Bütün demokratik ülkelerde seçim kampanyaları, birbirlerine sözlü saldırılarda bulunan ve ellerinden geldiği kadar karşılıklı sert suçlamaların ve acımasız eleştirilerin yapıldığı rakipler arasında ateşli çekişmelere tanık olur. Mısır seçimlerindeki bu son kampanyada her aday, rakibini köşeye sıkıştırmak amacıyla geçmişinde unutulmuş bir takım skandallar ya da hatalar arayışına girmesi doğaldır. Seçim kampanyaları yırtıcı kampanyalardır, ancak kirli savaşlara dönüşmemeleri gerekir. Suçlamalar ve eleştiriler bu tür bir rekabette doğal silahlardır ancak teşhir etmek ve şahsa yönelik hakaret ve saldırılarda bulunmak yasaklanmış zehirli gazlar gibidir.

Resmi olarak sona eren başkanlık seçimi kampanyasında hem bu yasaklı silahların hem de serbest olanların kullanılmasına tanık olduk. Adayların kirli silahlara başvurmaktan çekinmesine rağmen onları destekleyen ve rakiplerine karşı olan medya bu görevi onların yerine ifa etti. Bu bağlamda medyanın yaptıkları, üzüntü vericidir, (belirli bir adaydan taraf olma ya da ötekine duyulan nefret dolu ön yargılara hiç girmiyorum bile). Sistematik saptırma kampanyaları ve adayların şahsına çamur atmak için etikten uzak yaklaşımlar sergilendi, manevi suikastların yapıldığı kampanyalar düzenlendi.  Garip olan, bu kampanyaları düzenleyenlerin ya da adaylara leke sürmeye çalışanların bunu yaparken sadece mesleklerine değil aynı zamanda zekâlarına da birçok kez saldırmalarıdır. Kendilerine öfke duydukları kişilere karşı,  büyük miktarda korkutucu ve akıl dışı suçlamalar yapmayı, karşı tarafın eksikliklerini ve ayıplarını ortaya yere dökmeyi, bütün bunları karşı tarafa yapıştırmaları adet haline getirdiler. Açıktır ki bu yapılan, başkasının yerine vekâleten açılan savaştan başka bir şey değildir.  Habercilik sadece tarafsızlığa değil aynı zamanda mantığa da ihtiyaç duyar, halkın zekâsına saygı duyması gerekir. Bunu, sol ve liberal adaylardan çok Ebu'l Fütuh, Mürsi ve Muhammet Selim el Avva üçlüsüne yönelik kampanyalarda açıkça görmek mümkündür.

Bunun ulusal sınırları aşan ve tek bir vakayla sınırlanamayacak olan örneği, bir gazetenin bu İslamcı üçlüden birinin başkanlık seçimleri kazanması durumunda ulusal, bölgesel ve küresel bir felaketin çıkacağı yönündeki haberleridir. Yayınladığı habere göre bunlardan birinin kazanması, devletin bütün yapılarıyla çöküşü, hatta hukuk devletinin yıkılışı, baltacıların zorla adam kaçırma, gasp ve hırsızlıklarıyla şiddetin yaygınlaşması anlamına gelmekte. Kendi aklını bu kadar hor gören ve kendisine saygısını yitiren seçmenden istenen, korkudan yılarak istikrar vadettiğini düşündüğü adaya yönelmesidir. Sadece bu değil, İslamcı bir adayın kazanması durumunda kapsamlı ekonomik yıkım da beklenmekte. Gazete, yabancı yatırımların kaçması, fakirliğin, açlığın ve hastalıkların yayılması tahmininde bulunmaktadır (İslamcılarla bağını kurduğu hastalığın ne tür bir şey olduğunu henüz söylememiştir). Bu haberi yayınlayanların unuttuğu şey, İslamcıların ülkeyi başkalarının kaçındığı İsrail'le bir savaşa sokmasıdır. Onlara göre İslamcıların bölgesel ve uluslararası planda yapılan anlaşmaları görmezden gelmeler nedeniyle bir takım savaşlar çıkabilir.

Gazetelerin girdiği saptırma ve korkutmaların diğer yüzü ise, İhvan yanlısı bir adayın kazanmasının Mısır ordusu için tehlike teşkil ettiği yönündeki mesajıydı. İslamcılarla ordu arasına ayrılık tohumları ekme yönündeki anlamı bir yana, bu tür bir düşüncenin vurgulanması, basit vatandaşın belirli bir adayın kazanmasının devletin kendisinin tehdit altında olduğu yönünde bir düşünceye kapılmasına sevk etmektedir. Zira Mısırlıların bilincinde ordu, sadece önemli bir milli kurum olmayıp aynı zamanda devletin çelik çekirdeğini teşkil eden bir kurum olma özelliğine sahiptir.

Yazarlardan biri, İhvan'ın orduya hâkim olma yönündeki çabalarından bahsettiğinde aslında bu hassas ve tehlikeli oyunu oynamış oluyordu. Yaptığı araştırmalara göre güya Kardavi'nin yirmi sene önce yazdığı kitaplarda bunun izlerine rastlamak mümkündü. Başka bir yazar ise bunun üstüne tuz biber ekerek İhvan'ın planının orduya hâkim olmak değil onu parçalamak olduğunu iddia ediyordu. Bu anlamsız ve komik iddialar, aslında orduyu tarihi kökleri olan köklü bir kurum değil de kağıttan kaplanmış gibi göstererek İhvan'dan çok orduya zarar vermiş oluyor.

İslamcıların ya da başkalarının kazanıp kazanmaması bizi ilgilendirmiyor, yarın halk sözünü söyleyecek. Ancak gerçekten rahatsızlık uyandıran şey, İslamcılara karşı başlatılan bu abartılı kampanyadır. İhvan'ın devrimin en başından bu yana işlediği bütün hatalara rağmen, ordunun da içinde bulunduğu devlet kurumlarıyla İhvan arasında ayrılık yaratmak, onlara karşı düşmanlık hisleri oluşturulmasına katkı sağlamak, devam etmemesi gereken son derece tehlikeli bir iştir.

Dünya Bülteni için El Ahram Gazetesi'nden Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.