Mısır'da bugün, kulaklarımıza mevcut krizden çıkmak için yerli bir Nelson Mandela'ya ihtiyacımız olduğunu ifade eden cümleler tekrarlanıyor. Bu cümleler bana, 1967'deki Arap- İsrail savaşındaki hezimetten aylar sonra babamın odama girip, duvarımda asılı olan Che Guavera'nın resmini gördükten sonra evimizde bu "bay"ın ne işinin olduğunu sorduğu günleri hatırlattı. Çünkü Che Guavera babama göre, bizim deneyimlerimizle alakası olmayan bir örnekti. Ben ise o dönem emperyalizme karşı tutkuyla mücadele eden bu adama kapıldığım için babamın görüşlerine katılmıyordum.

Şu anda da -tüketim çağının tam ortasında-  Mısır sahnesinin dışından "bay" Mandela modelini gerekli görmenin sırrını merak ediyorum. Neden Kahire ve Michigan üniversitesindeki siyaset bilimi profesörleri veya Beytü'l Hikme'nin müdürü Mutez Billâh Abdulfettah ve diğer birçok kişi, Nelson Mandela gibi bir modele ihtiyaç duyulduğu konusunda ısrar ediyorlar? Öyle görünüyor ki, bizi somut bir oyuncu aramaya çağıran bu model, "siyah teröristleri" şiddetten vazgeçirip, onları eski beyaz efendileriyle yaşamaya yönelten bir tarza sahip olmalı. Bu konu için de, Anissa Von Englad'ın "Terörizmden siyasete"  ve Rachel Rudolf'un "Terörün durdurulması" adlı kitapları metod açısından iyi kaynaklar gibi gözüküyor.  Bu gibi çalışmalarda tedavi, batıda " Mandela modeli de dâhil olmak üzere, terörün siyasete nasıl dönüştürüldüğü ve metodu" şekliyle ifade edilir.

Yalnız, terörün bir bakıma ehlileştirilip, toplumsal hayatın potasında eritilerek bankacılıktan, medyaya, sendikal faaliyetlerden parlamentoya ve hatta devletin yüksek tabakalarına kadar uzanması durumu Mısır'ın başına ilk defa gelen bir şey değil. Aksine Mısır'ın bu konudaki deneyimi diğerlerine göre daha zengin. Dolayısıyla, ithal modellere ihtiyaç yok. O zaman soru şu: Böylesi zengin bir deneyimi olan bu ülkenin yaşadığı karışıklıkların kaynağı ne?

Her şeyden önce, Mısır'daki siyasi kültürün sadece otoriter yönetimlerin ürünüyle oluştuğunu kabul etmek gerekir. Mısır'da son iki yılda gelişen olaylar sadece bazı elit düşünceleri değiştirdi, sosyo- iktisadi ilişkileri değiştirmeye ise gücü yetmedi. Yıllardır istikrarlı demokratik çoğulculuğun uygulanması için kurallar genişletildi ama yeni kurallar için yeni sistemler kurulmadı. Böyle olunca da köktendinciliğin yükselen farklı biçimleri, otoriter yönetimlerin ürünlerine yönelmeye başladı.

Siyasal İslam'ın ortaklarının bu karışıklıkta otoriter yönelimleri reddetmeleri doğal ve anlaşılabilir bir durum. Sorun ise, bir halk tabanına sahip olan bu ortakların, tabanlarını, geleneksel iktidarlarının ulusal ve uluslararası meşruiyetlerini tehtid eden şiddet olmaksızın görmezden gelmelerinin mümkün olmaması. Çünkü bu otorite istikrarını değil, sadece egemenliğini garanti ediyor. Kararlarından, anayasa ilanlarından ve hatta belirledikleri stratejilerinden peş peşe vazgeçmeleri ise, taraflardan her birinin diğerini siyaset sahnesinden kovmak için dayandıkları kaynakların tıkanıklığına işaret ediyor.

Peki, taraflar neden anlaşamıyor? İşte burada, "Her şey zıddı ile belli olur" atasözünü hatırlayarak Mandela modeline dönüyoruz. Bu model o dönem, en iyi şekliyle, apartheid (ırk ayrımcılığı)'ini ifade etmek için ortaya çıkmıştı. Bu örnekle ayrımlar keskin çizgilerle belli olmaya başlamıştı. Mısıra gelince ise, ayrımları keskinleştiren çizgiler sürekli yer değiştiriyor. Bugün ordunun yanında duranlar, yarın karşısında durabiliyor. Mısırda sosyal- siyasal- kültürel bloklar arasında, hatlarda veya bölünmelerde katı bir çizgi yok. Örneğin; 6 Nisan hareketi gibi önemli bir grup bugün ihvanın karşısındaysa yarın onların tarafına geçebilir. Ya da liberal bir siyasetçi olan Muhammed Baradey'e en yakın siyasetçiler Abdulmun'im Ebu'l Fettuh gibi İslamcılardan çıkabilir.  Bir dönem Mursi'nin eylemlerini olumlu bulan Amr Hamzavi, Muhammed Mursi'yi anayasayı iptal etmesi için çağıranların başında gelebilir.

Bu git-gellerin en önemli sebeplerinden biri, şüphesiz ulusal, açık ve sağlam gündemlerin varlığı. Belirlenmiş bu gündemlerden kimse, özellikle de siyaset sahnesinde kalmak isteyen hiç kimse, hiçbir şeyi tam ele geçirmeden kendini dışarıya atmaya cesaret edemez. Mısır'da yetmişlerin ortalarında Sedat'ın sosyalist birliği dağıldıktan sonra, kapitalist büyümenin kaçınılmaz olduğu konusundaki fikirler yığılmaya başladı. Bu gelişmede bir ölçüde toplumsal adaletten, bir ölçüde egemenliğin çoğulcu parlamentoya dayanan demokrasiye geçmesiyle, İsrail ile olan fiili barış ve hukukun üstünlüğünün olduğu ilkeler çerçevesinde bir gelişme hedeflenmişti. Ancak, 1954 Martı itibariye Mısır liberalizminin tükenmeye başlaması ve 1959–1973 yılları arasında yaşanan tarihi hezimetlerin yanı sıra, solcu ve liberal partilerin olmamasından kaynaklanan büyük boşluk yüzünden tabanda oluşan yanılgılar, demokratik ve sosyal adaletin temel ilkelerindeki belirsizliği arttırdı. Anayasa ve yasaları aldatıcı olanakların ortaya çıkması da, bu ulusal ve sağlam gündemlerin sadakati konusundaki tehlikeleri ortaya çıkarmaktan ve düşmanlık barındıran gölgeler oluşturmaktan başka bir şey yapmadı. Bunun en önemli belirtilerinden biri de, bugün ( en büyük hainler olarak görülen) ulusal muhalif seçkinlerinin, on dokuzuncu yüzyıldaki büyük Arap ayaklanmasının başarısızlığa uğramasından sonra aynı sıfatla gösterilen ulusalcı muhaliflerle aynı pozisyonda duruyor olmaları. O dönem Muhammed Abduh ayaklanmaların ilk başında, siyasi- demokratik ve toplumsal adalet için ortaya koydukları mücadelelerinin ve bu doğrultuda yönelttikleri anayasal isteklerinin orta ve alt tabakaya ulaşmadığını ve ayaklanmalarının başarısızlığa mahkûm olacağını söyleyerek bu ulusalcı muhalifleri uyarmıştı. Aynen de öyle oldu. Ancak Said Zağlul Paşa ve Vefd partisinin öncüleri 1919'da hukuki bilinçlerini halka taşımayı başardılar. Mısır halkının bilincinde anayasa ve bağımsızlık siyam ikizleri gibi ayrılmaz bir parça haline geldi. Çünkü anayasa, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir bağımsızlık için başlangıçtı.

Değiş- tokuş

Daha sonra, Temmuz devrimiyle gelen cumhuriyetçi yapı büyük bir takas yaparak, siyasi demokrasi alıp,  yerine sosyo- iktisadi demokrasiyi verdi. Bundan da kötüsü, dünyanın son yirmi yıldır edindiği siyasi kimlik, bu cumhuriyetin siyasi söylemlerinin omurgasını oluşturuyordu. Bu nedenle ellili yıllarda anayasa silik bir kâğıda veya mesajının hiç kimseye ulaşmadığı bir söylem haline dönüştü. Dolayısıyla ellilerden sonra siyam ikizleri Cemal Abdünnasır'ın yaptığı cerrahi operasyonla birbirinden ayrıldı.

İşte bu yüzden, 2011 yılında Kahire'de yapılan bir konferansta söz alan Mısır asıllı Fransız yazar Samir Emin, 25 Ocak devrinin temel görevinin 1919 devrimini tamamlamak olduğunu söylüyordu. Burada açık ve net olan devrimin, olan siyasi hukukun sosyo- iktisadi hukukla yeniden takas edilmesi için, bu tarihi görevi gerçekleştirmek için yol açmış olmasıdır.

Bu hiç bir zaman kolay olmayacak. Demokrasi için çalışanların yolu uzun ve keski. Bu belirsizlikten çıkmak için atılacak olan ilk adım, sağlam bir demokratik yapı kurmaktır ve öyle görünüyor ki kurtuluş cephesi bu yönde ciddi bir çaba sarf etmektedir. Ulusal kurtuluş cephesi liderleri,  geçen ayın sonunda ilan edilen anayasaya olan öfkelerine işaret ederek: tarihin çöplüğüne atılmalıdır dediler. Bundan kısa bir süre sonra da ilan edilen anayasa iptal edildi. İptalin tek nedeninin liberallerin şeyhi Muhammed Baradey'in bu öfkesi olduğunu kastetmiyorum. Ancak Baradey'in doğru bir yöne işaret ettiğini söyleyebilirim. Bu adamın en önemli özellikleri de ucuz halkçılığa olan nefreti, cesareti ve ilkelerine olan bağlılığı. Seçkinlerin ilhamı olan bu adam, Viyana'daki uluslararası büroda hazırlanmış etkin cihazlarla ve New York üniversitesindeki akademik çalışmalarla değil de, titizlikle ve günlük ayrıntıları ele alacak demokratik bir siyasi hareketin lideri olabilir mi? Bilmiyoruz..

Uzun bir göçten sonra büyük kentlerde elde ettiği parlak kariyerinden vazgeçip ülkesine dönen bu adamla hapisten çıktıktan sonra halkına koşan Mandela arasında özel bir benzerlik olabilir mi? Ben çok güçlü bir benzerlik görmüyorum. Nihayetinde, 1919 devriminin temelleri üzerine bina inşa etmek için Mandela tarzı birinin ve hatta Said Zağlul paşanın tecrübelerine sahip olmayı gerektirecek hiçbir şey yok. Hâkim iktidarın muhalifleri olan ulusal kurtuluş cephesine ve koydukları şartlara dikkat çekildiğinde, Mısır'da krizin oluşturduğu tıkanıklığın giderilmesi için ortaya konulan siyasi eylemlerin alt yapısında belirgin bir kişinin varlığı gözlemlenemez. Bu şartların başında Hürriyet ve Adalet partisinin bağlı olduğu Müslüman Kardeşler cemaatinin siyasi eylemlerden vazgeçmesi ve kendisini davet aktivitelerine adaması. Eğer bu gerçekleşirse, hukuki ve sosyal baskılardan uzak durarak etki geniş aktivitelerde bulunan "Hazimun" ve "Al atras" gibi hareketlerle yasal bir anlaşmanın önü açılabilir.

Kaynak: El Hayat
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız