“Tehlikeli ve öngörülemez zamanlarda yaşıyoruz. Bugün ele alacağımız merkezi meselenin İslam veya din olacağını bundan 30-40 yıl önce söyleselerdi gülerdik.” Bunun nedenlerinden biri de, emperyalist güçlerin – ABD ve müttefiklerinin - geçen asırda yaşanan Soğuk Savaş sırasında düşmanlarına karşı siyasal İslam’ı tüm dünyada siper olarak kullanmış olmalarıdır.

Amerika, kendisine İslamcı diyen örgütleri düşmanlarını çekiçlemek için kullandı. Ortadoğu’da laik ulusçuluğa karşı, Endonezya’da Komünizme karşı, Güney Asya’da, münhasıran değil ama özellikle de Pakistan’da radikalleşme dalgalarına karşı onları kullandı. Olaylara bu bağlamadan bakmalıyız. İslamofobi, yeni düşman olarak bellenen şeye karşı özellikle de batı dünyasında suni bir şekilde vücuda getirildi. Herkesten daha iyi bilen birileri ve aşırı sağ gibi diğerleri, göçmenlere karşı silah olarak İslamofobiyi vücuda getirdiler. İslamofobi’nin farklı veçheleri vardır ve farklı düzlemlerde göğüslenmelidir.

Müslümanlara karşı “popüler” çalkantıdan başlayalım. Kanaatimce köktenciliğe veya “İslamcı terörizme” karşı çıkmaktan çok farklı bu; farklı kültürlerden insanlara bilhassa da II.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’ya gelen yeni göçmenlere karşı husûmet beslemekle ilgisi var bunun.

Onlara karşı kullanılan sav, geçen asrın ilk yarısında Yahudilere karşı kullanılan sava çok benzemektedir – bizim gibi değillerdi, farklı bir kültürden geliyorlardı, farklı dine mensuptular, dini günleri başkaydı, domuz eti yemez, komik kıyafetler giyerlerdi.
Bugün Müslümanlara karşı benzer savlar kullanılıyor: Bizim gibi değiller, onlar “ötekiler.”

Terörizm

Tekrar tekrar gündeme gelen mesele terörizm’dir. Yapılan son bir kamuoyu anketinde bu ülkede bunun ne de derin olduğunu görünce hayrete düştüm. Ankete katılan insanların yüzde 51’i “Müslüman” kelimesi duyduklarında akıllarına gelen ilk şeyin “terörist” olduğunu söylüyorlar. Bu tür anketler hiçbir zaman güvenilir değildir ama büsbütün yanlış da değiller hani.

Bu anket, 1920’lerde veya 1930’larda yapılmış olsaydı, insanlar “Yahudi” kelimesini duyduklarında akıllarına ilk olarak “Bolşeviklerin” geldiğini söylerlerdi muhtemelen. Bugün akla ilk gelen “Yahudi Bolşevikler” olmuyor, “Müslüman teröristler” oluyor.
Sıradan Yahudi yoktu; ya Bolşeviklerdi yahut da milyoner.
 

Benzer savları bugün Müslümanlara karşı duyarsınız. Onlar ya Mayfair kumarhanelerinde ülkelerinin servetiyle kumar oynayan zengin Arap şeyhleridir – hani tamamen yanlış da değildir – yahut da “Müslüman teröristlerdir.” Bu ikisinin arasındaki alanda ise – dünyada her toplumda olduğu üzere – sıradan insanlar, inananlar ve aslı Müslüman olan ama inanmayanlar var. Fakat onlarda hedefe yerleştiriliyor. Bu ise kültürel tepkiye yol açıyor. Tesettürlü ama dindar bile olmayan pek çok kadınla konuştum; tesettür kıyafeti giyemeyecekleri söylendiği için tesettürlüler. Özellikle de Fransa’daki durum bu. Modern batılı Avrupalılara II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yapılanlarla ilgili neler öğretildiğini düşünün.
 

Bazı ahmak politikacılar, mesela Tony Blair, II.Dünya Savaşı’nın “Yahudileri korumak” için yapıldığını söyleyecek denli ileri gidiyor. İfadenin sergilediği cehalet ve ikiyüzlülüğün bu kadarı ürkütücüdür. Şayet durum buysa, savaşı kaybettik demektir. Yahudileri korumayı başaramadılar. Yahudilerin talep etmesine rağmen bombardıman uçaklarından birini bile temerküz kamplarını bombalamak üzere göndermediler çünkü uçaklar başlıca görevlerinden yani Almanya’nın yıkımından başkaca işlere yönlendirilemezlerdi. Öğretilenler o kadar yüzeysel ki anti-semitizimin kökeni bile tartışılmıyor. Herhangi bir azınlığa nasıl muamele etmek gerektiği hakkında halk eğitilmiş olurdu; ve açık ki gerekli dersler alınmış değil.

İslam, Avrupa tarihinde yeri olmayan bir din veya kültür değildir. “Islam Quintet” başlığı altında yazdığım romanlarım, İslam’ın Avrupa kültürünün normal bir parçası olduğu, aslında fikren hayli ileri bir parçası olduğu dönemlerde geçen tarihi romanlardır. Müslümanların ve Yahudilerin 15’nci ve 16’ncı yüzyılda İberya Yarımadası’ndan (bugün İspanya ve Portekiz denilen yerlerden) sürülmesi, yeni Avrupa kimliğini yarattı. İroniktir, batılı güçlerin sömürgeleştirdiği yerlerden kalkıp Avrupa’ya çalışmak için gelmiş Müslüman göçmen akını bu kimliğe şimdi meydan okuyor. Durdurak bilmeksizin İslam’a çamur atan bir grup insan var ve buna direnç göstermek gerekiyor. Bir zamanlar solda yer almış içlerinden bazıları, Uluslararası Af Örgütü’nün Guantanamo’daki siyasi tutukluları savunmasını eleştiriyor, feminizme karşı kötü bir tavır takındıklarını söylüyorlar. Durum böyle olsa bile ne olmuş ki? Onlarla oturur tartışırsın. Ama Guantanamo’da başlarına ne geldiğini açıklamaları için onlara platform sunulmaması gerektiğini söylemek, kabul edilemezdir.

Örneğin Almanya’da Yeşiller’den pek çok kişi, Afganistan’daki savaşın haklı olduğunu çünkü kadınları özgürleştireceğimizi söylediler. Ama artık iyice belli ki bu savaş, II.Dünya Savaşı’nın Yahudileri Hitler’den özgürleştirme savaşı olmaması gibi, Afganistan’daki kadınları özgürleştirmek için yapılmamıştır. Bu savaşlar, insanları özgürleştirmek için değil batı çıkarlarını korumak ve savunmak için yapılmıştır.
Farklı ülkelerde farklı tutumlar sergilenmektedir.

Fakat Avrupa’daki durumu biliyoruz. Almanlar, göçmenlere “misafir işçi” diyorlar. Düşüncesizliği yansıtan bir isimlendirme de değil; eğer bir misafirsen, her zaman için terk etmen istenebilir.

Fransa’da tüm hakları haiz Fransız vatandaşı olduğunuz söylenir. Ama iş ararken ayrımcılıkla gene de karşılaşırsınız.

Saldırı

Polis saldırdığında, bazı hallerde öldürdüğünde, bu genç Fransız çocuklar Fransız toplumuyla öylesine bütünleşmişlerdir ki baskı altında kalan Fransızların yaptığını yaparlar. Mala mülke saldırır, barikat kurar ve kendilerini savunurlar. Fransa tarihi bunsuz olur mu?
Amerika, göçmen ülkesidir. Amerika’da iki tür göçmen var. Müslümanlar ve Hispanikler. Ancak İslamofobi, 11 Eylül sonrasında Amerika’da çok güçlendi. Sürekli gözetim altındaki câmianıza FBI sızıyor, genç çocuklar sokaktan toplanıyor; tüm bunlar korku atmosferi yaratıyor. Aynı şey burada yaşanıyor.

İngiltere’de Müslüman Parlamento üyeleriniz var, sol gruplarda Müslüman üyeler var. Normal bu ki öyle olmalıdır. Herhangi bir halkın farklılık taşımayan bir kütle olduğu fikri doğru değildir, hiçbir zaman doğru değildi hiçbir zamanda olmayacak.

İslam

Londra’da 2005 Temmuz’unda gerçekleştirilen bombalamalardan sonra “İslam, İslam, İslami, İslam” denildiğini işittik. Yeni İşçi Partisi’nin neocon özürcüleri, şiddetin İslam’ın özünde bulunduğunu savundular. O olay ertesinde, kabul edilebilir olmamasına rağmen, nedenlerin anlaşılması gerektiğini savunmuştum. Nedenlere inmediğiniz takdirde hiçbir şey yapamazsınız; ve Tony Blair’in dış politikası, Irak ve Afganistan’da Amerikalılara destek kararı, bu nedenler arasındaydı. Bütün Amerikan ve İngiliz istihbarat raporları şimdi böyle söylüyor.

İslamofobi, otoriteler için kullanışlıdır çünkü kendi halklarını endişeli bir halde tutmalarına yardım eder. Irak’ta ve Afganistan’da işlenen kimi katliamları haklı kılmaya da yaramaktadır. Bazı tutukluların size anlatmış olabileceği üzere, Guantanamo korkunçtu ama Kabil yakınlarındaki Bagram hapishanesinde işlenen katliamı hiçbir şeyle kıyaslayamazsınız.

İslamofobi şöyle der: Bu berbat bir şey ama biliyorsunuz yapmak zorundayız çünkü bu Müslümanların hâli mâlum. Merkez medyanın alıp rahatça kullanmasının nedeni de bu: Amerikan savaşlarını, işgallerini ve bunlara verilen Avrupa desteğini haklı kılmak.
Barack Obama, Bush’un politikalarını tüm dünyada izlemeyi sürdürüyor.
İslamofobi sonsuza dek sürüp gidecek mi? Hiç sanmıyorum. Yukarıdan bir yerlerden başlatıldı ve vakti geldiğinde son erdirilecektir.

Siyasi zemini şu: Amerika, bugün Ortadoğu’da geniş bir alanı işgal ediyor ve bu ülkeleri işgal etmek için İslamofobi’ye ihtiyaç duyuyorlar. Terörle savaşın, “şerre” karşı savaş olduğu fikrine ihtiyaç duyuyorlar.

İslamofobi’ye hücum ederken, sadece bununla iktifa etmemelidir; kendisini sosyalist olarak görenlerimizin unutmaması gereken bir şey var: Kapitalist sistemin irrasyonel olduğunu, azınlığa hizmet ettiğini, krize mahkum olduğunu insanlara kabul ettirmeliyiz. Sosyal Demokrasi’nin neoliberal kapitalizme feda edilmesinin felâket olduğunu anlatmalıyız; ve mevcut boşlukta pek çok şey filizlenmektedir. Bugün ektiğimiz tohumların büyüyüp yeşereceğinden emin olmalıyız.

Fabrika’dan tarlaya, ilçeden ile ve tüm bir ülkeye kadar her düzlemde bihakkın halk egemenliğinin var olacağı bir topluma inanıyoruz. İnandığımız sosyalizm bu. Eski örümcek ağlarının süpürülüp kaldırılacağı sistem ancak böyle bir sistemdir.


Kaynak: Socialist Worker (Yazarın Londra’da yaptığı konuşma metnidir)
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı