Washington DC’de önde gelen bir düşünce kuruluşu, geçenlerde Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da kadın hakları ve demokrasi konusunda bir konferansa ev sahipliği yaptı. Elbette bu kıymetli bir konuydu. Üzücü olan, konferansın istisnasız bir şekilde büyük ölçüde bir içerikten mahrum olmasıydı. Genelde içi boş eylemcilik, gösteriş ve kronik "kültürel anatopizm" (kültür ya da kültürel değerlerin yanlış yorumlanması), demokratikleşme bağlamında kadın haklarıyla ilgili tüm tartışmaları istila ediyor.

Bu konferansta da bu eğilim hakimdi. Eski bir BM yetkilisi olan bir panelist, Şeriat’ı sert bir şekilde eleştirdi, kadın özgürlüğünün bununla tehdit altında olduğu uyarısında bulundu. Mesele, sert şekilde eleştirmesi değil, konuşmacının “Şeriat kanunlarının” ne olduğu hakkında hiçbir dini ya da hukuki içerik ortaya koymamasıydı. Şeriat evrensel olarak üzerinde ittifak sağlanmış kanunlar dizisi değildir. Bu terim, kadınlar için gerçekten ne ifade ettiğine dair hiçbir açıklama yapılmaksızın ortaya atılıyor.

Beyhude tartışma

Bir diğer panelist de Müslüman Kardeşler’i eleştirdi, İhvan’ın bu “meşum kanunları” “onlara” -Orta Doğu’nun özgürlük seven kadınlarına- empoze etme eğiliminde olduğunu söyledi. Konferans, ODKA (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bölgesindeki tüm kadınları temsil etme iddiasıyla “onlar”ı tek bir bireye indirgeme teşebbüsünde olduğu için bu iddialar da boşa çıktı.

Fakat kadınların özgürleşmesi nedir? Kadınlar ve bedenleriyle ilgili kritik “başlıkları” içeren tartışmaları genelde yok sayan bu soru, özgürleşmenin her bir fert için evrensel bir gerçeğe tercüme edilip edilmediğiyle ilgilidir. Ayrıca, belirli kültürel kuralların hatalı bir şekilde evrensel özgürlüğe inançla yer değiştirmesiyle ortaya çıkan karışıklık, hiç kimseye özgürlük sağlayamayacak anlamsız tartışmalara yol açar.

Batı’da liberal çevrelerin içindeki bölünmeler önemliyken, Müslüman aleminde Batı eğitimli, liberal kadınlarla muhafazakar kadınlar arasındaki ayrışma daha da derindir.

Bu da bizi, yine DC temelli siyaset çevreleri içinde feminist eylemcilikte olağan ikinci meseleye götürür. Mesela söz konusu toplumlardaki muhafazakar kesim hemen hemen daima ilgiden uzak tutulur. Mısır’da küçüklerin de içinde olduğu 21 kişilik kadın grubunun, Muhammed Mursi’yi desteklemekten 11 sene hapse mahkum edilmesi de bu tartışmadaki kayıp kesime bir örnektir.

Bu kadınlar tartışmanın bir parçası olacak kadar modern midirler? Belki evet ama problem, bunların yeterince “Batılı” olmamalarıdır, özellikle de şu başörtüleriyle.

Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki kadın haklarına sıra geldiğinde, mevcut feminist eylemcilik, bireysel özgürlüğün evrensel gerçek olarak kabul edilip edilmeyeceği sorusunu gündeme getirmelidir. Eldeki temel mesele, kültür ve dinin özgürleşme düşüncesiyle son derece problemli ilişkisidir.

Kara çarşaf giyen bir kadının, erkeklerin dünyasında baskı görmüş birinden başka bir şey olmadığı düşünülür. Onun özgürleşmesi ancak siyah elbiseyi çıkarıp atmasıyla mümkün olabilir. Buradaki, ABD siyaset merkezlerindeki görüşün bu olduğu görülüyor. Bizim kadınların güçlenmesini değerlendirmedeki standartlarımız ya da bir başka ifadeyle kriterlerimizin baştan başa gözden geçirilmesi gerekiyor.

Özgürleşmeyi tarif etmek

Mevcut yaklaşımın büyük ölçüde sübjektif olan neticesi, modernleşme ve Batılılaşma arasındaki farkın bu konuşmaların çoğunda kayıp olmasıdır. Daha önce açıklandığı üzere bu tartışmanın altında yatan varsayım, evrensel olarak tanınmış bir kadın özgürlüğü anlayışı olmasıdır. Ama gerçek, ABD’de de, Mısır’da da, başka bir toplumda da bu mesele için böyle bir şeyin olmadığıdır.

Edward Said, Oryantalizm konusundaki yazısında, Doğu’nun Batı odaklı bir görüşle ele alınmasındaki problemleri teşhir etti. Kadın hakları da bundan müstesna değildir. Said'in kelimeleri halen, Oryantalizm kitabının ilk baskısının yayımlandığı zamanki kadar anlamlıdır.

Kadın haklarının geleceğinin tartışıldığı bu konferansta üç saat oturup panelistleri dinlerken Said’in yazdıklarını düşünmeden edemedim. Ondan aktarıyorum:

"Tarih erkekler ve kadınlar tarafından yapılır. Aynı zamanda o, bozulamaz ve yeniden yazılamaz. Bu yüzden ‘bizim’ Doğumuz, ‘bizim’ Şark’ımız, sahip olmak ve yönetmek üzere ‘bizim’ olur. Ne oldukları ve ne olmak istediklerine dair görüş oluşturmak için çalışan o bölgenin insanlarının emeklerine ve yetilerine büyük saygım var. Çağımızda Arap ve Müslüman toplumların gericiliği, bunların demokrasiden mahrum oluşları ve oralarda kadın haklarının bulunmayışı konularında bu toplumlara o kadar büyük ve hesaplı bir şekilde kavgacı bir saldırı var ki, biz açık bir şekilde modernlik, aydınlanma ve demokrasi gibi kavramların o kadar da basit olmadığını ve birinin bir şeyi oturma odasındaki Paskalya yumurtası gibi bulurken diğerinin öyle bulmayabileceği gibi üzerinde uzlaşılan kavramlar olmadığını unutuyoruz. Dış politika adına konuşan ve gerçek insanların hakikatte konuştukları dil hakkında hiç bilgisi olmayan güçsüz yayımcıların olağanüstü ilgisizlikleri, Amerikan gücünün orada suni bir serbest piyasa ‘demokrasisi’ tesis etmesi için çorak bir alan doğurdu."

Said’den alınan bu paragrafta ifade edilen problemden daha önce “kültürel anatopizm” diye bahsedildi. Bu belki de gerçeği çarpıtan ve bizim iyi güdümlü ve etkili bir dış politika geliştirmemizi önleyen en zararlı entelektüel hatadır.

Şu halde mesele, özgürleşmeyi kimin tanımlayacağıdır.

Günün sonunda, örneğin Ukrayna’nın FEMEN grubu gibi liberal feminist eylemcilerin hepsinin kadınların özgürleşmesi konusunda farklı görüşlerinin olduğu ortaya çıkmıştı ama fikirlerini ifade ettikleri için yakın bir zamanda hapse atılan Müslüman Kardeşler’in kadın üyelerinin de öyle. Bir taraftan Robin Thicke’nin 2013’ün en çok satılan tekli albümü “Blurred Lines”taki gibi tecavüz kültürünü teşvik eden şarkı sözlerini tahkir etme, diğer taraftan da FEMEN eylemcilerinin Avrupa’da cami önlerinde “üstsüz cihat” yapmaları hakkında nasıl hüküm verilecektir?

Bu, cevaplanması zor bir soru olabilir ama tüm bu görüşler, adalet uğruna, toplumsal realitenin bir parçası olan farklı kültürel değerlere karşı hassas olmalıdır, buna Batılı değerler de dahil.

Elbette kadının değişim yaşayan toplumlarda erkekle eşit bir statü kazanması esastır. ODKA’da ayaklanmaların bir sonucu olarak kadınlar büyük tepki görüyorlar ve bu geçiş döneminde erkeklere göre çok daha hassas durumdalar.

Ama serbest piyasa demokrasisi gibi dışarıdan gelen bu tür mutlakiyetçi düşünceler, tarih ve kültürel değerlere göre hassasiyetle ele alınmalıdır. Bu, haksız istilalar şeklinde, felaket getiren savaşlar sonrasında yanlış çıkan faraziyelerde ve Irak’la Afganistan’da kadınların bugün 10 sene öncesine göre hiç de daha iyi durumda olmadıkları gerçeğinde unutulmuş bir şeydir.

Kadınlara özgürlük ve eşitlik getirilmesi hususunda daha yapılması gereken çok iş var ama bu özgürlük, her bir toplumdan çıkan farklı dünya görüşleri görmezden gelinerek başarılamaz.

Özgürlüğün alamet-i farikası, diğerleri tarafından belirlenen biçime uymaya zorlanmak yerine her kadının, kendisini görmek istediği şekilde olabilmesidir.

Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya