Jonathan Schanzer ve Benjamin Weinthal

Berlin – BM Genel Kurulu’nun 29 Kasım’da ezici bir çoğunlukla Filistin Otoritesini gözlemci üye statüsüne terfi ettireceğinde şüphe yoktu. Oylamadaki büyük sürpriz, kilit bir dizi Batı Avrupa ülkesinin Amerika’ya katılıp karar aleyhine oy kullanmamaları oldu. Karar aleyhine oy kullanan tek Avrupa ülkesi Çek Cumhuriyetiydi; sarsıcı olan ise, normalde sâdık İsrail yanlısı Almanya ve İngiltere hükümetlerinin çekimser oy kullanmalarıdır. Bu, İsrail’in Avrupa’yı kaybettiği anlamına gelir mi?

Almanya’nın onbirinci saatte Mahmud Abbas’ın teşebbüsüne karşı çıkmaktan vazgeçip çekimser kalma yönündeki sürpriz kararı, İsrail’in Batı Şeria’da devam eden yerleşim inşaatları sorununa - Avrupa başkentlerinde anlaşmazlık kaynağıdır – bağlandı. Almanya bu fırsatla ihtilafı dünya sahnesinde ele almış görünüyor.

Almanya’nın Yahudi devletiyle tarihi ilişkilerine bakınca bu karar özellikle de İsraillileri şok ediciydi. Şansöyle Angela Merkel 2008’de Knesset’te yaptığı konuşmada İsrail’in kendini savunma hakkını desteklemiş, iki devletli çözümü dış müdahale olmaksızın yalnızca İsraillilerin ve Filistinlilerin müzakere edebileceğini belirtmişti.  Merkel “benden önceki her Alman Şansölyesi, Almanya’nın İsrail güvenliğine karşı özel tarihi sorumluluğunu omuzlamıştır”; “bu tarihi sorumluluk, ülkemin varlık sebebinin bir parçasıdır. Alman Şansölyesi olarak İsrail’in güvenliği benim nezdimde müzakereye açık değildir” demişti.

Federal Cumhuriyet, İsrail güvenliğine olan bağlılığını büyük ölçüde Wiedergutmachung veya Holokost sırasında Avrupa Yahudilerine karşı işlenen Alman suçlarını para ile tazmin üzerine kurmuştur.

Almanya kendisini İsrail’in Avrupa’daki en güçlü müttefiki olarak sunmaktan hoşlansa da ilişkileri genelde zayıftır. Örneğin Merkel’in ulusal güvenli danışmanı ve Ortadoğu‘daki uç beyi Chirstoph Heusgen’i ele alın. Şansölye’nin Knesset’teki konuşmasından bir yıl sonra 2009’da, Washington’ın  (Kurşun Dökme Harekâtı sırasında İsrail’in Gazze’de savaş suçları işlediğini iddia eden) BM Goldstone Raporuna muhalefetini azaltmak için Amerikan heyetini ikna etmeye çalışmıştı.

O zamanlar Berlin’deki Amerikan büyükelçiliğinin Wikileaks’te yayınlanan yazışmalarında Heusgen hakkında onun “Netanyahu’nun Filistinlileri müzakere masasına çekmek için ‘daha fazlasını yapması’ gerektiğini; Mahmud Abbasın, Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin İsrail makamlarından evlerinin yıkılacağına dair tebligatlar aldıkları bu şartlar altında hareket etmesinin “intihar” olduğunu” düşündüğü kaydediliyordu. Yazışma söyle devam ediyor: “Heusgen, Netanyahu’nun bunu niçin anlamadığını kavrayamadığını söyledi. BM Güvenlik Konseyi’nin Goldstone Raporuna [İsrail’in beklediği yönde] olumlu muamele etmeyi İsrail’in yerleşim faaliyetlerini tamamen durdurmayı taahhüt etmesi şartına bağlayarak Netanyahu’ya baskı yapmayı önerdi.”

Merkel ve Netanyahu 2010 yılında yerleşim meselesi hakkında hararetli bir telefon görüşmesi yapmışlardı; Almanya, Filistin Otoritesi’nin Berlin’deki temsilciliğini büyükelçinin bulunduğu tam bir diplomatik temsilciliğe yükseltme kararını aldığında ise ilişkiler biraz daha aşındı.

Almanya’nın 29 Kasım’da BM’de çekimser kalması, iç hesaplardan dolayı da olabilir. Merkel, 2013 sonunda yapılacak genel seçimlerde Sosyal Demokrat Partiyi (SDP) koalisyon ortağı olarak miras alabilir. SDP yetkilileri bu ay Berlin’deki genel merkezlerinde Filistin’den el Fetih yetkililerini ağırlamışlar ve iki parti arasındaki “stratejik ortaklığı” teyid eden ortak bir bildiri yayınlamışlardı.

Bu arada, Fransa’nın İsrail’le ilişkileri on yıldan daha fazla bir süredir huzursuzluk içerisinde. Fransa’nın İngiltere büyükelçisi Daniel Bernard 2001 yılında İsrail’i “şu b..ktan küçük ülke” diyerek anmıştı. Nicolas Sarkozy ise Cumhurbaşkanı iken 2011 yılı G-20 toplantısında açık mikrofona yakalanıp ABD Başkanı Barack Obama’ya “Netanyahu’ya katlanamadığını” söylediğinde İsraillileri rencide etmişti.(Obama da aynı fikirdeydi.)

Fransa, Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde Filistin’in UNESCO’daki statüsünü yükseltmeyi gür sesle savunuyordu. Paris’teki UNESCO, Filistinlilere üye devlet statüsü verdiğinde, Amerikan kanunları Obama yönetimini bu örgüte her yıl bağışlanan 80 milyon doları vermemeye mecbur tutmuştu. Washington bu hamleyle hoşnutsuzluğunu çok açık bir biçimde dile getirmişti. Dışişleri Bakanlığı basın sözcüsü Victoria Nuland oylamayı “üzücü, vakitsiz; Ortadoğu’da kapsamlı, âdil ve kalıcı bir barış doğrultusundaki ortak amaca zarar verici” diye nitelendirmişti.

Sarkozy’nin halefi François Hollande Paris merkezli UNESCO’ya yapılan mâli darbenin BM’de Filistinlilere verilen desteğin ayağına dolanmasına izin vermedi. Hollande, yerleşim meselesinin hükümeti için öncelikli bir mesele olduğunu açık etti. Fransa dışişleri bakanlığı bu ay yaptığı bir açıklamada “taraflar arasında güven inşasını aşındırmakta ve iki devletli çözüme dayalı âdil bir barışın önünde engel teşkil etmektedir” dedi.

Hollande, Ekim ayı sonunda Netanyahu’yla Paris’te yaptığı bir toplantıda “durmasını istediğimiz işgal konusunda iki ülkenin fikir ayrılığı” yaşadıklarını söyledi.

Hollande kapalı oynamış olsa da bu hafta Abbas’ın teşebbüsünü destekleyeceğini ilan etti. Son yıllarda Fransa’da anti-semitik şiddetin tavan yapmasına bakınca - Paris ve Jerusalem’i ,rahatsız edici bu eğilimin üstesinden gelmek için birlikteliğe zorlamıştır - Yahudi devletine karşı duruşu hassaten tedirgin edicidir.

Fransa’nın Filistin devleti için bastırması ve Almanya’nın kavgaya karışmaması sonucunda çok geçmeden diğer Avrupa devletleri de oylarıyla Abbas’ın teşebbüsüne destek vereceklerdir.

İspanya dış politikasını iyi tanıyan Avrupalı bir diplomata göre Hollande, Madrid’in Filistin’in statüsünün yükseltilmesi yönünde oy kullanması için İspanya’nın zayıf ekonomisinden istifade ediyor. “Fransa zayıflığımızı – banka krizini – biliyor ve bunu dış politikaya tevsi etti” dedi. Kısacası, İspanya’nın gelecekteki kemer sıkma görüşmelerinde Fransa’nın himayesi karşılığında, İtalya ve Portekiz dâhil bir ülkeler bloğunun parçası olarak Fransa’ya katıldığını kaydetti. İspanya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde sandalye sahibi olmaya çalıştığını, Filistin oylamasının Arap ülkelerin gönlünü kazanmanın bir yolu olabileceğini de belirtti.

İsrail bir zamanlar İtalya başbakanı Silvio Berlusconi’nin sağlam desteğini hesaba katabilirdi ama halefi Mario Monti soğuk davranıyor. Monti’nin Filistin oylamasına destek vermesi, Abbas bir yıl önce benzer bir manevra yaptığında İtalya’nın sergilediği duruşun tersidir.(Prag’ın FKÖ’nün hamlesini veto kararı, yalnızlaştırılmış Çek’leri şaşırtmamıştır. İsrail gazetesi Ha’aretz, Kurşun Dökme Harekâtına verdiği destekten dolayı Çek Dışişleri Bakanı Karel Schwarzenberg’e “Siyonist prens” ünvanını vermişti.)

İsrail’in bu ay Gazze’de Hamas’a karşı giriştiği kısa süreli savaşın AB karar alıcıları üzerinde de etkisi olmuş olabilir. FKÖ’nün gitgide konu dışı kalması, Hamas’ın ve İran askeri cephaneliğinin İsrail’in güney sınırlarında gücünü artırmasıyla yüz yüze gelen İsrailli yetkililer, Avrupalıların şiddete başvurmayan Abbas’a parlak bir an vermek istemiş olabileceklerini söylüyorlar. Başka bir ifadeyle, Abbas’ın Gazze’deki rakiplerinin vahşi şiddetini değil bürokratik ve hukuki stratejileri onayladıklarını göstermek istediler.

FKÖ elçilikleri ile Latin Amerika’dan Akdeniz’e kadar ona ev sahipliği yapan yönetimler arasında on yıldan daha fazla bir süredir devam eden diplomasinin sonucunda Abbas bu diplomatik terfiyi kazandı.

İsrail ise Abbas’ın son iki yıldır Avrupa başkentlerine yaptığı fırtına gibi ziyaretleri karşılayacak diplomatik girişimler yapmadı; Abbas, Berlin dâhil çeşit başkentleri defalarca ziyaret etti. İsrailliler, statüyü terfi ettiren oylamayla ilgili olarak, Avrupalı liderleri ikna edecek somut alternatif üretmediler ve Abbas, Netanyahu’ya fena halde üstünlük sağladı; Avrupalılar arasında genelde hakaretle anılan İsrail dışişleri bakanı Avigdor Lieberman ise İsrail’in kıtadaki müttefiklerini yanında tutacak diplomatik hüneri sergilemedi.

Doğrusu, İsrail Avrupa’da, Müslüman nüfusun arttığı, Filistin yanlısı hissiyatın ilgi toplamaya devam ettiği bu yerde, her zaman çetin mücadelelerle karşılaşmıştır.  AB bakış açısından, İsrail’in yerleşim konusunda geçmişten bu yana laf dinlemezliği ve Hamas’ın yükselişi, Abbas’a destek vermeyi kaçınılmaz hale getirmiştir.

Yanında sadece Washington’da gönülsüz bir ortak ve diğer yedi ülke olan Netanyahu’nun kendisini yapayalnız bulması muhakkak ki şok edici gelmiştir.

Kaynak: Foreign Policy

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın