Dünyanın Durumu

Yalnızca kısmen medenileşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Bunu söylüyorum çünkü uluslar arasındaki çatışmaların insanları öldürerek, savaş denilen yolla çözüleceğine inanmayı halen sürdürüyoruz. En çok sayıda kişiyi öldürmeyi başaran, kazanan taraf oluyor. Ama gene de insanları öldürmenin cinayet olduğunu, en katı cezayı hak eden berbat bir suç olduğunu hararetle söylüyoruz. Yaptığımız apaçık ikiyüzlülüktür. Kitlesel olarak öldürmek yüceltilmeye değer bir şeyken, tek bir adamı öldürmek iğrençtir. Düşünüşümüzde yanlış bir şeyler var. Oysa, kendisini müdaafa edenler affedilebilir ama öldürmeye başvuran saldırganlar affedilemez.

Ancak durum böyle değil. Adalet ve hukukun üstünlüğünden dem vuruyoruz. Hukukun üstünlüğünün tarafını tutmaları için ülkeleri zorluyoruz. Ancak, hukukun üstünlüğünü en çok dile getirenler, başkalarından tarafını tutmalarını ve saygı duymalarını istedikleri kanunları kendileri kaba bir şekilde hiçe sayarken hicap duygusuna kapılmıyorlar.

Bugünün dünyası, ikiyüzlü bir keşmekeşliktir. Yüksek perdeden dile getirilen his ve sloganlara rağmen cinayet işlemeye devam ediliyor ve adaletsizlik her yere hâkim. Zengin ve güçlü olan, başkalarının kitle imha silahlarına sahip olmasını engellemek uğruna savaşa çıkarken, daha fazla kitle imha silahları icat ediyor, üretiyor ve kendini bu silahlarla teçhiz ediyor.

Keşmekeşin kökeni

Bugün içinde yaşadığımız keşmekeşin kökeni, geçmişin batı emperyalizmine gider dersem hata etmiş olmam. Emperyalizmin en parlak devrinde halkları bölen sınırları çizmek, diğer halkların topraklarını işgal etmek için çok sayıda insanı harekete geçirerek demografiyi değiştirmek çekinilecek bir iş değildi; ve imparatorluklarından vazgeçmek zorunda kaldıklarında heryerde zaman ayarlı bomba bıraktılar, ırki, dini, iktisâdi, mâli ve askeri zaman bombaları. Her ne kadar kendileri sömürgelerini işgal ederken otoriteryan kural dayatmışlarsa da, yeni kurulan devletlerin demokrasiyle yönetilmesinde ısrar ettiler.

Yapılan en büyük adaletsizliklerden biri de Filistin toprağının alınması ve İsrail devletini kurmak üzere Yahudilere verilmesidir. Kendi ülkenizde başınıza problem açanlara vermek üzere başkalarına ait olanı almak o kadar kolaydı ki. Avrupa'yı Yahudilerin tâlanından kurtarmak için Filistinliler kurban edilmeliydi.

Yahudiler Avrupa ülkelerinde her daim problem teşkil etmişlerdir. Gettolara hapsedilmek ve dönem dönem katledilmek zorundaydılar. Fakat hâla var olmayı sürdürdüler, kuvvetlendiler ve tüm hükümetlere fidye ödettiler. Nazi Almanyasının katliamından sonra bile dünya için daha büyük problemlerin kaynağı olmak üzere hayatta kaldılar. Holokost nihâi çözüm olamadı. Onlar için bir devlet kurmanın daha iyi bir çözüm olabileceği düşünüldü. Yahudiler için daimi bir getto olmak üzere bir miktar Avrupa toprağı da tahsis edilebilirdi. Fakat, eğer bu yapılsaydı, etkilenen Avrupa devleti silahlanacak ve daha önce olduğu gibi yine tüm Yahudileri öldürecekti. Bu yüzden Uganda, Afrika, Latin Amerika'da bir yer veya Filistin'de bir İsrail devleti kurulması üzerinde yürüyordu tartışma. Britanya mandası olan Filistin'de karar kılmak öylesine kolaydı ki. Manda topraklarının devri ile ilgili kısıtlamalar gözardı edilebilirdi. Yeni bir şey değildi bu – resmi olarak verilmiş sözlerden/taahhütlerden caymak, Avrupalılarda yaygın bir hastalıktır.

Filistin

Filistin'deki insanların büyük bir çoğunluğu o zamanlar Arap müslümanlardı. Hıristiyan Arapların ve Yahudilerin sayısı çok azdı. Fakat dünya, Filistin'i, Arap Filistin devleti olarak tanımıştı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap topraklarının bir parçası, Şam veya Suriye olabilirdi. Fakat İngiliz ve Fransızlar mahalli nüfusu hiçe sayarak Şam'ı muhtelif Arap devletlerine bölmeye karar verdiler, ki Filistin bunlardan biridir. Halkın arzularını topyekûn hiçe sayarak, Filistin Britanya mandasına verilmişti.

Bu yakın tarihtir. Yakın tarihi gözardı etmeliyiz. Geçmişi düşünmeliyiz. Tarihi olarak Yahudiler tarafından zaman zaman işgal edildiği ve yönetildiği vâkidir. Ancak Yahudilerden önce de Kenanlılar vardı. Yahudiler Filistin'i Kenanlılardan gaspetti. Madem ki geçmiş sahiplerini tanımalıyız, o halde Kenanlılar Yahudilerden daha fazla hakka sahiptir. Kenanlılar Araplaştılar ve bugünün Filistinlileri, en azından içlerinden bir kısmı, Kenanlıların torunları olmalıdır. Dolayısıyla tarihi olarak Filistin Arapları, Filistin'de onu yer yer işgal eden ve hâkim olan Mısırlı Yahudilerden daha fazla hakka sahiptirler.

Bu yerin yalnızca kadim tarihini esas alamayız demek ki. Keyfi taksim öncesinde Filistin'de mevcut olanı kabul etmek daha meşrudur. Bağımsızlık arayışındaki her sömürgeye bunu uyguladık.İngiliz mandasındaki topraklar Arap Filistiniydi ve böyle tanınmıştır. İngilizler, İsrail yahut Yahudi topraklarında manda sahibi değillerdi. Konuyla ilgili tarihte Filistin, Arap'tı.

Kitab-ı Mukkades'te İsrail'e atıf mevcut olabilir fakat o zamanlarda bile bir ulus devlet değildi ve hakikatte Kenan'ın belli belirsiz parçasıydı. Kutsal kitapta anılmış olmasına dayalı olarak bu toprakta münhasır hak iddiası, tüm tarihi iddiaları meşrulaştırmaktır, ki dünya toprakları ve sınırlarında büyük değişikliklere yol açmakla sonuçlanacaktır. Sonu gelmez çatışmalar ve savaşlar olacaktır zira bir toprakta tarihi hak iddiasında bulunmayacak hiçbir ülke yoktur. Malezya'nın bile pek çok iddiası var. Singapur, Johor'un parçasıydı. Fakat biz, böyle bir iddianın elverişsizliğini farkettik.

Manda toprakları

Fakat Filistinlilerin iddiaları meşrudur. Filistin toprakları Osmanlı Türkiyesi'nden ayrıldıktan sonra 60 yıl evveline kadar onların toprağıydı. Topraklar yaklaşık bu kadarlık bir süre için ve orada yaşayan insanlara, Filistinli Arap çoğunluğa ve Yahudi azınlığa, geri verilebilecek zaman kadar İngiliz mandasına verilmişti. İngilizlere toprağı başkasına, ve kuşkusuz bir devlet kurmaları için Yahudilere verme hakkı verilmemişti. Sözlerinden cayan İngilizler vahim bir adaletsizlik yaptılar.

Filistin tarihine ve kökenine hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Filistin mandasını orada yaşayan halka geri vermenin dışında başkasına devretme salâhiyeti yoktu. Filistinli Arapların tümü müslüman değildi ama büyük bir çoğunluğu muhakkak ki müslümandı. Çok az sayıda Arap Hıristiyan ve Yahudi mevcuttu. Onlar da vatandaş olacak ve Filistin'deki hakları her ne ise muhfuzdu.

Filistinli Araplara yalnızca Arap olarak, tüm Arapların toprağının halkı nazarıyla bakılmalıdır. Fakat Araplar topraklarını ulus devletlere böldüler ve her biri kendi ulusallığına sahip. Arap devletleri açıktır ki Filistinli Araplara kendi vatandaşları nazarıyla bakmıyorlar. Filistinli Araplar, Filistin vatandaşıdır. Dolayısıyla Filistin, Filistinli Arapların toprağıdır.

Filistin toprağının gaspı

İsrail devletinin kurulması uğruna Filistin toprağının gaspı, emsalsiz bir hâdisedir ve Filistinli Arapların öldürülmeleri ve topraklarından, ülkelerinden çıkarılmaları eşliğinde yaşanmıştır. Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan etmiştir. İngilizler, idâre etsinler ve göz kulak olsunlar diye mandalarına bırakılmış bir halka karşı yapılan gayri insani muamelenin pekâla farkındaydılar şüphesiz.

İngilizler topyekûn kabahatli olmalarına rağmen Filistinli Arapları korumak için parmaklarını bile oynatmadılar. Ama gene de Filistin'de bulunan gayri Yahudi toplulukların sivil ve dini haklarına halel getirecek hiçbir şeyin yapılmayacağını çeşitli belgelerde belirtmekten de geri kalmıyorlardı. Ülkelerinden kovulan Arap Filistinliler, topraklarını ve mallarını kaybettiler, son 60 yıldan daha fazla bir süredir mülteci olarak başka ülkelerde tahammül edilemeyecek şartlar altında yaşıyorlar.

Ülkelerine geri dönmeyi istemeleri hata mı? Ülkelerine geri dönmek için her türlü yolu denemeleri hata mı? Ülkelerine karşı bu şekilde bir his beslemeleri tabiî değil mi?

Karşı koymak ve istilacılardan, işgalcilerden topraklarını çekip almak için hiçbir araçları yok. Arap Birliğine çağrıda bulunarak konvansiyonel bir savaşla mirâslarını geri almaları için yardım etmelerini istediler. Fakat kardeş ülkeleri, sadece İsrail'in değil, dünyanın en güçlü ülkeleri ABD, İngiltere ve Fransa'nın dengi değillerdi.

Eşit olmayanlar arasındaki savaş altmış yıldır sürüyor. Filistinliler bu süreç zarfında daha fazla toprak kaybettiler. Ellerinde kalan topraklara Filistin devleti demelerine bile izin verilmiyor, İsrail devleti izin vermiyor ve batılı güçler de belli ki bunu onaylıyorlar. Onlarınki şimdi sadece Filistin Otoritesi. Aşağılanma üstüne aşağılanma. Toprakları üzerinde Yahudi yerleşimleri inşa ediliyor ve yüksek duvarlar Filistinli aileleri birbirinden ayırıyor. Toprakları üzerinde inşa edilen yolları bile kullanamayabilirler. Aşağılanma üstüne aşağılanma. Gazze toprakları İsrailliler işgal edildi. Binlercesi öldürüldü, binlercesi yaralandı. Ateşkes sonrasında bombalamalar ve roket atışları halen sürüp gidiyor.

Ancak, düşmanları onların ruhunu dize getirmeyi ümit ediyorsa şayet, yanlış yapıyorlar. Filistinliler yıkılmadı. Ruhları daha güçlü. Yüzyıl hatta daha fazla da sürse, hak ve adalet için savaşmayı sürdürecekler.

Dünyanın tutumu

Dünya bu savaşı gözardı etmeyi diliyor olabilir, çekilip gitsin istiyor olabilir. Fakat çekilip gitmeyecek. Tam aksine, Batının terörizm demeyi tercih ettiği şeyi doğurdu.

Bu eylemleri kınayabiliriz fakat insanlar bir köşeye sürüldükleri vakit, nasıl karşı koymaları gerektiği hususunda ince eleyip sık dokumazlar. Saldırganların sahip olduğu silahlardan mahrum olanlar, tasarladıkları ilkel silahlarla yetinmek durumundadırlar. Onlara, intihar bombalamaları gibi eylemlerin gayri ahlâki olduğunu, kurbanlarının küçük çocuklar olduğunu söylemek, onları durdurmayacaktır. Herşeyden evvel, İsraillilerin bombaları ve roketleri onları vurduğunda, hiçbir bilimsel kesinlik/isabet derecesi Filistinli çocukların, yaşlıların, hastaların ve muharip olmayanların sakatlanmasının ve ölmesinin önüne geçmeyecektir. Filistinliler bu saldırılarla dehşete düşmektedirler. Onların hissettikleri terör/tedhiş, gerçektir. Dolayısıyla saldırganlar, onların nezdinde teröristtir. Devlet terörizmi, gayri nizâmi olandan daha az ürkütücü değildir.

Gazze'de ayrım gözetmeden gerçekleştirilen bombalamalar, fırlatılan roketler ve sâkinleri içerideyken evlerin yıkılması, halkı apaçık dehşete düşürmektedir. Sivillere karşı dehşet verici saldırılar da terör eylemi olarak görülmelidir. İntihar bombacılarının gayri muharipleri öldürmeleri ile yukarıdan bırakılan bombalarla, uzaktan ve gözden ırak yerlerden fırlatılan roketlerle veya zırhlı buldozerlerle evleri yıkıp içeridekileri öldürmek arasında çok da bir fark var mı?

Müslümanları terörize etmeyi/tedhiş etmeyi haklı kılmak

2001 Eylül'ünde Dünya Ticaret Merkezi'ne saldırıda bulunuldu. Bu saldırıyı müslümanların düzenlediğinden şu an emin değilim. Saldırıların sahnelenmiş olduğuna dair güçlü deliller var. Şayet Avatar'ı yapabiliyorlarsa, herşeyi yapabilirler. Savaş bahanesi bulmak için masum insanları öldürmek, Amerika için yeni bir şey değildir.

Fakat ister gerçek olsun isterse sahnelenmiş, 11 Eylül saldırıları ABD ve batılı ülkelere hizmet etmiştir. İslam dünyasına saldırı başlatma bahanesine sahipler. Afganistan ve Irak'ın işgalinden ayrı olarak, dünya müslümanları, terörist olduklarını ispatlamaları için her türlü hakarete mâruz kalan 1.6 milyar müslüman, aslen terörist ilan edildi.

Bugün, dünyaya emniyetsizlik duygusu hissettiriliyor. Herkes teröre karşı savaşmak zorunda. Milyarlarca dolar terörle mücadeleye harcanıyor. Yönetimler bilhassa hava yolculuğunu etkilediler; havayolu şirketleri, hava yolculuğundaki azalma yüzünden milyarlarca dolar kaybediyor.

Terörle mücadele tedbirleri tam işe yarıyor görünürken, patlak veren yeni bir olay, hava yolculuğunda emniyetin sağlanmadığını gösteriyor.

Hava yolu şirketlerine ve yolculara büyük mâliyet ve külfet getiren yeni tedbirler alınıyor. Fakat zırhta her daim bir çatlak yine de olabiliyor. Gözü dönmüş “teröristler” güvenlik tedbirlerini zekice alt edebilecek yeni yolları yine de bulabilirler.

Ayakkabılarını tarayıcıdan geçir, kozmetik şişelerine el koy, iç çamaşırlarını ara, vücutlarını tarayıcıdan geçir, elinden geleni yap ama insanlar ölmenin zulüm altında yaşamaktan, hürriyet ve şeref olmaksızın yaşamaktan daha iyi olduğunu hissettiğinde, saldırı tehdidi her zaman mevcut olacaktır.

Batılı güçlerin mücadelesini verdiklerini iddia ettikleri terörle savaş, batı sanayisinin fabrikalarından boşalan ileri teknoloji ürünü ve mâliyetli silahlarla kazanılamaz. Terörle mücadele esasen gerilla savaşıdır. Muharabe sahası tüm dünyadır.

Gerilla savaşları ordularla, donanmalarla, en yıkıcı ve en ileri silahlarla mücehhez hava kuvvetleriyle kazanılamaz. Dünya bunu henüz fark etmedi. Sonunda her daim gerillalar kazanır. Vietnam'da, sömürgelerin bağımsızlık savaşlarında gördüğümüz buydu. Yönetimler dize gelebilir ama gerillalar savaşa devam eder.

Gerilla savaşları ancak ve ancak insanların kafalarını ve gönüllerini elde etmekle kazanılır. Dünya çapındaki gerilla savaşının muayyen bir davası vardır: Filistinlilerin kaybettiği toprağı geri kazanmak. Filistin halkına karşı işlenmiş bir adaletsizliktir bu; altmış yıldır ilkel kamplarda yaşamaya mecbur tutulan Filistin halkının sefaletidir; işgal edilen Filistin'deki topraklarının iadesini istemek üzere geri dönme haklarının inkarıdır.

Dünya, Filistin topraklarında İsrail devletinin kuruluşuna dek güvenli bir yerdi, insanlar işlerini yapabiliyor, yolcuk edebiliyor ve hayattan zevk alıyorlardı. Emniyet yok artık. İsrail devletinin kurulmasından sorumlu kişiler için, ahlâki, mâli ve askeri destek vererek onu ayakta tutan insanlar için emniyet olamaz. Dünyada herhangi bir yerde saldırıya uğrama veya öldürülme tehlikesi her zaman mevcut olacaktır.

Her müslümanı terör zanlısı yapmayı tercih ederlerse, 1.6 milyar müslümanın dünyanın her bir köşesinde pusuda beklediğini kabul etmek durumundadırlar.

Şayet bugünkü şiddetin ve ayrım gözetmeyen öldürme olaylarının başlıca nedenini yok etmeyi tercih ederlerse, bu durumda, dünyanın yeniden emniyetli bir yer olması için iyi bir fırsat var demektir, havaya uçurulma, kaçırılma veya vurulma tehlikesi olmaksızın dünyada herhangi bir yere gidebilirler.

Dünya, başlıca nedeni idrak etmelidir yani Filistinlilerin kaderini. Dünya onların acılarından kaygı duymalıdır. Dünya bu hastalıklara şifa bulmalıdır.

Bazıları bunun şantaja boyun eğmek olduğunu düşünebilirler. Pekâla, konvansiyonel savaş, bir ülkeye saldırmak da şantajdır. Teslim ol ya da öl ve mahvol. Teslim ol yoksa askeri saldırı tehdidi seni çekiçlemeye devam edecektir. Bu da şantajdır. Dikkate almadığında bedelini ödeyeceksindir.

İsrail tektaraflı olarak Filistine yasak uyguluyor

Yahudiler başka topraklarda sığınacak yer her zaman bulmuşlardır. Avrupa'nın onlara sık sık eziyet ettiği, gettolara hapsettiği hatta katlettiği doğrudur. Fakat her ne zaman Avrupa'da eziyete uğrasalar, müslüman ülkelerde güvenli cennetler bulabildiler. Müslüman ülkelerde hayatlarını sürdüler, dinlerini yaşadılar, mâli ve ticâri işleri yolunda gitti.

Fakat kendileri için bir ülke edindiklerinde, Yahudi olmayan göçmenleri reddettiler. Daha da kötüsü, ülkelerini, topraklarını ve mallarını gaspettikleri bir halkın eve dönüşüne bile izin vermediler. Bu insanların, geçmişte eziyet çekerken onlara sığınacak yer sağlamış o aynı insanlar olmasının Yahudiler için hiçbir anlamı yok gibi duruyor.

Yahudilere bir vatan bulmak için Filistin toprağının gaspedilmesiyle, batı en uzun ve en büyük gerilla kurtuluş savaşını başlatmıştır. Batı, bunu yapmakla vahim bir hata yaptı. Uluslararası uygulamalardan ve kanunlardan çekinen bir devleti destekleyerek bu hatayı devam ettiriyor.

Şayet gerilla savaşının sona erdiğini göreceksek, batı hatasını kabullenmeli ve en azından, Filistinli Arapların anavatanlarına dönme haklarının tahakkuku için yardım etmelidir. Fazla şey istemiyorlar. İstedikleri şeyin hepsi, istikrar ve adalet, Kudüs ve Filistindir.

Malezya eski başbakanı Mahathir Muhammed'in Kudüs'e Destek Konferansı'nda yaptığı konuşma metnidir.

Kaynak: Global Peace Perdana, Malezya

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı