I- İran'da  Salı günü Tasua merasimleri vardı, dün ise Aşura merasimleri gerçekleşti. Tasua Muharrem ayının dokuzuncu günü, Aşura ise onuncu. Deste ya da heyet olarak isimlendirilen mahalle mescitlerinin etrafında oluşturulmuş taziye grupları, kendilerine özgü giysileri ve sembolleri, ezgileri ve ritüelleriyle meydanlara akıyorlardı. Yedi yaşındaki çocuğun da seksen yaşlarındaki dede ve ninenin de katıldığı törenler bunlar. Kadınların  içinde bulunduğu ayrı bir kalabalık destelerin iki yanında yürürken sinelerini dövüyorlar.

Sivri uçlu çıkmalarla ve çeşitli figürlerle süslenmiş olan demir tuğ, pek çok din alimi onay vermese de,  ihtişamlı görünüşü nedeniyle bu merasimi düzenleyenlerin vazgeçemediği bir taziye ögesiydi. Kimi insanlar adaklarını temsil eden eklemelerde bulunurlardı tuğa, bağladıkları rengarenk kurdele ve kumaşlarla, bir yerlerine iğneyle tutturdukları paralarla...

Destelerin kullandığı bu gereçleri 'Safevi Şiası" ile ilişkilendiriyordu Ali Şeriati ve taziye törenlerinin Katolik taziye ayinleriyle ortak noktalarını hatırlatıyordu. Taziye törenlerinde kullanılan hurafaleri ve uydurma rivayetleri eleştirdiği Hüseyni Yiğitlik isimli  bir kitabı vardır Ayetullah Mutaharri'nin. Taziye törenlerindeki Katolik taziyesinin etkisi ve geçmiş yıllarda mevcut olan baş yarma gibi ifrata varan hareketler nedeniyle, devrimin ardından  dini aydınlar bu törenlerin yasaklanmasını istemişlerdi Ayetullah Humeyni'den. Fakat Humeyni bu törenlerin halkı aynı duyguda ve zeminde buluşturan ve  toplumdaki Hüseyin sevgisini de canlı tutan, buna bağlı olarak da halkın emparyalizm ve bütün olarak zulüm karşısında canlı ve ayakta olmasını sağlayan boyutunu hatırlatmış, yasaktan yana olmadığını bildirmişti.

II- Bütün İran Hüseyin'di Aşura gecesi ve Tasua gecesi ise Ebulfazl'a ayrılmıştı. Bu yılki törenlerde tuğun kullanılmadığını gördüm, buna karşılık müziğe ve enstrüman kullanımına ağırlık verilmişti.  Davul ve ney müziğiyle yeni bir etki kazanmıştı merasim.  

Uyan benim kardeşim uyan

Uyan benim alemdarım uyan

Sana ben kana batmış ay diyorum

Taş atışlarından fırsat bulunca da

Senin için ağlıyorum...

Bu dizeler, Tasua günü anılan Kerbela'nın ilk şehidi Hüseyin'in kardeşi Ebulfazl için okunuyor. Aradaki yüzyılların mesafesi hem var hem de yok. Ebulfazl sanki bugün öldü, Hüseyin sanki yarın ölebilir... Bu büyük sevgi ve vefa duygusu, İranlıların zengin duygu haznesinin yapıtaşları.

Ebulfazl, Hüseyin'in Fatma'nın çocuğu olmadığı halde şaşırtıcı ölçüde peygamberimize benzediği için apayrı bir şekilde sevilmiş olan kardeşi. Güzelliği nedeniyle "Ay Parçası" diye sözedilirmiş ondan.

İlk Kerbela şehitidir Ebulfazl. Kerbela'daki facianın başlangıç saatlerinde, Yezid'in adamları susuz kalan yolculara götürdüğü su tulumunu taşıyamasın diye kollarını kestikleri halde, su dolu tulumu dişleriyle taşımaya çalışmıştır. Tulumun zehirli okla vurulmasıyla suyun kullanılmaz hale geldiğini görmenin üzüntüsü içindeyken öldürülmüştür. Anne tarafı Yezid ordusunu Kerbela'ya getiren kabileden olduğu için, kabilenin önde gelenlerince koruma altına alınması teklif edildiği halde, ölümü pahasına bunu kabullenmemesi nedeniyle de takdirle anılıyor. Şiiler hayır-hasene işlerinde Ebulfazl'a sıklıkla göndermede bulunurlar. Ebulfazl için adaklar adanır. Ebulfazl aşkına sadaka istenir veya bağışlanır.

Kerbela'da bulunan Ebulfazl'la Hüseyin'in türbelerinin arasındaki mesafe 150-200 metre kadardır. Aşura günü sabahı, Tasua gecesinin şehidi olan Ebulfazl'ın türbesinin ziyaretçileri,  Hüseyin'in yardımına yetişmek istediklerini anlatan bir telaşla, başlarını döverek Hüseyin'in türbesine doğru akarlar...

Aşura günü bir grubun Azeri Türkçesi ile Hüseyin için şu dörtlüğü okuduğunu duydum:

Yel yatar tufan yatar

Yatmaz Hüseyin'in bayrağı

Gazze'de zulmeyliyor

İbni Ziyad tayfası

Ara sokaklardan geçerken karşılaştığım bir destenin, iki yanında yürüyen kadınlarla birlikte bir şehidin evine yöneldiğini gördüm. Şehit Hacı Seyyid Ahmed Beyan'ın evinde öğle namazı kılınacak ve yemek yenilecekti.  Evin büyük bahçesinde yerlere serilmiş halı ve minderlerin üzerine oturan kadınlar hayrat yemeği yiyorlardı. Bahçe duvarının hemen önünde büyük bir çeşme vardı; Şehit'in anısına vakfedilmiş bir çeşme.

Sürekli bir paylaşım ve hatırlamayla şehitin ölmediği inancını daha derinden duyuyor, aileleri.

Yukarıda aktardığım Azerice dörtlüğün gösterdiği gibi, İran'da bu sene Aşura taziyeleri Gazze ile bütünleşmiş bulunuyor. Bu nedenle belki, katılımlar daha canlı ve kalabalık. Kefiyeli gençler, destelerin içinde veya dışında yürürken Gazze için göğüslerini dövüyorlar. Taziye törenleri sırasında okunan mersiyelerin kimileri Gazze'lileri içine katacak şekilde yeniden düzenlenmiş. Hüseyin'in Kerbela'da maruz kaldığı abluka ile Gazze'lilerinki özdeşleştiriliyor. Gazze'li bir babanın kucağında can vermekte olan bebeğiyle çaresizce koşturduğunu gösteren sahnelerle Hüseyin'in altı aylık oğlu Ali Asger'in şehit edilişi arasında bir bağ kuruluyor.

III- İran halkı, törenler konusunda ilgili bir halk. Taziye törenleri büyük bir sahne gibi; bütün halkın katılımına açık upuzun doğaçlama bir tiyatro sahnesi bu. Taziye oyunları bütün halkı zengini ve yoksulu, köylüsü ve kentlisiyle aynı sahnede buluşturuyor.

Ermeni vatandaşlar ülkedeki bütün azınlıklara nispeten daha yoğun olarak Hazret-i Hüseyin'in yasıyla ilgili törenlere katılıyor. Araştırmacı yazar Seyyid Ahmet Vekiliyan, 'Halk Kültürü ve Muharrem' isimli eserinde, İranlı Ermenilerin Hazreti Hüseyin'in başına gelen facia ile Hazreti İsa'nınki arasında bir bağlantı kurarak taziye törenlerine katıldıklarını kaydediyor.  Hüseyin'in Kerbela'da kesilen başını Şam'a doğru götüren kervanın yol üzerindeki bir kilise önünde verdiği molayı ve kilisede bulunan bir keşişin bu kesik başı gözyaşları içinde gülsuyuyla yıkamış olmasını konu alan rivayet, zulme karşı ortak duyarlılığın bir örneği olarak hatırlanıyor.

Yıllar önce İran sineması üzerine hazırladığım kitap için okumalarımı sürdürürken, bu sinemadaki gelişmenin taziye oyunlarının halk içindeki etkinliğiyle ilişkisini farketmiştim. Sürekli bir tören, sürekli bir rol ifadesi ya da empati denemesi; bir bakıma Hüseyin'in baş rolde bulunduğu taziye oyununun özü budur. İran'ın önemli sinemacıları Abbas Kiyarüstemi, Mecid  Mecidi, Rıza Mirkerimi ve Behmen Gabadi'nin filmlerinde oyuncu olmayan, sıradan insanları oynatmaları da bu açıdan çok anlamlıdır. Sanki her İranlı kolaylıkla bir sahnenin ve (özellikle de taziye oyunları bağlamında) bir başka hayatın içine yerleştirebilir kendini.

Bu törenlerin İran halkı arasındaki kaynaşmayı sağlayan önemli bir katılım alanı olduğu bir gerçek. Dindar, laik, devrimci, antidevrimci, düzenden yana, muhalif... vatandaşlar taziye törenlerinde biraraya geliyorlar. Siyah çarşaflı kadınlar gibi, kötü hicaplı genç kız ve kadınlar da desteler caddelerde kendilerine özgü hareketlerle ilerlerken, sine döverek  onlara eşlik ediyorlar. Görünüş itibarıyla dindar olmadıkları yargısına varılabilecek delikanlılar destelerin yürüyüşü sırasında sine dövüyor, zincir vuruyorlar.

Zaman ve mekan birbirine karışıyor. Sahne, mazlumları ayağa kaldıran bir geçit alanına dönüşüyor. Yenilgi yoktur, ölüm de değildir yaşanan. "Her gün Aşura, her yer de Kerbela"dır. Gazze'nin direnişindeki ilkeler ile Kerbela'daki direnişin ilkeleri arasında, Hüseyin'in şu sözüyle özetlenebilecek bir bağ kuruluyor: Zilleti kabul edenlere yazıklar olsun!