18 Mart 2010 tarihli gazeteleri 10-15 yıl sonra arşivlerde karıştıracak araştırmacılar, 28 Şubat sürecinin en kalın zulüm damarı 'Katsayı Kıyımı'nın bu tarih itibariyle sona erdiğini öğrenecekler.

Evet... Müfredatı devlet tarafından belirlenen, yöneticileri ve öğretmenlerini devletin tayin ettiği,denetimi en ince ayrıntılarına kadar devletçe yapılan İmam-Hatip Lisesi mezunlarına, sırf birkaç paragraf daha fazla malumat sahibi oluyorlar diye, mühendis, doktor, avukat, ekonomist, mali müşavir, hatta öğretmen olma yolunu kapatan uygulama, 17 Mart 2010'da alınan YÖK kararıyla sona erdi.

'Yandaş basın'a bakarsanız durum böyle.

'Yandaş basın'; malum, Ergenekoncuların, onun avukatı CHP ile bunların askeri ve sivil bürokrasi, bazı sendika ve odalarla basındaki uzantılarının bir yaftalaması... 'Hükümet yanlısı' anlamında kullanıyorlar. Bunun bir 'yafta' ve 'gözden düşürerek etkisizleştirme' tutumu olduğunda şüphe yok.

Mamafih, böyle değil ama belki başka kriterlere göre yapılacak bir analiz, sadece basında değil, tüm alanlarda bir saflaşma ve kategorileşme olduğunu gösterecektir. Bu, kaçınılmazdır da.

Tutucu-statükocu-Jakoben-tuzukuru-seçkinci-demokrasi takiyyecisi kesimin 'yandaş' diye yaftaladığı camia elbette homojen değil. Ama en azından bugünün şartlarında daha özgürlükçü, değişim/dönüşümden yana, dünyayı daha iyi okuyabilen, statükonun yüklerinden büyük ölçüde kurtulmuş, geleceği inşa konusunda katı rezervleri olmayan geniş bir kitleyi işaretliyor.

SORUN TANIMLAMA VE ÇÖZME YETENEKSİZLİĞİ

Ancak bu kesimin, 'sorun tanımlama ve çözme' konusunda büyük bir dağınıklık, belirsizlik, strateji ve karar alma-uygulama yeteneği yoksunluğu içinde bocaladığını, en kötüsü de durumunun farkında bile olmadığını düşünüyorum. Böyle olunca, devasa bir kitle, basit sorunların bile üstesinden gelemeyen, enerjisini boşa tüketen, zaman kaybeden, gündem kaçıran, kapasite israfı yapan bir pozisyonda kalıyor.

Bu kriz yönetememe, sorun çözememe olgusunu tek bir örnek üzerinde tespit etmek mümkün: Katsayı adaletsizliği...

Üniversitelere girişte katsayı uygulaması, 28 Şubat iradesi tarafından, İmam-Hatip Lisesi (İHL) mezunlarının kendi alanları olan İlahiyat Fakülteleri dışına yönelmelerini önlemek, doktor, mühendis, avukat, öğretmen olmalarını; dolayısıyla devlette görev almalarını, iş dünyasında, bilimde, teknolojide inisiyatif almalarını engellemek, bu arada ilahiyat kontenjanlarını da iyice kısmak suretiyle onları köylerinde, kasabalarında kalmaya mahkum etmek üzere YÖK'e dikte ettirilen ve 1999'da pratiğe geçirilen bir proje: Halkı, toplumu yönetimden uzak tutma, Anadolu çocuklarının milli gelirden payını almasını ve daha yüksek standartta bir hayata kavuşmasını engelleme projesi.

KILIF LAİKLİK, MAKSAT BAŞKA...

Katsayı uygulaması, asla laiklik kaygısının sonucu değildir. 1975'te hakları olan üniversite kapılarının kendilerine açılmasından 1999'a kadar 24 yıl boyunca binlerce İmam-Hatip'li doktor, mühendis, avukat, hakim, savcı, öğretim üyesi, bürokrat oldu da ne oldu?

Laikliğe karşı tehdidin odağı olduğu iddia edilen bazı partilerin kadrolarında İHL'lilerin oranı hiçbir zaman yüzde 5'i bile bulmamışken, nasıl oldu da halkın bu okulları ve milletine, vatanına hizmetten başka hiçbir kaygısı olmayan tertemiz Anadolu çocukları devleti tehdit eden bir güç haline geldi?

Üstelik, 4 yıllık orta kısımları kapatılarak yalnızca liseye indirgenen, müfredatı da kuşa çevrilerek, Kur'ân dersleri yalnızca namaz sureleri ve ilave birkaç sure ile sınırlanmışken...

Arapça dersleri, 'ehlen ve sehlen' ile başlayıp, 'adın ne', 'nerelisin', 'sabah erken kalkar mısın', 'dişlerini fırçalar mısın' gibi, Arap turistleri gezdiren bir turizm rehberinin iki günde öğrenebileceği soru ve cevaplarla, birkaç fi'li mazi ve fi'li muzarinin çekimi;

Tefsir ve hadis dersleri birkaç küçük surenin genişçe bir meali ile örnek birkaç hadis ezberi ve her iki dersin 'usulüne' dair birkaç kavram tanımlaması;

Fıkıh dersleri, birkaç fıkıh teriminin tanımı ile 'taharet' bahsine ilave bazı ilmihal bilgileri...

Siyer, tüm liselerde okutulan tarih dersinin İslam Tarihi bölümüne 'Siret'in seçilmiş birkaç örneğinin ilavesinden ibaret...

İşte İmam-Hatip ve İmam-Hatip'li... Fiili durum bu...

Yazık ki, İmam-Hatiplilerin rejim düşmanı olamayacaklarını göstermek için ne kadar az dini bilgi aldıklarını anlatmak zorunda kalıyoruz. Keşke hiç değilse 7 yıllık dönemde olduğu kadar malumat verilebilse bu çocuklara... Nasıl bir akıl ki, "Müslümanların çocukları ne kadar az dini bilgi alırsa o kadar iyi" oluyor...Nasıl bir mantık ki, 'cehalet'i, 'tehlikeden arınma' olarak değerlendiriyor...

"28 Şubatçı aklının" bile, 'rejimi sağlama alma' mantığı ile bu kıyımı yaptırdığını düşünmüyorum. Belki, "Erbakancılar, Cuma namazını cemaatle kıldı", ya da, "Kurban bayramı bu yıl Hac mevsimine denk geldi" gibi manşetler atan gazeteciler seviyesinde, her İmam-Hatipli'yi potansiyel birer El-Kaideci gibi görenler de vardır aralarında...

Ama kahir ekseriyetinin, bunun tam aksine, halkın İmam-Hatip'li eliyle her tür iktidara ortak olma iradesini kırmak için milyonları karşılarına almak pahasına böylesi bir zulüm ve adaletsizliğe imza attıklarını düşünüyorum.

MİLLET DEVLETE KÜSKÜN

10 yıldır katı bir şekilde uygulanan bu densizliğin kişisel, sosyal ve ekonomik faturasının ağırlığı bugün olduğundan daha çok, 10 yıllar boyunca hissedilecek.

Anadolu'da aynı soyadlı ailelerde istisnasız en az bir katsayı mağduru var. Toplam mağdurlar içinde İmam-Hatip'li sayısı 1 ise, diğer meslek liselilerin sayısı 16. Yani 1 İmam-Hatipli'ye 16 meslek liseli feda edilidi.. Onbinlerce gencin geleceği karartıldı, bunlardan yüzlercesi akıl hastası oldu. Binlerce ailede ciğerler yandı, yanmaya devam ediyor.

Bu haksızlığın ve adaletsizliğin travmatik etkilerinin, bugünün mağdurlarının torunları arasında da dillendirileceği düşünüldüğünde, sessiz milyonların devlete olan küskünlüğünün sosyal etkileri yıllarca sürecektir.

Fırsatı kaçıranlar, geleceği, mesleği, kariyeri, hatta 'hayatı' çalınanlar için yapılacak fazla bir şey yok. Ama bir değişim ve dönüşüm rüzgarının estiği bugünlerde yenilerinin de kurban edilmemesi adına bu yangını söndürmek için YÖK harekete geçti. Aslında geç kalınmıştı. Toplum, çok daha önce bu yaraya neşter atılmasını bekliyordu. Ne var ki, eski YÖK yönetimleri merhem olmak şöyle dursun, yarayı daha da kanatarak uygulamayı sürdürdü.

Sonunda bugünkü YÖK yönetimi, sorunu çözme iradesi göstererek ilk adımı attı ve 22 Temmuz 2009'da katsayı uygulamasını kaldırdı.

Fakat, "On yıl boyunca kâbuslar içinde kıvranan milyonlar, rahat bir nefes aldı" demeye kalmadan, İstanbul Barosu, hiç de üzerine vazife olmadığı halde, statükonun ve Jakobenizmin temsilcisi olarak Danıştay'da iptal dava açtı. YÖK başta, kimse bunu ciddiye almadı. Çünkü, idare hukukunun en temel kurallarından biridir: "İdare (örneğimizde YÖK), daha önce aldığı bir karardan rücu edebilir, 'eski hale' dönebilir". Yani daha önce katsayı uygulamaya karar veren YÖK, her an bundan vazgeçebilir, eski uygulamaya dönebileceği gibi, yetki sınırlarını aşmamak kaydıyla, başka bir uygulamaya da geçebilir.

İMAM-HATİP SÖZKONUSU İSE...

Nitekim geçmişte yapılan tüm başvurularda Danıştay, istikrarlı bir şekilde, "Bu konuda biz yetkili değiliz, yetki tamamen YÖK'te" demişti. Yani idare hukukunun bu temel kuralına atıfta bulunmuştu. Bu konuda defalarca aynı kararı veren Danıştay'dan, kimse aksine bir karar beklemiyordu. En azından benim çevremde herkes, "Bu iş bitti. On yıllık dayatma ve zulüm sona erdi, normale dönüldü" diyordu.

Bir kişi hariç... Diyanet'te yıllarca Daire Başkanlığı yaptıktan sonra emekli olan deneyimli bir bürokrat, liseden hocam, yıllar sora karşılaştığımızda, konu açılınca, "Sözkonusu olan İmam-Hatipler olunca, kendilerini inkar pahasına beklenmedik kararlara imza atabilirler. Benim Ankara'da öğrendiğim önemli derslerden biri de budur" demişti. Sesimi çıkarmamıştm ama hocamı fazla 'yılgın' bulmuştum.

Ama hocam haklı çıktı ve Danıştay, YÖK'ün, kaynağını Anayasa'dan alan yetkisine dayanarak aldığı bu kararı bozdu: İlk defa bu konuda 'esasa' da girerek, yetkisinde olmadığı halde 'yerindelik' denetimi yaptı, hatta, eski uygulama haricinde her türlü idari işlemi iptal edeceği mesajını da içeren 'hukuk dışı' bir gerekçe yazdı. YÖK'ün, Dava Daireleri'ne yaptığı itiraz da oybirliği ile reddedildi.

Danıştay'ın iptal kararı, içlerinde yeniden umut yeşermeye başlayan binlerce aileyi ve yüzbinlerce genci şoke etti. AK Parti iktidarında eninde sonunda bir çözüme kavuşacağı inancıyla çocuklarını İHL'ye kaydettiren binlerce aile, çocukları ve yeniden sınava girerek daha iyi bir bölüme girmeyi hayal eden yüzbinler, hayal kırıklığına uğradı.

Bunun üzerine YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, "Endişeye mahal yok, bir çözüm bulacağız, kimse mağdur olmayacak" yollu bir açıklama yaptı, "Pek çok alternatifimiz var. A, B, C...Z'ye kadar planlarımız var" dedi.

Herkes biraz toparlandı. Öyle ya, kockoca Yüksek Öğretim Kurulu... Herhalde bir stratejileri vardır diye düşünüldü. YÖK Genel Kurulu toplanıp bir çözüm bulacaktı. Gözler bu toplantıya odaklandı, umutlar bu toplantıya bağlandı. Ancak Özcan, bu arada öyle bir laf etti ki, herkes vurgun yemişe döndü. Evet Prof. Özcan, "Hukuku dolanacağız" dedi, diyebildi. Böylece yeni alacakları kararın iptalini de garantilemiş oldu. Danıştay'a ve müzmin İHL karşıtlarına bulunmaz bir gerekçe ve savunma mekanizması sundu.

Sonunda YÖK Genel Kurulu toplandı ve "hukuku dolanarak" yeni kararını aldı. Bu kararla katsayı geri geldi. Ancak eski katsayıya göre meslek liselilerle diğer liseliler arasında, meslek liseliler aleyhine 50 olan puan farkı 10'a düşürüldü. Böylece Danıştay'a, "Bak, katsayıyı geri getirdik. Gerekçen kalmadı", vatandaşa da, "Farkı 50'den 10'a düşürdük. Bundan iyisi can sağlığı" denilmiş oluyordu.


MEDYA AÇIĞA DÜŞTÜ

Nitekim 'yandaş medya' mesajı hemen aldı ve ağızbirliği yapmışçasına, "Katsayı sembolik hale geldi" türünden başlıklar attı. Ama Danıştay ikna olmadı, "hukukun dolanılmasına" izin vermedi. İstanbul Barosu'nun gizli başvurusunu yerinde buldu ve 10 puanı az bularak YÖK'ün B planını (!) da iptal etti. YÖK, Dava Daireleri nezdinde itirazda bulundu. İtiraz bu kez 15'e 14 oy çokluğu ile iptal edildi. YÖK Başkanı Özcan'ın, bu duruma uygun özdeyişi de hazırdı: 14 kişiyi ikna ettik, 1 kişi kaldı.

Son olarak YÖK, 17 Mart 2010'da toplanarak yeni bir katsayı belirledi. Bu kez farkı 15 puana çıkardı. Yani C planına geçti. Tüm şartları eşit olan, yani orta öğretim başarı notu aynı, sınavda yaptığı doğru/yanlış soru sayısı ve diğer parametreleri aynı olan bir liseli ile bir İHL'li arasında kafadan 15 puan fark olacak. Bir liseli, İHL'liden 15 puan önde yarışa başlayacak.

'Yandaş basın' buna da fit oldu: Star, haberinde kararı olumladı. Sabah, Zaman, Vakit yorumsuz verdi. Bugün, haberi birinci sayfadan görmeye bile değer bulmadı. Tek muhalif ses Yeni Şafak'tan geldi, o da oldukça utangaç bir üslupla, 'Katsayıya Pansuman' başlığını yeterli buldu. Televizyonlar ise, sıradan-rutin gelişmeler kategorisinde, haberi verip geçti.

Peki şimdi neredeyiz... 22 Temmuz 2009'dan buyana ne oldu...Katsayı haksızlığı-zulmü, sona mı erdi... Sanki öyle bir hava var. Herkes halinden memnunmuş gibi bir görüntü var. Yani şu: Evet katsayı kalkmadı ama etkisi de pek kalmadı.

YÖK cephesinde durum kesin böyle. Çünkü kararı kendisi aldığına göre, başka türlüsü olamaz. Bulunduğu pozisyonun belki şöyle bir tercümesi var: Ey halkım! Gördün işte, ben elimden geleni yaptım ama Danıştay, bu kadarına izin verdi.

Tabii bunun, geleceğe yönelik perspektifinde; A, B, C planlarında bilinenler yerine konulduğunda Z planına kadar gitmeye gerek kalmadan H planında puan farkı 45'e çıkıyor. Puan farkı 45'e çıkarsa belki Danıştay da iptal giyotinini durdurur: Hadi 5 puan da benden olsun, der. Böylece katsayı kalkmış olmasa da, üniversiteye girme hakkı, sadece bir fakülte ya da amfide sınava girecek İHL'lilerin kampüsü gezme, sınıfları görme, laboratuarların önünden geçme hakkı olarak tescillenir. YÖK'ün planlar zinciri başka bir çözümü düşünmeye izin veriyor mu?

Sorunu tanıma ve çözme konusunda YÖK ve Başkanı'nın strateji yoksunluğuna rağmen, kendilerinin iyi niyetlerinden şüphe edilemeyeceği için kan kusan yüzbinler "kızılcık şerbeti içtim" diyor.

Peki yıllarca bu soruna son derece duyarlı olan (!) basına ne oldu... Yoksa duyarlı değildi de öyle bir görüntü mü verdi...Şu 15 puanın ne anlama geldiğini hiç düşündüler mi, yukarıda adı geçen gazetelerin yazı işlerindeki arkadaşlar...Kendileri düşünüp yorumlayamıyorlarsa bir bilene yorumlatmak da mı akıllarına gelmedi... YÖK'ün aldığı karara onun iyi niyetinin hatırına eyvallah mı demeli...

KATSAYI YERİNDE DURUYOR

Bu arkadaşlara şu kadarını hatırlatmak isterim: Meslek liseliler, branşlara göre değişmekle birlikte, fizik, kimya, matematik, geometri, biyoloji ve diğer kültür derslerini ya hiç görmüyorlar, ya da sembolik olarak bir ya da iki sene görüp mezun oluyorlar. Dolayısıyla başka hiçbir engel olmasa bile, özellikle son yıllarda onlarca öğrencinin full çektiği de dikkate alınırsa, zaten pek şansları yok.

Bu yetmiyormuş gibi buna 15 puanlık da bir fark konuluyor. Bir puanlık farkın bile binlerce öğrencinin mesleğini belirlediği bir sistemde 15 puanlık fark nasıl kapatılacak? Aslında katsayı tamamen kalksa bile donanım bakımından zaten derin bir eşitsizlik var. Bu açığı kapatmak için bir meslek liseli, derslerinde başarılı olup yüksek not alma zorunluluğu yanında, olağanüstü bir çaba göstermek zorunda iken, bir de 15 puanlık fark....

Sizin olumlayıp onayladığınız tablo bu işte... Yıllardır haksızlığa karşı yayın yaparken, ne dediğinizi biliyor muydunuz acaba... Ben artık bildiğinizden şüphe ediyorum...

Basının, halkın sorunlarını gündeme getirme ve gündemde tutma bağlamındaki sorumluluğu, onun, kendisini YÖK'ün yerine koymasına engeldir. YÖK'ün iyi niyetli olması, ona 'yandaş' olmayı gerektirmez.

Katsayı adaletsizliği konusunda son durum şudur:

Danıştay aslında herkesin gözünün içine baka baka, Anayasa Mahkemesi'nin, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için verdiği hukuk dışı 367 kararının aynısını kendi çapında verdi. Anayasa Mahkemesi duvarını millet, seçimde gösterdiği tepki ile aştı ve Gül, gecikmeli de olsa koltuğuna oturdu. Peki İmam-Hatip'li ve onun yüzünden mağdur olan yüzbinlerce meslek liselinin hakkı nasıl iade edilecek? Bu sorun ve soru hâlâ masada ve çözüm bekliyor...