Kürtaj tartışması bir tür "suni doğum" havasında girdi Türkiye'nin gündemine, o nedenle de Uludere şokuyla birlikte konuşulurken cümleler yanlış anlamaya yol açacak bir eksik ve fazlalık içerebiliyor. Zinanın serbest, genelevlerin meşru olduğu bir ülkede kürtajı tartışmak ise, murat edilen başlıklarla sınırlı kalmayan bir tartışmaya çekilmek anlamına geliyor.

Kürtaj meselesine bakışımı Taraf'ta anlatmaya devam ediyorum. Ancak konu o denli çok yönlü ve sunulduğu "Uludere" bağlamı da öylesine netameli ki, bir iki köşe yazısıyla meramınızı kısmen anlatabiliyorsunuz.

Bu yazımda, kürtaj konusundaki fıkıh dilinin kadın unsuru dikkate alınarak yeniden ele alınması gerektiğine dair düşüncemi öne sürmek istiyorum. Esasında geleneksel fıkıh çoğu zaman öncelikle kadınları ilgilendiren konularda daha yumuşak diye düşünebiliriz bile, halihazırda kürtaj tartışmalarında kullanılan ve siyasi hesaplaşmalar nedeniyle de otorite tonu keskinleşen "eril" iktidar  dilini dikkate aldığımızda. Bu açıdan siyaset dilinin fıkıh konusunu kendi bağlamında harmanlayarak tartışırken kattığı  yeni içerik ve üslubun dini bağlamın meramına da zarar vermesi konusunda bir duyarlığa sahip olunması önemli görünüyor bana. Oysa yapılması gereken tam tersi olmalı ve kürtaj gibi bir konuda kadınların duyarlığını da hesaba katan bir fıkıh dili geliştirilmeli.

Dolayısıyla özellikle doğrudan etkilenen kadın unsurunun hakettiği özenli muamele ve dille konuşulduğu söylenemez, kürtajın şimdilerde. Bir tarafta bedeni üzerindeki mutlak tasarruf anlayışıyla ceninin, yani oluşmayı sürdüren bir insanın kaderi üzerinde de söz sahibi olduğunu düşünen kadın kesimleri, diğer tarafta ise hamile kadını bütün sebepleri ve sonuçlarıyla birlikte sinirden ve ruhtan yoksun bir taşıyıcı olarak kurguladığı izlenimi uyandıran bir ahkâm...  Nuri Pakdil'in "İnsan, seni savunuyorum sana karşı" şeklindeki sözü bu şekilde mi anlaşılmalı...

Kürtaj yasağı kimi kadınlara, kendi bedenlerine dönük sorgusuz sualsiz ve sistemli bir yaptırım dizgesi olarak göründüğü için de tepki çekiyor. Bunun sebeplerini anlayabiliriz: Hamilelikte neler yaşadığını kimse bebeği rahminde büyüten kadın gibi bilemez. Kürtaj konusunda ise her hikaye özeldir ve bazı örneklerde insan hesabını sadece Allah'a vermek isteyebilir. Bu cümleyi kurmamın sebebi, yenilerde Tahran'da duyduğum bir örnek: Tecavüz kurbanı genç kız aylar sonra hamile olduğunu öğreniyor, ailesinin dışlaması sonucu benzinle kendini yakarak feci bir şekilde can veriyor. Düşük, kürtaj, bebek ölümü, kadın dünyasının acılı, iz bırakan haberleri...

Bir araştırma yaptım: İranlılar merdiven altı operasyonlarını dikkate alarak kürtajı yasaklamamış ancak ciddi denetime bağlamışlar. Yani kürtaj tamamen yasak olmasa da başvurma sebebi fıkhen açık, anlaşılır, kabul edilebilir olmalı.

Kadınların büyük çoğunluğunun kürtaja acı duyarak katlandığını biliyorum tabii. Kürtaj pek çok  kadında bütün hayatı boyunc ataşıyacağı bir azap anlamına da geliyor. Bu açıdan "kürtaj hakkımız" sloganı "haklar" açısından bakılamayacak tepkisel, hatta kırgınlık yüklü bir anlam ifade ediyor öncelikle, bana kalırsa. Çünkü Müslüman olarak Allah'ın yaratımındaki amaçlarının göz ardı edilemeyeceği  bir incelik ve ustalıkla "yaratılmış", bu nedenle de sırlara haiz, kısmen kendine yabancı, dolayısıyla ilahi denetimi ciddiye alan bir beden görüşü üzerinden yaklaşıyorum kürtaja.

Ancak bu görüşümün mustazaf kadınların bir kısmında pratik bir karşılığı olmadığının da farkındayım. Çocukken etrafımda kürtaj olan kadınlar eksik değildi, üstelik namazlı abdestli kadınlardı bunlar. Bir takım tepelerde, ağaç altlarında ölüm göze alınarak rahimden kazıtılmış ceninlerin işaretsiz mezarları açılırdı. Kendi başına kürtaj girişimlerinin anne ve lohusa ölümlerindeki payı çok açık.

Kürtaja ilişkin görüşlerimi bütün kadınlara dayatamam, ancak onlara elimden geldiğince "rahim" kavramının kavramsal olduğu ölçüde pratikte de taşıdığı güvenliğin, eminlik vasfının mahiyeti üzerine düşüncelerimi anlatmaya çalışırım. Kadınları hamilelik konusunda ancak robot misali taşıyıcılar olarak işaret eden üslup son derece itici. Tecavüz eseri bir hamileliğin ardından dünyaya getirdiği –ve bu tür tecavüz çocukları için ayrılmış kuruma vermek istemediği- çocuğu nedeniyle toplum tarafından dışlanan  Bosnalı kadının yaşadığı acıları gözardı ederek hayra kapı açacak bir kürtaj eleştirisi mümkün mü...

Bu konuda bana yöneltilen sorulara, bir bebek sırf babası sapık bir tecavüzcü diye yaşama hakkından mahrum bırakılabilir mi, diye cevap veriyorum. Ancak hamile kadın da ruhsuz bir taşıyıcı değil ki... Tecavüz eseri hamilelik nedeniyle bir kadın neler hisseder, sinirleri bu yolculuğa ne kadar dayanır, kendi canından mı olur nihayet, bu sorulara yeni bir dille cevap aramak gerek... Her insan özel bir kişiliktir. Bu açıdan bakılacak olursa "piç" damgasının ahlakiliği de tartışmaya açık. Meşru olmayan bebeğiyle yaşama mücadelesi veren bir kadına toplumun bakışı son derece acımasız. Kaldı ki tartışmanın arka planında ensest yönü de olabilen tecavüz eseri hamilelikler eksik değil. Gelgelelim bir de sağ salim doğmayı başaran bebeklerden çok daha yüksek oranda bir ölü bebek nüfusu var insanlığın. Kimisinin doğmaya kendiliğinden takati yetmiyor, kimisi de bir sebeple yük olacak gözüyle bakıldığı için dünyaya doğma bahtiyarlığını tadamıyor.

Demek istediğim kürtaj yasaklansa dahi bize bazan hatalı gelen sebeplerle yeraltı operasyonlarıyla mevcudiyetini koruyacak; toplumun mustazaf kesimlerine de uzanan bir zihniyet değişimi gerçekleştirmemişsek. Aksi takdirdegönülsüzce hamile kalan ve bunu sürdürmek istemeyen  kadınlar ilkel şartlarda istemedikleri bu hamileliği sonlandırmaya çalışacaklar. Bu nedenle de kimi kadınlar hayatlarını yitirirken, yaşamaya direnen cenin bazen sakat (ya da ruhen sakat) bir insan olarak yaşamak üzere gelişerek dünyaya gelecek.

Biz bunu bir grup Müslüman kadınla Erzurum'da Abdurrahman Gazi Vakfı'nda konuştuk iki hafta önce: İdeal olan her kadının ruhen ve bedenen hazırlıklı olduğu, ya da hazırlıksız yakalansa da aşkla karşılaması mümkün bir hamilelik olmalı değil midir... Toplumu, kültürü, kadını ve erkeği bu doğrultuda bilinçlendirmediğimiz takdirde kürtaj ister yasaklansın, isterse yasaklanmasın, bir şekilde varlığını sürdürecek.

Yaradan'ın şefkati, rahman ve rahim özellikleri sitayişle hatırlanırken, cenini taşıyan bedene ilişkin de ilkeli, aynı zamanda incelikli bir yaklaşımın geliştirilmesi büyük önem taşıyor.  TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün'ün "Tecavüzcü babanın suçunu cenin çekemez, tecavüze uğrayan kadın doğurmalıdır. Doğurunca devlet ona gerekli yardımı yapar"  şeklindeki açıklamasının kimi kadınlara ilettiği, bir kuluçka makinesi gibi görüldüğü düşüncesi oluyor. Bu tür bir dilin kadını ve anneliği soyut bir şekilde yücelten telakkinin bir parçası olarak eleştirilmesi, kadın varlığına bir saygının gereği olarak bana önemli geliyor. Aksi takdirde Müslümanların kadınları saygın/anlamlı kişilikler olarak değil de salt kuluçka makineleri gibi gördüğü şeklindeki bir telakki bu soğuk, sert açıklamalar karşısında kendini mazur bilecek.  Fakat daha önemlisi bizim bu açıklamaların dili konusundaki "muhafazakârlığımız"...

Bu "muhafazakârlık" konusunda da çelişki aşikâr: Kadınların yoksulluk ya da sosyal zaaflar nedeniyle bedenlerini satmasının olağan karşılandığı ve vergi ile meşruiyet kazandığı bir ülkede siyasal otorite Uludere gibi bir kıyımın üzerinden kürtajı gündeme getiriyorsa, sorunun idelojik bir saflaşma halinde konuşulacağı da bekleniyor olmalıydı. İnsan hayatını ve haysiyetini ilgilendiren son derece hassas kavram ve olgular, siyasal oportünizmle alelacele gündeme yapıştırılacak ve yamalar halinde konuşulacak yerde, çok daha düşünülmüş ve hazırlık yapılmış olarak ele alınmayı hak ediyorlar.