Şu an için hiçbir somut karar, onların kaygılarını desteklemiyor. Ama ABD'deki İsrail taraftarları açıkça kaygılarını ifade etmeye başladılar. Bu son haftalarda, yeni Amerikan yönetiminin açıkça eski ekibin Yakındoğu politikasından kopmayı tasarladığını ifade etmeye başladığını da söylemeliyiz.

Öncelikle Barack Obama'nın nisan ayı başında Ankara'da TBMM'de yaptığı konuşmada ABD'nin [İsrail-Filistin sorununda] iki halklı iki devletli çözüme bağlılığını dile getirdiğini anımsatalım. Bundan birkaç gün sonra Amerikan özel temsilcisi George Mitchell de İsrail ile Filistin arasındaki çatışmanın "tek ve en iyi çözümünün" iki devletli çözüm olduğunu belirtiyordu. Bu yeni Amerikan yaklaşımı, açıkça böyle bir ihtimali yadsıyan yeni İsrail hükümetinin tavrıyla çelişmektedir. Başbakan Benyamin Netanyahu, seçim kampanyası boyunca sürekli olarak Filistinlilerin ekonomik durumunu iyileştirmenin daha ivedi olduğunu belirtmişti. İsrail hükümetinin yeni dışişleri bakanı Avigdor Lieberman, Avrupa ziyaretinin İtalya ve Fransa safhalarında yine başbakanından farklı bir yaklaşım sergilemedi. İsrail hükümeti, müttefiklerini asıl ivedi konunun İran'ın nükleer gücü olduğuna ikna etmeye çalışmaktadır. Ancak İran konusunda da Obama hükümetinin yaklaşımı hem İsrail yetkilileri hem de onların ABD'deki en ateşli savunucularının zihninde çeşitli soruların ve kaygıların oluşmasına neden olmaktadır.

"ABD, en kötü düşmanına güven vermek için en sadık müttefikini kurban edecek mi?" Muhafazakâr Amerikan gazetesi Washington Post, bugün yayınladığı başyazısında bu soruyu sormaktadır. Soru formuyla ifade edilen bu kaygının temelinde iki unsur bulunmaktadır. Burada öncelikle Obama'nın yinelediği İranlı yetkililerle doğrudan ve koşulsuz bir diyalog başlatma iradesi bulunmaktadır. ABD başkanı, görüşmelere başlamak için İran'ın uranyum zenginleştirme programını askıya alması önkoşulundan vazgeçerek, kendisine muhalefet edenlere göre mahkûm edilmesi gereken bir naiflik göstermektedir.

ABD'de İsrail'i destekleyenleri endişelendiren ikinci bir nokta daha bulunmaktadır: Gelecek yıl mayıs ayında New York'ta nükleer gücün yaygınlaşmaması anlaşması hakkında yapılacak olan uluslararası konferansı hazırlamakla görevli olan Amerikalı yetkili Rose Gottemoeller'in son beyanları. Rose Gottemoeller, "TNP [Nükleer gücün yayılmaması antlaşması]'ye Hindistan, İsrail, Pakistan, Kuzey Kore'nin de dahil olduğu evrensel ölçekte bir katılım ABD'nin temel hedefi olarak varlığını sürdürmektedir." Bu beyan 1960'lardan beri yürürlükte olan İbrani Devleti hakkında kararlaştırılmış muğlaklık siyasetiyle kopuş iradesini ifade ediyor gibi. İsrail, somut olarak nükleer silahlara sahip olduğunu hep reddetti. Ancak bu konunun uzmanların çoğunluğunun ortak görüşüne göre İbrani Devleti 80 ile 100 arasındaki nükleer başlıklı silaha sahip. Nükleer Gücün Yaygınlaşmasının Önlenmesi Antlaşması'na katılım İsrail'i bu silahlardan vazgeçmeye zorlayacaktır. Bu, İsrail kadar müttefiki ABD'nin de reddettiği bir ihtimaldir. Benyamin Netanyahu, ilk kez İsrail başbakanı olduğunda o zamanki ABD başkanı Bill Clinton'a, "Biz Nükleer Gücün Yaygınlaşmasının Önlenmesi Antlaşmasını imzalamayacağız; çünkü intihar etmek istemiyoruz." demişti.

Washington Post'un başyazısında da bundan farklı bir şey söylenmiyor: "Yakındoğu'da bir barışın olmasının en önemli etkeni, her şeyden çok İsrail'in nükleer cephanesi oldu. İsrail ile İran arasında nükleer güç konusunda bir koşutluk kurmak tehlikeli ve naif bir tavırdır. Eğer Barack Obama, Yakındoğu'da sürekli bir barışın inşasıyla ilgileniyorsa stratejik muğlaklık siyasetini sürdürmelidir." Buna koşut olarak, Barack Obama'nın muhalifleri de Başkan'ın Yakındoğu hakkındaki projeleri karşısında savunmalarını güçlendirdiler. Eski Temsilciler Meclisi Başkanı Newt Gingrich, ABD'nin güçlü Yahudi lobisi AIPAC'ın yıllık toplantısı fırsatından yararlanarak, Barack Obama'nın İran'la diyalog başlatma isteğini "Barack Obama'nın bu konu hakkındaki yaklaşımı Jimmy Carter'dan bu yana gördüğümüz en belirgin zaaf işaretidir." sözlerini de ekleyerek bir "fantezi" olarak nitelemekten geri durmadı.

Joe Biden, AIPAC önünde, "İsrail iki devletli çözüm için çalışmalı. Belki şimdi söyleyeceklerim hoşunuza gitmeyecek ama İsrail, artık yeni yerleşimler kurmamalı. İsrail, halen var olan iç sınır karakollarını kaldırmalı, Filistinlilerin serbestçe giriş çıkışları ve ekonomik perspektiflere ulaşmaları sağlanmalıdır." dedi.

Zaten yine aynı topluluk karşısında Beyaz Saray Genel Sekreteri Rahm Emmanuel de İsrail-Filistin çatışmasının çözümünde bir ilerlemenin Arap ülkelerini İran'ın nükleer hırsları karşısında daha güçlü bir siyaset etrafında toplamayı sağlayacağını da belirtmiştir. İsrail'in ateşli taraftarlarına göre bunlar yeni Amerikan hükümetinin geleneksel müttefikini Arap ülkelerinin sempatisini kazanmak için kurban edeceği kaygısına neden olan göstergelerdi.

Oysa Filistin konusunda daha etkin bir söylem dışında ABD'nin politikasını değiştirdiğini gösteren hiçbir belirti bulunmamaktadır. Ayrıca İsrail'e yapılan askerî yardım, finansal krizin Amerikan hükümetinin dış ülkelere yaptığı yardımı kısıtlamaya yönelttiği halde, yine değişmeksizin 3 milyar dolar düzeyinde sürmektedir. Dolayısıyla iki ülke arasında bir kopuş söz konusu değil. Durum, İsrailli yöneticilerin bir ABD başkanında görmeye alışık olmadıkları yeni bir yaklaşım tarzı içinde olmasından ibarettir. RFI France 6 MayIs 2009
 
Kaynak: Zaman