İslami finans hakkında yaygın bir yanlış anlaşılma var fakat bu finansın temel ilkeleri sürdürülebilir bir küresel ekonomi için ayrıntılı bir tasarı sağlayabilir.
Küresel ekonomide etik ve ahlak için alan var mı? Hükümetlerin finansal düzenlemenin uç noktalarındaki ince ayarlamalarına itibar göstermeye devam etmeli miyiz, yoksa bir daha derin bir temellendirme gerektiren güvenilir bir argüman var mı; kapitalizmde devrim gibi?
Wall Street işgali hareketinin kurucularından olan antropolog David Graeber dünyanın mevcut bankacılık sistemine olan güveninin toplum üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olduğuna inanıyor ve bu görüş dünyanın başta gelen entelektüelleri arasında hızla yayılıyor. Bu sistem zenginler ve yoksul insanlar arasındaki ayrımı arttırıyor, “borç esareti”nin çağdaş versiyonu haline dönüşüyor ve kredi oluşturmanın insanlığın ilerlemesinin bir işareti olduğu fikrini sürdürüyor.
Diğer akademisyenler ise ana akım ekonomistlerin, bankacıların ve politikacıların; parasal sistemin kendisini sorgulamaksızın, onun belirtilerine odaklanma fikrini destekliyorlar. Eğer bankalara para yaratma ve kredi tahsis etme gücü verilirse, son birkaç yılda görmüş olduğumuz gibi, kontrolsüz kredi genişlemesi kötü yatırımlara yol açar. Buna ek olarak, merkez bankaları aracılığıyla para oluşturmak, finans hizmetler endüstrisini sadecebu bankaların daha büyük riskler almaya teşvik etmekten kurtaracak. Burada bir “manevi zarar” söz konusudur; kâr kişiselleşmekte, fakat zarar toplumsallaşmaktadır.
Hatta insani ilerlemeyi ölçme biçimimizin kökeninde hata var. Gayrisafi Milli Hasıla (ekonomik çıktının evrensel ölçüm biçimi), okuryazarlığı, boşanmayı ya da intiharı ölçmüyor. GSMH bizim çevreye etkimizi de hesaplamıyor. Kısacası, aslında, kâr beklentisi içinde, tüm ahlaki zorunlulukları saf dışı bırakmak için tasarlanmış bir araç olarak tam da modern şirket kültürünü yansıtıyor.
Mantıken gezegende sınırlı kaynaklarla daimi devinimi sürdürmek imkânsız. İslam hukuku felsefesi konusunda çalışan ünlü isimlerden Mufti Taqi Usmani gibi entelektüeller, İslami ekonomik teorinin, serbest piyasanın içinden çıkılamayan açmazını “savunmasızları korumak” yönelimi ile cevaplayabilir olduğunu tartışıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, Hz. Muhammed, ölmeden önceki son vaazında, takipçilerine insanlık ve mülkiyet haklarını vurguladı. Takipçileri bu şekilde, vasiyet ettiği etik ilkeleri, Allah’ın kelimeleri aracılığıyla ve Muhammed’in kendi yaşamını örnek alarak düzenlediler. Bu yazılı belgeler “şeriat” olarak bilinmekte ve şeriat bugün, tüm tarihi boyunca olduğundan çok daha büyük bir yanlış anlaşılmayla karşı karşıya.
Şeriatın merhamete, hoşgörüye ve kapsayıcı olmaya vurgu yapması üzerinden hukuksal temellerinin atıldığı yerde, kimlik arayışındaki post-kolonyal Müslüman yöneticiler tarafından bir yönetim aygıtı olarak nitelendirilebilir. Avrupa’nın barbar prenslikleri Karanlık Çağ’larında uyuklarken, İslam dünyası bilimsel, edebi ve felsefi aydınlanma çağlarını yaşıyorlardı. Çevrelerindeki kültürlerden iyi olan ne varsa onu ödünç alıyor ve kendilerine göre inşa ediyorlardı. Ortaçağ’da Bağdat ve Kordoba’daki İslam bilginleri, girişimciliği teşvik eden kural ve teknikler geliştirmiş, finansal yenilikleri İpek Yolu boyunca ve Güney Avrupa’ya doğru yaymışlardır. Bunlar modern kapitalizmin kökenlerini oluşturmuş, fakat her nedense, bu sırada güçsüzü koruma ilkesi unutulmuştur.
Bugün, İslam dünyası bir kimlik krizi ile karşı karşıya. İslami finans, iki kültür arasındaki nadide bir köprü olmayı sürdürüyor. David Cameron, geçen sene Londra’nın İslami Finans’ın küresel sermayesi olabileceğini duyurdu. Kısa bir süre sonra ise sermaye piyasası içinde İngiltere egemenliğinde bir İslami bağ doğdu. Mufti Taqi Davos’ta, dünyanın kriz sonrası finansal manzarasını inanç ekseninde geliştirmek üzerine konuştu.
Geleneksel yorumcular, endüstriyi “faizsiz bankacılık” olarak tanımlıyor fakat temel fark paranın doğasında yatıyor. İslami iktisadi teoride, para yalnızca mübadele aracıdır, alınıp satılabilen bir meta değildir. Özünde bir değeri yoktur. Finansal işlemler “reel ekonomi”yle bağlantılı olmalı. Northern Rock ve Lehman Brothers gibi adı kötüye çıkmış bankaların yaptığı gibi elle tutulamaz kağıt parçalarının aksine, reel varlıklar alınıp satılabilir olmalı. Ve (en azından teoride) paranın kendisinin bir varlık desteğine ihtiyacı olduğu için, yoktan var edilemez.
Peki, İslami finans idealinin endüstri içerisinde bir karşılığı var mı? Benim için yok değil. Geleneksek bankacıların hakimiyetinde olan bir endüstri, ucuz kredi ve ilginç türevlerine bağımlıdır. Bunlar, geleneksel finansal üretimlerin şeriata uygun örneklerine doğru bir “tersine mühendislik”e odaklanmaktadır. Meslekten olmayanların kafasını karıştıran yasanın ruhu üzerindeki yasanın lafzı vurgulanmaktadır. Dünyanın 1.6 milyarlık Müslüman nüfusunun bir çoğu finansal hizmetlerle iç içe. Gizemli sözleşme mekanizmalarına bağlılık üzerinde, daha geniş etik ilkeleri vurgulamanın zamanı gelmedi mi? Tıpkı Ortaçağ’da Hıristiyan finansörlerin, Kilise’nin tefeciliği yasaklamasını atlatmak için ayrıntılı bir şekilde sözleşme yapısını hazırlamaları gibi, İslami finansörler de aynı şekilde suçlu değiller mi?
Endüstri dengeleri bir dönüm noktası yaşıyor. Önümüzdeki birkaç yıl içinde, İslami finansın tarihinin, körü körüne ortaçağ Avrupa finansını mı takip edeceğini yoksa devrimci fikirlerinin tüm dünyanın kazançlı çıkacağı yeni bir şey mi getireceğini göreceğiz.
Kaynak: The Guardian
Dünya Bülteni için çeviren: Cansu Gürkan