Bazı insanlar, İsrail sağının son dönemde İsrail-Filistin ihtilafına tek devletli bir çözüm bulunmasına destek veren beyanlarına şaşırıyor; bu açıklamalara göre, ilhak edilecek olan işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilere İsrail vatandaşlığı vermeye hazırlar. Şaşıranlara şaşırıyorum, zira sağcıların pozisyonu 1967’den beri buydu.
Sadece, ilhakçı bir tutumu açıkça savunmak kolay değildi. Bu toprakların bizim olduğundan, Yahudilerin İsrail Ülkesi’nin her yerine yerleşme hakkından söz ederken, buralarda sadece toprak değil insanlar, yani Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan milyonlarca Filistinli)olduğunu bilmezlikten gelmek çok daha kolaydı.
Şimdi dillerinin altındaki bakla rahatça çıkıyor. Giderek daha fazla İsrailli Filistinlilerle müzakerelerin, İsrail’in yanında bir Filistin devletinin kurulmasını öngören bir anlaşmayla sonuçlanması ihtimalinin çok düşük olduğunu daha açık görüyor. ABD’nin özel temsilcisi George Mitchell bir buçuk yıllık çabanın ardından tarafları müzakere masasına oturtamıyorsa, şu besbelli ortada demektir: İyi niyetlerine ve ihtilafı çözme kararlılığına rağmen, Amerikan başkanının bu yöndeki çabaları başarılı olacak gibi görünmüyor.
Sağın her daim karşı olduğu ve bugün iliklerine işlemiş ilhakçı niyetlerini ortaya sermek için kullandığı iki halk için iki devlet vizyonunun başarısızlığını ilan etmekten daha kolay ne var? Bugünkü fark, bu ilanın insan hakları savunucuları tarafından bile desteklenen süslü bir söylemle yapılması. Bu nedenle, Amerika mazisi de olan eski Likud üyesi siyasetçi Moşe Arens gibi biri iki devletli çözümü desteklediğinde, sanki ilhamını Amerikan demokrasisinin etnik olmayan sivil kavramlarından alıyormuş
gibi bile görünüyor.
Şimdi hepimizin göreceği şekilde ortaya dökülen ilhakçı hakikate, onun arkasında saklanan bir yalan da eşlik ediyor. Bazı sağcı sözcülerin görünürde önerdiği şey, sivil eşitliğe bağlıymış ve milliyetçilikle zerre alakası yokmuş izlenimi veriyor. İşgal altındaki Filistin nüfusuna İsrail vatandaşlığı önermekten daha iyi ne olabilir? Fakat sağın sözcülerinin medyadaki açıklamalarını dikkatle okursanız, kimsenin İsrail’in ilhak edeceği topraklarda yaşayanlara otomatik vatandaşlık ve oy kullanma hakkı vermekten söz etmediği ortaya çıkıyor. Bir ‘süreç’ten söz ediyorlar ve bazıları bunun bir nesil süreceğini öne sürüyor.
Bu arada ne olacağı belli. İlhak edilecek olan işgal altındaki toprakların Arap sakinlerine vatandaşlık önerilebilir, fakat bu şartlara tabi olacak. (Demokratik) bir Yahudi devleti olarak İsrail’e sadakat beyan etmeleri gerekecek. Sıkı bir güvenlik soruşturmasından geçirileceklerini tahmin etmek de güç değil. Keza Ürdün’deki ve diğer ülkelerdeki akrabalarıyla yasal veya başka türden bağlarını koparmalarının isteneceğini de. 1948 Bağımsızlık Savaşı’nın mültecileri olanların ve torunlarının İsrail’e dönme hakkından ve mülkiyet iddialarından vazgeçtiklerini beyan etmeleri de bir şart olarak dayatılacaktır.
Kısacası, işgal altındaki toprakların ilhakı gerçekleşmiş olacak, fakat gerçekten eşit vatandaşlık falan verilmeyecek. Sağda kimse şu an eşit vatandaşlıktan söz etmiyor. Gerçekçi bir perspektiften bakıldığındaysa, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi ilhak etmesinin mümkün olmadığı açık. Dış dünyayla ilişkileri açısından böyle bir adım atması imkânsız. İsrail bir apartheid devleti değil, fakat sağın Ürdün’den Akdeniz’e uzanan tek bir devletten dem vuran sözcülerinin bunu hayal ettiği anlaşılıyor. Bilgiç ve tatlı sözler, derindeki gerçeği veya yalanı gizleyemiyor. (İsrail gazetesi, 4 Ağustos 2010)
Kaynak: Radikal