İsrail Türkiye elçisiyle yaşanan alçak koltuk olayından ders almamış gibi, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ziyareti sırasında Kudüs’te 1600 yeni konut inşası planını açıklayarak bir başka olay daha yarattı. Bu tutum, ABD’nin ve bölgedeki politikalarının aşağılanması veya hafife alınması anlamına geliyordu. Bu iki olay, İsrail’in sinirlerine hakim olamadığına veya dengesini yitirdiğine yorulabilir. İsrail kendisini, Filistinlilerin yönelttiği demografik tehlike, uluslararası düzlemde politikalarının meşruiyetinin azalması, nükleer bir İran, Türkiye’yle ilişkilerinin bozulması ve caydırıcı devlet imajının gerilemesi gibi zor ve çözümsüz sorunlarla mücadele içinde görüyor.
Ayrıca Kudüs’ü Yahudileştirme ısrarı, Mescid-i Aksa’daki ihlalleri ve Yahudi devleti olarak tanınma talebi bağlamında İsrail’in bölgede bir din savaşını kışkırtmasında görülen daha tehlikeli göstergeler de söz konusu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu İslam’ın bazı kutsal mekânlarının Yahudi kültürüne ekleneceğini, eski Kudüs’teki evlerin yıkılacağını ve Mescidi Aksa civarındaki Hurva (Harap) sinagogunun açılacağını açıkladı. İsrail içinde bulunduğu sıkıntılı şartların gölgesinde ihtilafa dini boyut kazandırmanın bir çıkış yolu olduğunu düşünebilir. Zira böyle bir durumda, başka bir halka hükmeden sömürgeci ve ırkçı devlet yapısını örtebilir, kendisini aşırılıkçı siyasal İslam’la mücadele eden bir kurban olarak sunabilir ve terörle savaşın safında yer aldığı mesajını verebilir. Fakat birçok İsrailli yorumcu, din savaşlarının en şiddetli savaşlar olduğuna dair uyarıda bulunuyor.
Son zamanlarda İsrail politikasındaki karışıklıktan söz ediliyor. ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Madeleine Albright Netanyahu’nun yaşananları kendi koalisyonunun yapısıyla gerekçelendirme girişimlerine, ‘İsrail başbakanı kendi koalisyonundan değil, ABD’den endişe duymalı’ anlamına gelebilecek bir yanıt verdi. Doğal olarak, İsrail’le ABD arasındaki ilişkilerin bozul-ması için bu veya şu olaylara bel bağlamanın zamanı geçti. Tarafların ilişkilerinde herhangi bir değişim yaşanması için daha farklı iç ve dış gelişmeler gerekiyor. Fakat bu durumdan İsrail’in ABD’ye kendi politikalarını dikte ettiği sonucu da çıkamaz. Aslında bunun tam tersi doğru, ancak ABD’nin İsrail’e baskıda bulunması için Beyaz Saray’da daha bitirici bir yönetimin bulunması gerekiyor. Bu durum Netanyahu’nun, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın talebine rağmen yerleşim faaliyetlerini artırma ısrarına açıklık getiriyor.
Fakat Netanyahu’nun bu ipotekleri bölge ve Amerikan çıkarları için tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Din savaşı ABD, Avrupa ve İsrail de dahil olmak üzere bölgede hiç kimsenin çıkarına değil. Obama yönetiminin zayıflatılması uzun vadede İsrail’in lehine olmaz. Bu yönetim İsrail’e karşı hiçbir yapamıyorsa, İran’la durum nasıl olacak? Netanyahu’nun sorunu, Obama yönetiminin Amerikan ulusal çıkarı olduğu yaklaşımıyla Arap-İsrail ihtilafını çözme gereğine daha fazla odaklanması.
Ayrıca bu eğilim Amerikalı komutanları da kapsıyor. İran’a karşı uluslararası eğilimin zayıflaması ve ABD’yle Avrupa’nın bölgenin istikrarına destek olup Batı’nın çıkarlarına hizmet edeceği gerekçesiyle iki devletli çözümü iki yıl içinde sağlama eğiliminde olmasıyla birlikte, İsrail bölgedeki ve çözüm üzerindeki kontrolünü kaybetmekten korkuyor. New York Times yazarı Thomas Friedman’ın ifadesiyle, İsrail’de kendilerinin ve bölgenin şartlarını idrak edemeyen bir yönetim var. İsrailli yorumculara göreyse, ‘evin sahibi çıldırdı’. (Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 24 Mart 2010)
Kaynak: Radikal