolojik gerekçelerle siyaseten yenilemeyeceğinin anlaşılmasıyla AK Parti karşıtı cephe, 28 Mart 2009 mahalli idareler seçimleri öncesinde yolsuzluk ve milliyetçilik söylemiyle ortaya çıktı.
TEK SORUN 'GENEL BAŞKAN KİM OLACAK?' DEĞİL
Laiklik cepheleşmesinden "yorgun siyaset", kendisine sığınacak bir liman aradı. Liman ihtiyacı bilhassa, AK Parti'yi yenemediklerini düşünen cephede hissediliyordu. Bu liman apolitik olmalıydı ama politikanın yeniden üretildiği duygusunu ve imajını da vermeliydi. Liman belki milliyetçilik olabilirdi. Ancak bu konu çok kullanıldığından inandırıcılığı kalmadığı gibi, AK Parti de bu meselede ön almış ve milliyetçi bir üslupla siyaset yapmaya başlamıştı. Yeni siyasi hat, AK Parti'yi iktidara getiren dinamikleri bozacak bir hat olmalıydı. 2002 öncesinde yaşanan iktisadi krizler ve yolsuzluk iddiaları da düşünülünce, yeni hat da bulundu: Yolsuzluk ve yoksulluk üzerinde etik siyaset. Yolsuzluk ve yoksulluk söylemiyle AK Parti'nin elinden söylemi alındığı gibi, AK Parti tabanı ideolojik kutuplaşmayla sabitleştirilmeden yerinden sökülebilecekti.
Kılıçdaroğlu bu yolsuzluk söylemiyle "dosyalı muhalefet" şeklinde merkez medyanın da desteğiyle kamuoyunun bir kısmını etkiledi. Kılıçdaroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı adaylığı sırasında yolsuzluk söyleminin yanına, CHP'lilerin elit tavrı yerine halka yakın ve varoşlara giren siyasetçi imajını da ekledi. Öte yandan partinin muhafazakâr ve dindar çevrelere yönelik açılımının da bir temsilcisi haline geldi. Üstelik Kılıçdaroğlu bütün bunları yalnız başına değil, İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'le beraber yaparak yanında bir kadrosu da var algısını kamuoyunda yarattı. Belediye seçimlerinde kazanamasa da, CHP'nin ülke genelindeki oy yüzdesinin oldukça üstünde bir başarı yakaladı. Normal bir demokratik ülkenin modern bir siyasi partisinde bu gelişmeler, genel başkanın seçim başarısızlığından istifası ve yükselen yeni yıldızın genel başkan olmasıyla sonuçlanırdı. Ancak ne Türkiye normal demokratik bir ülke ne de CHP modern bir siyasi partiydi. Baykal istifa etmedi ve Kılıçdaroğlu da genel başkanlığa aday ol(a)madı. Sadece Kılıçdaroğlu kamuoyunda CHP'nin değişim ve yenilik ihtiyacını hayata geçirebilecek bir figürü olarak kayda geçti. Bütün bunları Baykal'ın kontrolü altında gerçekleştiren Kılıçdaroğlu'nun Dersim katliamını savunan Onur Öymen'i istifaya davet ettikten sonra, Baykal'ın baskısıyla geri adım atması CHP içindeki sınırlarını ve değişimciliğinin ideolojik problemini gösteriyordu.
Kılıçdaroğlu'nun önünü açan gelişme bir skandalla Deniz Baykal'ın genel başkanlıktan ayrılmasıyla mümkün olabildi. Baykal'ın gitmesiyle oluşan çatlaktan CHP genel başkanlığına gelmeye çalışan Kılıçdaroğlu'nu Baykal'ı yenmekten daha güç problemler bekliyor. Çünkü CHP'deki problem bir genel başkan değişikliğiyle çözülemeyecek tarihî, sosyolojik ve ideolojik boyutlara sahip. CHP'nin Tunç eliyle ezilen Dersim'den çıkan bir ismin CHP genel başkanlığına yükselmesi, CHP'nin bürokratik, devletçi, laik ve milliyetçi merkeze sıkışmışlığını aşarak çevreye açılması Kürt ve Alevi kesimlerinin problemlerinin çözülmesi amacına matuf demokratik açılımın muhalefet ayağıyla da hayata geçtiği yeni bir Türkiye'ye mi işaret ediyor? Yoksa Kılıçdaroğlu CHP'nin şimdiye kadarki tutarsız makyaj çalışmalarının ötesine gitmeyen yolsuzluk iddialarıyla karalama muhalefeti yapan, demokrasiyi yönetemez hale getiren, siyaseti ve siyasetçileri hedef alan bir yeni merkez siyasetinin taşıyıcısı mı olacak? Bu sorular, Baykal'ın partideki ağırlığı ve bürokrasinin CHP'deki tayin edici makamı kısa sürede değişemeyeceği için bugünden yarına ortaya çıkmayacaktır. Kılıçdaroğlu şayet kazanır ve genel başkan olursa kamuoyunun kendisine tanıyacağı krediyi dikkatli kullanmazsa, hem kendisinden hem de CHP'den artık ümidin kesilerek yeni arayışların önünü açabilecektir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu CHP içinde yaşanabilecek değişim ve yenilenme taleplerinin son umudunu temsil etmektedir. Ancak CHP, Ecevit örneğinde olduğu gibi umutları karartan kötü bir sicile sahip olduğu unutulmamalıdır.
Kaynak: Zaman