ABD Devlet Başkanı Barack Obama yönetiminin Suriye'deki iç savaşa daha fazla güç kullanarak müdahale etmesi için yapılan baskılara uzun süre direnmesi, birkaç iyi ve sağlam gerekçeden dolayıydı. En başta, çoğu Batılılaşmış Suriyeli (Hristiyanlar da dahil), Amerika Birleşik Devletleri'nin yerinden etmeye çalıştığı Esad hükümetini desteklediği ama onun düşmanlarının kesinlikle Amerika'nın dostları olmayıp gerçekten en tehlikeli Müslüman fanatikleri de içerdiği düpedüz hakikatinde görüldüğü üzere, orada dini, etnik, bölgesel ve küresel siyasetin kesiştiği tamamen girift bir ihtilaf vardır. Ama mesele yok: İki sene kendisini dizginledikten sonra yönetim -isyancılara "doğrudan askeri yardım" göndermeye karar vererek- tarafını seçti, şimdi de taraf içinde tarafları seçiyor.
Şimdiye kadar, Irak ve Afganistan'da karmaşıklıkları idare etmeye yönelik başarısız teşebbüslerden sonra, herkes aklı başında olarak her başarılı müdahalenin, savaşın korkunç ben kazandım sen kaybettin basitliğini gerektirdiğinin farkına varmalıdır. Bu yoksa başarı da olmaz. Sonunda, ABD çabalarında kan ve servet maliyetlerine bakılmaksızın -burada maliyetlerin içinde Rusya'yla daha büyük husumet de var- halen tüm tarafların, hoşlarına gitmeyen her şeyden Amerikan kâfirini suçlaması muhtemeldir. Aynen Afganistan, Mısır, Irak ve Libya'da olduğu gibi. Ne durumun giriftliği ne de kaçınılmaz olarak Amerika'nın kötü niyetleriyle ilgili suçlamalara (petrol hırsı, İslam'a karşı savaş ya da her ikisi) bir faydası olur ama bir şekilde Obama yönetimi bir adım attı. Suriye'deki mevcut şartlar iyi bir sonuç çıkma ihtimalini hemen hemen tamamen ortadan kaldırıyor olsa da -diğer isyancıların silahlandırılmasının verdiği acı tecrübelerden elde edilen- aşağıdaki beş kural en azından zararın asgariye indirgenmesine yarayabilir.
Kural 1: Arkadaşlarınızın kim olduğunu anlayın
İlk kural, siyasi olarak müttefikleri tanımaktır. Obama sonunda resmi olarak Washington'un isyancılara silah vereceğini duyurduğu zaman bu açıklama birkaç önemli ibareyi ihtiva etmelidir: "Biz bölgedeki müttefiklerimizle birlikte faaliyet gösteriyoruz" ya da daha iyisi, "bölgedeki yakın müttefiklerimiz ya da daha ötesi." Ama bu zaruri ifadeler dile getirilirken, emir komuta zinciri içinde tüm ABD personelinin, Beşşar Esad rejiminin bekasını izah eden vahşi hakikatlerin tam olarak farkında olmaları esastır: Amerika'nın "bölgedeki müttefikleri" görünürdeki avantajlarına rağmen belirgin şekilde etkisizdir. Katar Emiri Hamad Bin Halife El Sani, daha başlarda "Suriye halkına" tam desteğini ilan etti, para gönderdi, tuhaf fiyatlardan silahlar satın aldı (ve çok azını teslim etti). Her ne kadar silahlı kuvvetleri küçük ve savaşa destek vermek için yetersiz olsa da onun halen kasasında milyarlarca doları var ve her aklına eseni satın alabilir. Aynı şey Suudiler için de geçerli. Onlar isyancıların desteklenmesinde Katarlılara göre çok daha az gürültülüler ama Esad'a karşı Sünni savaşının gerçek lideridirler. Bunların da kaynak bakımından hiç eksiklikleri yoktur.
Katar ve Suudilerin bol keseden vaatlerine rağmen Ürdün'deki Suriyeli mülteciler sefalet içindeler. Öyle ki, çaresiz kalan aileler tarafından çocuk gelinlerin satıldığına dair sürekli haberler geliyor. Ayrıca, isyancılara silah akışı da kayda değer derecede zayıftır. Bu hiçbir şekilde para hırsı meselesi değildir, bu daha ziyade bu iki ülkenin operasyonel yetersizliğini yansıtır. Bir seneden fazla bir süredir Washington, diğer ülkelerin para ve silah akıtmalarına razıdır ama Esad'ın isyancılara karşı son zaferleri, Obama'yı harekete geçmeye mecbur etti. Suudi ve Katarlı idareciler, para ya da silah dağıtımını akıllıca yapmaları için güvenebilecekleri dürüst ve etkili yetkililere sahip değiller. Eski kötü günlerde Suudiler, daha sonra silahlarını kendilerine doğrultmasından önce Usame Bin Ladin'e çuvallar dolusu 100 dolarlık banknotlar teslim etmişlerdi. Şimdi de onlar tek bir kişi olsaydı bir lidere para çuvallarını teslim etmeye gönüllüler ama El Nusra etiketini kabul edenler de dahil ABD tarafından en tehlikeli cihatçılara silah verilmemesinin şart koşulmasıyla, çok sayıda Suriyeli talepkâr arasında seçim yapmak üzere bölgeyi yetkililerle dolduramıyorlar.
Çok daha büyük sürpriz ise Türkiye'nin her bakımdan görülen yetersizliğidir. Başlarda, karakteristik patlamasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ateş açmayı durdurması ve görüşmelere başlamasını Esad'a neredeyse emretti. 75 milyon nüfusu, hızla büyüyen ekonomisi, bir milyon kişilik ordusu ve Suriye'yle 510 millik sınırıyla Türkiye'nin bu yüzleşmede hakim güç olması gerekirdi. Gözü korkup teslim olmak ya da sadece yumuşamak yerine Esad rejimi açıkça Erdoğan ve Türkiye'nin emperyal iddialarıyla alay etti, Türkiye'deki İslamcı hükümetin Sünni fanatiklerden başka bir şey olmadığını ifade etti ve sonra, Türkiye'deki şehirlere defalarca top mermileri göndermeden önce sınırı geçen bir Türk savaş uçağını düşürecek kadar ilerledi. Türkiye'nin bu hakaret ve saldırılara tepkisi ne mi oldu? Hiçbir şey. İşte Türkiye'nin Suriye'de Amerika Birleşik Devletleri'nin müttefiki olarak yapabileceği de budur: Hiçbir şey.
Ülkede uzun süredir Sünni idareciler tarafından zulmedilen 15 milyon-20 milyon Bektaşi ve Alevi, Suriye'de Sünnileri kuvvetlendirecek her türlü eyleme karşı çıkarlar. Buna ilaveten, çoğu Türkiye'ye katılan Suriye'nin parçası Hatay'da olmak üzere, Suriye sınırı boyunca 2 milyon Alevi var ki bunlar vatandaşları Esad'ı şiddetle destekliyorlar. Sonra Suriye sınırı boyunca şehirlere hakim olan Kürtler var ve bunlar uzun süredir direndikleri Türk silahlı kuvvetlerinin herhangi bir eylemine otomatik olarak karşı çıkarlar. Her şeyin başında da Türkiye'de iktidardaki AKP İslamcı partisi, güya geniş çaplı Ergenekon gizli planından yola çıkarak silahlı kuvvetleri kıpırdayamaz hale getirmek için onlarca çok üst düzey subay hakkında komplo suçlamalarında bulundu. Bunlar parti gözünde hem laikliği savunmak hem de demokrasiyi tehlikeye sokmaktan suçludurlar. Bunu çok iyi başardılar ama bu durum Türkiye'yi gücü olmayan bir ülke olarak bıraktı. Bu da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun hep iddia ettiği, Ankara'nın bölgesel güç, vasati bir güç ya da Yeni Osmanlı gücü olup olmadığı hakkında son yıllarda yapılan ciddi tartışmalar göz önüne alındığında son derece ironik bir sonuçtur. Dünya, Türkiye'nin küçük bir güç bile olmadığını keşfetti. En önemlisi de, Amerika Birleşik Devletleri'nin Esad'a karşı savaşta sadece müttefik eksikliği çekmekle kalmayacağı, Türkiye'de Suriye'deki rejimi destekleyen -bazıları, karşı karşıya geldiklerinde ABD personeline saldırmaya ya da en azından Amerikalıları öldürmek için Esad'ın ajanlarına yardım etmeye hazır ve gönüllü olan- çok sayıda kişi olduğu göz önüne alındığında düşman bir çevrede faaliyet göstermek zorunda da kalacağıdır.
Kural 2: Tüm işi yapmaya hazır olun
Bu "müttefikler" göz önüne alındığında, sadece ağır parçaları değil tüm yükü Amerika Birleşik Devletleri'nin yüklenmesi gerekecek. Katar ve Suudi Arabistan'dan muhtemel para koparılması dışında şimdi kimseden pek yardım alınamayacağında bir yanılma olmamalıdır. Bu da hangi Amerikalıların kirli silah akıtma işini yapması gerektiği hususunu gündeme getiriyor. Çoğu durumda operasyonel açıdan yetersiz olsa da daima bürokratik açıdan mahir olan CIA, eskiden beri Washington'da eylemlerin son aşamasında mevcuttur. Ama silah tedarik edilecekse yalnızca diğer Suriyelileri bastırmak isteyen Sünni kötü adamlarla Suriye'de küresel cihat yapan gerçekten kötü adamlar arasındaki farkı dile getirebilecek yegane Amerikalılara çağrı yapılması esastır. İhtiyaç duyulan, gerçekten bölge Arapçasını konuşan gerçek uzmanlardır: Irak'ta "uyanışları" ABD askerlerine saldıran cihatçıları mağlup eden Sünni aşiret isyancılarını başarılı bir şekilde destekleyen ve sonra da onları kontrol eden düzenli ABD ordusu ve Deniz Piyadeleri subayları. Bunlardan bazıları Ortak Özel Operasyonlar Komutası altında Suriye'deki isyancılara desteğe zaten müdahil olmuş durumdalar ama eğer görev genişleyecekse Irak'ta aynı işi yapmış yedek askerlerden gönüllüleri göreve çağırmak iyi bir fikir olacaktır.
Kural 3: İleride geri almak isteyeceğiniz bir şeyi vermeyin
Bu, portatif uçaksavar silahları tedarikindeki kadar, karşılaşabilecek herhangi bir kimyasal silahın belirlenmesi ve bunlarla başa çıkılmasında uzmanlığı da ihtiva eder. Suriye'de muhtemelen bazıları eski 9K32 "Strela-2" ya da SAM-7 modellerinden çok daha etkili olan ve teröristler tarafından sivil uçaklara karşı kullanılan zaten çok sayıda uçaksavar vardır. Her ne olursa olsun, ABD'nin bu silahlara muadilleri -FIM-92 Stinger'in yeni versiyonu- asla tedarik edilemez. Bunlar, Afganistan'da Sovyet kuvvetlerine karşı büyük bir başarıyla kullanılan orijinallerinden çok daha öldürücüdür. Aslında, Suriye hükümetinin isyancı hedeflerini bombalamak için uçakları kullanmasını sadece tehditlerle önlemek mümkündür -Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Çin'in rızasının alınamayacağı göz önüne alındığında, elbette masa altı tehditler. Suriye uçaklarının herhangi bir şekilde ABD tarafından durdurulması, gerginliği şiddetle tırmandıracaktır ama Esad, Amerikan savaş uçaklarının Kıbrıs'taki İngiliz tesisleri de dahil, yakınlardaki üslerden sadece dakikalar içinde Suriye hava sahasına ulaşabileceğini çok iyi bilir.
Kural 4: Diğer bir büyük güçten gelecek denk ve karşı tepkiye davetiye çıkarmayın
Gerginlikte herhangi bir şiddetli tırmanış ihtimali bizi hemen Kural 1 ya da Über 1 kadar Kural 4'e götürür: Rusya'dan anlayış görmeye yönelik ciddi ve tam kapsamlı çabalar olmadan hiçbir şey, en küçük bir hafif silah tedariki bile yapılmamalı. Rusya Esad için çok sayıda müttefikten biri değildir, tartışmasız baki kalan tek askeri müttefikidir. Uçuşa yasak bölgenin kanunsuz bir şekilde serbestçe bombalama bölgesine dönüştürüldüğü Libya'da aldatıldıktan sonra Ruslar, iş birliği yapacaklarsa, Esad için azalmış da olsa görevin devam etmesi de dahil, Suriye'de tazminat isteyeceklerdir. Bunlar Sünni üstünlükçüleri tatmin etmeyecektir ama Washington'u tatmin etmelidir, zira onun için ne isyancıların mağlubiyeti ne de zaferi başarılı bir sonuç teşkil eder. Esad'ın koltuğunu koruması karşılığında Rusların, Washington için esaslı taviz vermeleri gerekir: İran ve Hizbullah'la açık ve nihai kopuş -ki bu, İsrail kadar Suudileri de memnun edecektir.
Kural 5: Oyunun sonu için bazı temel kurallar koyun
Beşinci ve son kural, bazı daha acı tecrübelerin bir yansımasıdır: Her ne olursa, özellikle de rejim çökerse, temizlenmesi gereken hükümetle muhafaza edilmesi gereken devlet arasında keskin bir ayrılığı korumak zaruridir. Bu, Tarım Bakanlığı ve diğer türdeki teşkilatlar kadar düzenli ordu ve polis gibi kurumları da içerir. Esadların idaresi altında onlarca yıl Baasçı (ama gerçekten laik) yönetim, bürokraside Nusayriler, Hristiyanlar, Dürziler ve İsmaililerin yükselmesinden yana oldu. Eğer ABD'nin silahlarının Sünnilerin zaferine yol açan bir etken olduğu ispatlanır ve Sünniler de bunları işten atarsa Suriye devleti parçalanır. Bunun felakete yol açan tüm sonuçları Irak'ta tecrübe edildi. Maaşları ödenmeyen asker ve polisler eşkıya ve isyancı oldular; su ve elektrik de dahil kamu hizmetleri bozuldu; kaos ve mezhepçilik yayıldı. Durum böyleyken, Esad sonrasında Suriye muhtemelen etnik mini devletlere bölünecek, ama devlet aygıtı da çözülürse bunun sonucunda çıkacak anarşi, özellikle berbat olacak ve kontrol edilemez şiddet olaylarına yol açacak. Bunun kısa ve uzun vadede çok kötü sonuçları olur. Levant'ın ihtiyacı olan son şey, bir başka Somali ya da ona benzer birkaçıdır. En baştan isyancılara devlet memurlarını topluca işten çıkarırlarsa (Irak ve Afganistan'da yapıldığı gibi) tüm yardımların kesileceği ifade edilmelidir.
* * *
Obama yönetimi şimdiye kadar Suriye'yle ilgili konularda ihtiyatlı bir tavır sergiledi. Rejimin son zamanlarda isyancılara karşı başarılar elde etmesi sonrasında İran ve Hizbullah için zafer olmasının önlenmesi için yönetimin isyancılara biraz yardım etmesi gerektiği, (Esad'ın kimyasal silah kullandığının doğrulandığına dair kesin olmayan ve karanlık iddialara rağmen) ikna edici bir şekilde savunulabilir. Öyle olsa bile, yönetimin ihtiyatı yeniden ele alması -ve bu beş kuralı aklında tutması- ümit edilir.
Kaynak: Foreign Policy
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu