Başkan adaylarının hiçbirisi, en önemli dış politika kaygımız olması gereken –Rusya'nın, ulusal güvenliğimizi olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilecek müstesna kapasitesini, ciddi bir şekilde ele almıyorlar hatta bunun tam olarak farkında bile görünmüyorlar. Amerika'nın Irak'a saplanmasının gölgesinde kalan Moskova'nın önemi, savaş sona erdikten sonra da uzun bir süre devam edecek.

1991'de Sovyetlerin çöküşüyle birlikte mevki kaybına uğramış da olsa Rusya, tek başına ABD'yi yok edebileceği silahlara, ihracatta neredeyse Amerika'nın muadili bir silah sanayisine, teröristlerin edinmek için can attıkları nükleer materyallere ve gezegenin en büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahiptir. Doğu ve batı eksenine yayılmış dünya'nın en geniş topraklara sahip bir ülkesidir; Medeniyet fay hatlarının kavşağındadır ve Avrupa, İran ve Orta doğudan K.Kore, Çin, Hint, Afganistan ve hatta Latin Amerika'ya kadar stratejik yeteneklere sahiptir. Her şeyi hesaba katarak düşündüğümüzde, ulusal güvenliğimiz, Rusya'nın ulusal güvenliğinin bize bağlı olmasından çok daha fazla bağlıdır Rusya'ya.

Ama yine de ABD-Rusya ilişkileri, yirmi yıl öncesinde olduğundan çok daha kötü bugün. İki ülke arasındaki ilişkiler soğuk savaş yıllarındaki kadar ciddi pek çok ihtilafı içeriyor - Kosova, İran, eski Sovyet Cumhuriyetleri Ukrayna ve Gürcistan, Venezüella, NATO'nun genişlemesi, füze savunma sistemi, petrole erişim ve Kremlin'in iç politikaları - ve özellikle nükleer silahlar gibi temel meselelerde, geçmişe nazaran, fiili olarak çok daha az işbirliği yapılıyor. İlişkilerin, bir diğer silahlanma yarışı dâhil, yeni bir soğuk savaş yönüne doğru evirildiğini düşünen gözlemcilerin sayısı her iki tarafta da gün geçtikçe artıyor.

Mevcut soğuk barış, üç sebepten dolayı öncekinden bile çok daha tehlikeli olabilecektir: Birincisi, cephe hattı Berlin veya Üçüncü Dünya değil ABD ve NATO askeri gücünün gittikçe arttığı Rusya sınırlarıdır. İkincisi, Moskova'nın, Sovyet çöküşünün bıraktığı miras üzerindeki yani kitle imha stokları ve tetikte bekleyen binlerce füze üzerindeki yaralanmış denetiminde mündemiç ölümcül tehlike, geçmiştekinden çok daha yüksektir. Üçüncüsü ise geçmişin aksine, Washington ve Moskova'nın izlediği şahin politikaları frenleyecek etkin iç muhalefetin olmamasıdır. Ortalık taraftar ve amigolardan geçilmiyor.

Bu duruma nasıl gelindi? Yirmi yıldan daha kısa bir süre önce, 1989-90'da, Gorbaçev ve Reagan'ın başlattığı bir süreci tamamlayan Sovyet Rusları ve Amerikalı liderler, Mikail Gorbaçev ve George H.W.Bush, Condoleezza Rice'ın bir zamanlar yazdığı gibi "kazananı veya kaybedeni olmayan" soğuk savaşı sonlandırmada mutabık kaldılar ve "hakiki işbirliğinin" başladığı yeni bir döneme girildi. ABD siyaset eliti ve medyasının üzerinde neredeyse ittifak ettiği cevaba göre Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin'in antidemokratik iç siyaseti ve "neo-emperyalizmi" o tarihi fırsatı yok etti.

Bunun yetersiz bir açıklama olduğunu görüp anlamak için Putin özürcüsü olmak zorunda değilsiniz. Putin'in son sekiz yıl boyunca izlediği dış politikası, Washington'ın 1990'lardan beri Moskova'ya karşı sergilediği ve soğuk savaşın nasıl bittiği hakkında tekrar gözden geçirilmiş bir bakışın ürünü olan " kazanan her şeyi alır" yaklaşımına bir tepkidir daha ziyade [Bkz. Cohen, "The New American Cold War", 10 Temmuz 2006]. Gözden geçirilmiş bu muzaffer hikayeye göre Amerika, kırk yıl süren çatışmayı kazanmıştır; post-Sovyet Rusya ise mağlup edilmiş bir ulustur tıpkı II. Dünya Savaşı'nın mağlupları Almanya ve Japonya gibi-- kendi topraklarında tam egemenlik tasarruf edemeyen veya sınırları ötesindeki özerk ulusal çıkarlarının peşinden gidemeyen bir ulus.

Bugün de varlığını sürdüren partiler üstü muzaffer tavırlar, siyasi bakımdan bir takım külfetler yüklemektedir Rusya'ya. Buna göre ABD, Moskova'dan Amerikan çıkarlarına eğilmesini talep ederken, öte yandan da Rusya'nın komünizm sonrası siyasi ve ekonomik kalkınmasına, 1990'larda doğrudan yapmaya çalıştığı gibi, nezaret etme hakkına sahiptir. Yine buna göre, Washington, Clinton yönetiminin NATO'yu doğuya doğru genişletmesinde olduğu gibi Moskova'ya yaptığı stratejik taahhütlerini tutmayabilir ve Bush yönetimin, ABM antlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesi ve Rusya'nın dibindeki ülkeleri NATO üyeliğine kabul etmesinde olduğu gibi Moskova'nın yaptığı olağanüstü tekliflere burun kıvırabilir-- ki 11 Eylül sonrasında Afganistan'daki savaşa Putin'in verdiği ciddi desteğe rağmen. Ve yine buna göre Amerika'nın, Baltıklardan, Ukrayna ve Gürcistan'dan Orta Asya ve Hazara kadar Rusya'nın geleneksel güvenlik sahasına ve enerji kaynaklarına erişim hakkı vardır.

ABD'nin bu şekilde davranması, Rusya'nın güçlü tepkiler vermesine yol açacaktı elbet. Bu tepkiler Putin vakti zamanında geldi ancak Kremlin'deki herhangi bir güçlü liderin tepkisi, dünya petrol fiyatlarının tırmanmasını umursamaksızın, yine bu tepkiler olacaktı. Moskova nezdinde, Rusya'yı zayıflatmak ve kaynaklarını denetim altında tutmak üzere "çevreleme" harekâtı şeklinde değerlendirilen Amerikan politikaları, iddialı bir Rus ulusçuluğunun doğmasına, bir zamanların güçlü Amerikan lobisinin yok olmasına ve Washington'a verilecek imtiyazların "yatıştırma" hatta "kapitülasyonculuk" olduğu suçlamalarının yapılmasına hizmet etmiştir. Kremlin'in tepkisi fazla olabilir fakat sebep ve sonucun yeni bir soğuk savaşla tehdit ettiği çok açıktır.

Bu yöndeki ilk adımlar mademki ABD tarafından atıldı o halde aksi yöndeki ilk adımları da ABD atmalıdır. Üç temel ve acil şey mevcuttur: Rusya'yı egemen büyük bir devlet olarak gören ve bu büyüklüğe münasip ulusal çıkarları olduğunu kabul eden bir ABD diplomasisi; Ukrayna'ya ulaşmasından önce NATO genişlemesinin durdurulması. NATO genişlemesi, bazı şeyleri soğuk savaştan daha kötü bir şekilde tehlikeye atacaktır; tüm nükleer stokların azaltılması ve tam olarak emniyete alınması ve eli kulağındaki silahlanma yarışını engelleme yönünde görüşmelerin kaldığı yerden tekrar başlatılması. Bu ise Avrupa üzerinde füze savunma sistemi kurmayı öngören ABD planlarının ya sona erdirilmesini ya da üzerinde uzlaşılmasını gerektirmektedir. Moskova siyaset elitinin mensuplarıyla yaptığım görüşmeler, Kremlin'in ulusal güvenliğimize yönelik tehditleri artırmak yerine güvenliğimize olumlu yönde katkıda bulunacak tepkiler vermesini sağlayacak buna benzer inisiyatifler için hâla zamanımız olduğunu telkin ediyor.

Amerikan seçim kampanyalarının buna benzer hayatî meseleleri ele aldığı sanılıyor ancak senatörler McCain, Clinton ve Obama hiç de öyle yapmıyor. Aksine, her biri, Kremlin'e karşı G.W.Bush'tan daha çetin olma, Rusya'nın çevrelenmesini ve orada "demokrasinin teşviki" kabadayılığını sürdürme vaatleri veriyorlar ki bunların her ikisi de 1990'lardan beri, ABD güvenliğini ve Rus demokrasisini baltalıyor.

 

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın