Suriye rejiminin yandaşları ve özellikle de ulusalcı olanları sağdan soldan toparladıkları örneklerle sevgili rejimlerinin nasıl olup da siyonist emperyalizmin komplosuna maruz kaldığını dile getirebilir. Sanki Siyonist rejimin işi gücü yok, kendi varlığına tehdit oluşturan ve direniş ekseninde olduğunu iddia ettiği halde Filistin'in %78'inin siyonistlere verilmesine itiraz etmeyen bir rejimi bir şekilde başından defetmek için gece gündüz demeyip komplo üretmekle uğraşıyor.
Bu arkadaşlar, Suriye rejiminin direniş ekseninde bir rejim olduğu ifade edildiğinde bunu, Ortadoğu'daki mevcut durum ışığında söylediğimizi unutuyorlar. Zira bölgede Hüsnü Mübarek rejimi türünden, Siyonist rejime her türlü siyasi ve askeri desteği vermekten çekinmeyen devletler bulunuyor. Bu türden devletlerle karşılaştırıldığında bunları yapmayan başka devletlere direnişçi diyorlar. Bu nedenle biz, ideolojik kavramlarımıza göre Suriye rejiminin ne direniş ekseninde ne de mevcut küresel sisteme muhalif olduğunu düşünüyoruz. Zira direniş ekseninde olmak demek siyonist İsrail'le sınır sorunları üzerinde çekişmek demek değil, bilakis onun varlığına dair bir itiraz geliştirmek demektir.
Peki, Suriye rejimi tıpkı diğer Arap ülkeleri gibi İsrail'in varlığını meşru kabul ederken itirazını sadece onun uluslararası kararlara bağlı kalmamasına yöneltmiyor mu?
Suriye yönetiminin İsrail'in Güney Lübnan'dan çıkartılmasına büyük katkı sağladığı gerçeğini inkar edemeyiz ancak bu bölge, İsrail'e ait olduğu yönündesiyonist kamuoyunda genel bir kabule zaten sahip olmamış bir bölgedir. Ayrıca Güney Lübnan'ın İsrail'e ait olduğunu ifade eden dini bir kanıt ya da tevratta geçen bir argüman da yoktur. Benzeri bir akıl yürütme Gazze Şeridi veTevrat'a göre lanetlenmiş şehir olan Eriha'ya da tatbik edilebilir. Yine de bütün bunlar, Hizbullah'ın Suriye'nin desteğiyle Güney Lübnan'I işgalden kurtarmasının önemini azaltmaz, şayet Hizbullah olmasaydı siyonist ordu hala oradaydı. Her halükarda bütün bu argümanlar Suriye rejminin kendisini savunması için kullandığı bir takım delilerden başka bir şey değil, Suriye rejiminin ilkeleri ve değerleri savunalım gibi bir kaygısı ise hiç bir zaman olmadı.
Güney Lübnan'ın İsrail işgalinden kurtulması ve 2006 Temmuz savaşının ardından alınan uluslararası kararlara Hizbullah'ın bağlı kalmasından sonra Lübnan'da direniş namına herhangi bir şey kalmadı. İsrail de böylelikle her ne kadar aşağıda bir kısmını sayacağımız bir takım ihtimallerle Hizbullah'ın silahlanmasına yönelik bazı çekince ve endişeler ortaya koymuş olsa da son tahlilde Hizbullah gibi bir başağırısından kurtulmuş oldu. Bu ihtimalleri saymak gerekirse, birincisi muhtemel bir İsrail saldırısının nükleer silah sahibi İran rejimiyle bir çatışmaya sevk etmesi, diğeri de şimdilik uluslararası kararlara bağlı kalan Hizbullah'ın İsrail'e karşılık verme ihtimalinin bulunmasıdır.
Bugün sormamız gereken soru şudur: "İsrailliler Esed'in kalmasını istiyorlar mı istemiyorlar mı?" En azından teorik olarak bu konuda şu ya da bu yönde kesin bir kanaatte bulunmak oldukça zor görünüyor. Zira İsrail yönetimi şu ana kadar Suriye rejiminin hızlı bir söküş sürecine girdiğini henüz görmüş değil. Halbuki İsrailli liderler, Arap halk hareketlerinin başkalarını yanılttığı kadar kendilerini yanılttığını da itiraf etmekten çekinmiyorlar.
Ancak somut veriler,farklı nedenlerden dolayı hala İsraillilerin durumun olduğu gibi kalmasını istediklerini gösteriyor. Birincisi, herşeyden önce alıştıkları bir rejimle karşı karşıya olduklarını düşünüyorlar ve bu rejimin siyasi sınırlarını biliyorlar. Örneğin, bu yönetime bir çok kez oldukça sert tokatlar attılar, ancak karşılığında sözlü kınama ve uyarıları aşan ciddi bir karşılık görmediler. (Deyruz Zor nükleer tesislerinin bombalanması, Suriye toprakları içerisinde Suriyeli, Filistinli ve Lübnanlı şahsiyetlere yönelik suikastlar vs.)
Suriye rejiminin çöküşü, İsrailliler bakımından oldukça derin sonuçlara yol açacakmış gibi görünüyor. Doğal olarak bu, aynı zamanda Arap baharının devam edeceği anlamına geliyor ki İsrail'in var oluş hakkını kabul etmeyen Arap halklarının siyasi karar gücünü yeniden ele geçirmesi halinde bu durumun İsrail'in varlığına yönelik bir tehlike ve tehdit teşkil edeceği kesin gibi görünüyor. Bundan da önce devrimler zinciri, bir domino etkisi gibi bütün Arap rejimlerini etkileyecektir ki bu da İsrail'in istim üstünde olması demektir. Bu saydıklarımızdan önemce aşağı olmayan şey, Suriyedeki rejim yıkıldığında yerine gelecek alternatifin garanti olmaması.
İsrailliler çeşitli siyasi ve güvenlikle ilgili noktalarda fiilen ileri dönemde işbaşına gelecek alternatiflerden, özellikle de İslamcıların bu konudaki rolünden korkuyorlar. Burada bazıları çıkıp Suriye İhvanı üst düzey eski liderlerinden Beyanuni'nin İsrail'in uluslararası kararları uygulaması durumunda bölgeye barışın egemen olacağı yönündeki ifadelerini hatırlatabilir. (Böyle bir şey haddizatında mümkün olabilir mi?)Bu hatırlatmaya karşı bizim söyleyeceğimiz şey ise, hiç bir İslami hareketin şayet İslami hareket olarak kalmak istiyorsa siyonist yapıyı (İsrail'i) tanımayı kabul edemeyeceğidir, kaldı ki Arap ve Suriye halklarının bunu kabule yanaşmayacağını iyi idrak etmek gerekiyor.
İsrailliler içerisinde Esed rejiminin yıkılmasının ve yerine Sünni bir rejimin gelmesinin İran'ın ve dolayısıyla da Hizbullah'ın elini zayıflatacağını düşünenler de var. Onlara göre bu durum yakın vadede siyonist rejimin lehinedir (Zira nükleer proje onlar için en büyük tehdit.) Başka bazıları da yeni rejimin Batı'ya bağlı olacağını düşünüyorlar. Bu teze göre yeni rejim, İbrani devletiyle (İsrail) olan ilişkisinde son derece yumuşak olacak. Ancak "Yeni rejimin insanların duyumsadıkları rahatsızlıkları ve endişeleri sadece dile getirmesi ve halkın sözcüsü olması bile onu, şu anki rejimden çok daha direnişçi hale getirecektir" tezi, İsrail açısından rahatsız edici bir durum olarak varlığını sürdürecektir
Bazıları ise, direniş ekseninin Esed rejiminin sona ermesiyle birlikte birlikte yıkılacağını dile getiriyor ki bu bence doğru bir yaklaşım değil, direniş ekseninden daha önemli olan halk eksenidir ve halk ekseni de Amerikan yanlısı ılımlı eksen gerileme kaydettikçe varlığını sürdürecektir,. Bunun yanında bölgemizde meydana gelen değişimler, işgal yönetiminin lehine olan gelişmeler olmayacağını da şimdiden söylemek mümkün.
Özetle, İsrailliler, Suriye'deki rejimin gitmesindense kalmasını tercih etmeye daha yakın duruyorlar. Böylece, Baas partisine meyleden bazı milliyetçi, solculardan çok daha öngörülü olduklarını söyleyebiliyoruz. Zira, İsrailliler biliyorlar ki Suriye halkı kendisine Esed'den çok daha garazkar, tıpkı diğer Arap halklarının kendi rejimlerinden İsrail'e çok daha fazla düşman oldukları gibi.
Burada İsrail'in özellikle de Mısır'da olan bitenleri rikkatle takip ettiğini dile getirmek gerekiyor. Zira, Mısır'ın geleceğinin kendi varlığıyla ilgili gelişmeler hususunda çok daha öze ilişkin tesirleri olacağını biliyor. Mısır'ın Batı'ya olan bağımlılıktan kurtulması, eski merkezi rolünü yeniden oynaması demek, bölgedeki mücadelenin geneline hatta Arap baharının tümüne etki etmesi demek. Etki bununla da sınırlı kalmayarak İran, Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkileri de etkileyerek, bu üçlünün Arap-İsrail çatışmasına ilişkin tavrına da etkisi olacak.
Bu, Suriye'de yaşananların İsrail'i rahatsız etmediği anlamına gelmez. Ancak İsrail'in Suriye rejiminin gücünü hissetmesi, müdahale etmekten çok biraz daha beklemesine neden olmaktadır. Özellikle Suriye rejiminin rahatsız edilmesinin kısa vadede kendisine yarayacağını düşünüyor, daha sonraki ihtimallerle boğuşmayı ise Washington'a bırakıyor. Tabii ki Washington bu ihtimalle uğraşırken önceliği, İbrani devletinin çıkarlarına verecektir.
Son olarak Telaviv'in Arap baharından hoşnut olmadığını belirtmeli. Şu ana kadar İsrail, devrimlerle ilgili olarak endişelerini gizlemediği gibi bundan sonra da gizlemeyecek. Kaldı ki yıllarca kendi varlığını ve meşruiyetini kabul eden Arap rejimlerinden yıllarca yararlandı, bu konforun keyfini sürdü.
(Bu Arap rejimleri, İster direnişin bedelinin teslimiyetin bedelinden daha az olduğunu söylesin isterse sürekli teslimiyet halinin kendi kurtuluşunun garantisi ve maceralardan kaçış olarak görsün farketmez)
Dünya Bülteni için Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.