Fransa'nın soykırım suçlarını inkar yasasına Ermenileri de eklemesine yönelik geliştirilen savunmacı tepkilerin toplamına bakıldığında muhteşem bir tutarsızlık ortaya çıkıyor. Bir yanda modernleşmenin, jakoben laikliğin anayurdu saydığımız, aydınlarımızın aklını başından alan medeniyetin beşiği Paris, diğer yanda artık bize ait değil dediğimiz düne ait bir şeyden dolayı aşağılanmanın dayanılmaz çelişkisi. Tıpkı Ermeni saldırılarının başladığı dönemde bunlara kol kanat geren tavrı karşısında "şeyhü'l-muharririn" Burhan Felek'in Fransa'ya karşı hayıflanışı gibi. "Sarayın istibdadına karşı İttihatçıları kollayan "özgürlükler yurdu" Fransa bize bunu mu yapacaktı?" mealinde Milliyet'teki yazısını dudaklarımda buruk bir tebessümle okuduğumu hatırlıyorum.

Ne var ki bir zihniyet olarak İttihatçılık Osmanlı aydınları ve yöneticileri için bir kırılmayı, kopuşu temsil eder. İttihatçılık bir imparatorluğu dağıtan aceleciliğin ve özgüven kaybının adıdır. İttihatçılığın hangi tarihsel şartlarda doğduğu, nerede yanlış yaptığı ayrı bir konu... "Keşke olmasaydı" demek mümkün belki ama bu keşkelere bakarak tarih yazılamaz. Fakat İttihatçılık tarihte kalmış bir olgu olsaydı nesnel koşullar içinde tarihçi soğukkanlılığı ile ele alıp defteri kapatmak mümkündü. Hem İttihatçılığın yol açtığı büyük kırılmanın sonuçlarını hâlâ yaşıyoruz hem de bu zihniyet hâlâ devam ediyor.

Fransa hayranı mağrur aydınları çaresiz biçimde tutarsızlıklar yumağına düşüren; Amerikan rüyasından hiç uyanmak istemeyen sonradan görme seçkinleri her yıl Kongre huzursuzluğuna iten; "soykırım" iddiaları başta olmak üzere "Osmanlı karanlığından" kurtulmanın, çağdaş medeniyete dahil olmanın, Batılılaşmanın hazzını yaşamaktan onları alıkoyan pek çok konuda yüzleşilmesi gereken konu: İttihatçılıktır. DEVAMI>>>