Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'in hedef alınmasının sebebi, bayramda konu sıkıntısı mı acaba? Arkadaşımız Yalçın Doğan da aynı meseleye el atmış ve üstelik Mehmet Şimşek'in, Merve Kavakçı ile aynı konumda bulunduğunu ileri sürmüş.
Yalçın Doğan'ın bu yorumunu yadırgadım, çünkü verdiği bilgiler yanlışlarla dolu.
1)Merve Kavakçı Refah'tan değil Fazilet Partisi'nden milletvekili seçilmişti.
2)"Anayasaya göre, milletvekili seçilmek için Türk vatandaşı olmak gerekiyor. Kavakçı, ABD vatandaşı olduğu anlaşılınca, kendisini kapı önünde buldu " diyor Yalçın Doğan. Oysa Kavakçı aynı zamanda Türk vatandaşıydı . 12 Eylül darbesi sonrasında, Türkiye'den kaçanları vatandaşlıktan atabilmek için, antidemokratik bir yasa çıkarılmış ve yabancı ülke vatandaşlığını alanların, Türk makamlarına bilgi vermedikleri takdirde, vatandaşlıklarını kaybedecekleri hükme bağlanmıştı. Kavakçı'ya bu fıkra uygulandı.
3)Mehmet Şimşek, Türk makamlarına haber vererek İngiliz vatandaşı olmuş. Dolayısıyla Kavakçı ile aynı konumda bulunmuyor. Oysa Yalçın Doğan " Merve örneğindeki gibi ne bakan ne de milletvekili olabilir. Bu görevlerinden derhal istifa etmeli " diye yazmış.
İşte bu olmadı... Bir bakanı istifaya çağırmadan önce, insan dersini daha iyi çalışmalı. Etik açıdan mahsurlu bulanlar çıkabilir ama Şimşek'in önünde hukuki bir sakınca ve engel mevcut değil.

Mehmed Uzun'un ardından

Mehmed Uzun'un Siverek doğumlu ünlü bir Kürt edebiyatçı olduğunu ben ancak yurdumuza döndüğü 2006 yılında öğrendim. 1977'de Türkiye'yi terk ediyor; ancak geçtiğimiz yıl anavatana geri geliyor. Onun Türkiye'den uzaklaşmasına yol açan şartları doğru olarak değerlendirirsek, bugün PKK terörünün, vatandaşın bir bölümünde niçin zemin bulabildiğini daha iyi anlarız.
Sınır ötesi operasyon bir gereklilik haline geldiyse gerçekleştirelim. O kadar tekrarladık ki, bu defa " tehdidini ikadan aciz " bir duruma düşeceğiz. Ama asıl hedef, artık en yetkili ağızların itiraf ettiği gibi gençlerin dağa çıkmasını engellemek olmalı.
Bugüne kadar irili ufaklı 24 sınır ötesi harekat yapıldı. En büyüğü 20 Mart 1995'te gerçekleşti.
19 Mart 1995'te, Tunceli'den hareket eden 50 araçlık bir konvoy, PKK'nın roketatar saldırısına uğramış, 18 askerimiz şehit olmuştu. "Sözün bittiği an gelmişti" . 35 bin asker, Irak sınırından 60 kilometre içeriye kadar girdi; PKK kampları basıldı, yüzlerce terörist öldürüldü.
Terör gene can almaya devam etti. 1984'ten beri 20 binden fazla terörist öldürüldü. Ama terör devam ediyor. Çünkü, yetkililerin de sık sık tekrarladığı gibi, terörle mücadele ve teröristle mücadele aynı şey değil.
Sorun nasıl hal edilir biliyor musunuz? Mehmed Uzunları, Türk-Kürt ayırımı yapmadan bağrımıza basacağımız bir sevgi ve kardeşlik iklimi gerçekten oluştuğunda. Böyle bir iklimin oluştuğuna geniş kitleler inandığında.

Tehdit aynı, hareket yok

22 Temmuz'da tek başına iktidarla istikrarı yakaladık diye sevinirken, terörün tırmanışa geçmesiyle Türkiye'nin ufkunda kara bulutlar dolaşmaya başladı. Sınır ötesi operasyon, kısmi bir rahatlama ve psikolojik üstünlük sağlasa dahi, kalacı bir çözüm değildir.
Bunun yanı sıra, "Bakalım ne bedel ödenecek?" Tayyip Erdoğan, "Ne pahasına olursa olsun yapanın yanında kar kalmayacağını" açıklarken, "Acaba kaç şehidimizin kanı pahasına" diye düşünmeden edemiyorum.
İşte bu kaygılar içinde, internette dolaşırken, 21 Temmuz 2006 tarihli bir yoruma rastladım... Gene sınır ötesi operasyon söz konusu... Gene ABD devrede...
Birlikte okuyalım: "...Türkiye sınır ötesi operasyon yapar yapmaz mı? Şimdi Ankara'da yanıtı en çok merak edilen soru bu. Başbakan Erdoğan, Ağrı'da, 'Yarınki Bakanlar Kurulu toplantısı çok şeylere gebe' sözleriyle, sınır ötesi sinyalini verdi. Ertesi gün, önce, Terörle Mücadele Yüksek Kurulu, ardından Bakanlar Kurulu toplandı. Aynı saatlerde ABD ve Irak Büyükelçileri Dışişleri'ne çağrıldı. Hükûmetten, hem ABD, hem de Irak'a '30 Ağustos tarihine kadar harekete geçin, yoksa biz geçeceğiz' mesajı gitti... Türkiye'de, bir yıl önce de, sınır ötesi harekât yoğun bir biçimde tartışılmıştı. 3 Temmuz 2005'te Genelkurmay karargâhına giden Başbakan Erdoğan'a, askerler, 5 saat süren 'Terör ve güvenlik brifingi' vermişti. Erdoğan, 14 Temmuz 2005 tarihli demecinde, 'Türkiye, sınır ötesi operasyon yapabilir' demişti. Genelkurmay 2. Başkanı İlker Başbuğ, 19 Temmuz 2005'te düzenlediği brifingte, benzer ifadeler kullanmıştı. ABD ise, Türkiye'nin sınır ötesi girişimine sessiz kalmayacağı uyarısını yapmıştı."
Yazıyı okuyunca bir soru zihnime takıldı: Acaba bu defa da, 2005 ve 2006 yıllarındaki gibi sözümüz ortada kalacak?
Harekete geçilsin istediğimden değil de, "sınır ötesi operasyon" cümlesinin sakız gibi çiğnenmesi hoşuma gitmiyor da onun için. Tehdidin gereği yerine getirilmeyecekse, böyle bir beklenti niçin yaratılıyor?

 Kaynak: Sabah