İslamcı olan solcular…Farklı bir ideolojiyle kurtuluşçuluğun sürdürülmesi..
İdeoloji, Ortadoğu'daki tartışmaların merkezini oluşturmakta..Özellikle de dinle siyaset, bir medeniyet haznesi olarak İslam'la İslam'ın içerisinde işlevsel olarak bulunan cüzi unsurlar arasındaki ilişki açısından bu ilişki, merkezi bir rol oynamakta.
Bu çerçevede İsviçre'de faaliyet gösteren Din Olgusunu Gözlemevi'nin (Religionscope) Aralık ayında çıkardığı yeni bir broşür, içerisinde yayınlanan ve makale yazarının el-Fetih hareketine bağlı Öğrenci Birliği'nin 70'li ve 80'li yıllardaki pratik tecrübesinde ortaya çıkan İslam'la sol arasındaki buluşma noktası olarak tarif ettiği araştırmayı bizlere tanıtıyor.
Bu çok farklı uzmanlık alanlarını bünyesinde barındıran, genelde dünyanın farklı yerlerindeki din olgusunu özelde ise İslami vakıayı ele alan bu İsviçreli gözlemevi, çeşitli inceleme alanlarını yürüten bir çok araştırmacıyı istihdam ediyor.
Farklı İdeolojilerle Özgürlükçülük
Broşürde yer alan ve "Yabancılaşmaya Karşı Direnişte Süreklilik" başlıklı çalışma, gerçekten masaya yatırılmaya değer. Ortadoğu'da ideoloji meselesini irdelediğimizde bu bölgede birbiriyle çatışma halinde bulunan Nasırizm, ve Baasçılık gibi çeşitli kollarıyla laik milliyetçilikten, Radikal Marksizm'e ve İslamcılığa kadar bütün bu ideolojilerin tamamı, ulusal sorunun çözümlenememesi ve bölge insanının kimliğinin ne olacağı gibi sorunlarında düğümlenip kalıyor. Buna, Ortadoğu tarihinde 60'lı yıllardan yani ulusal bağımsızlıklardan beri var olan bütün örgütlerin savunduğu zımni ideoloji (bölgenin bağımsızlığını savunan, anti-emperyalist olan her türlü ideoloji anlamında) diyebileceğimiz ideolojiler de dahildir.
Araştırmada bu ideolojilerin tamamının Batılı ülkelerdekinden farklı özellikler arz ettiği belirtilirken tipik üçüncü dünya ideolojileri gibi emperyalizmi reddettiği, kuzeyle güney ya da merkezle çevre arasındaki çatışmayı merkeze alarak devrimci bir dönüşüm için örnek oluşturmaya çalıştığına işaret ediliyor.
Araştırmacı, tezlerine zemin olması için, uluslararası ve dahili sorunların gündemde olduğu bir dönemde Filistinli ve Lübnanlı aktivistlerin kurduğu Fetih hareketinin gençlik kollarının nevi şahsına münhasır tecrübesini kanıt gösteriyor. Araştırmacı, bu deneyime örnek olarak, söz konusu gençlik kolunun bir süre sonra, daha özgürlükçü/kurtuluşçu bir düşünce sistemi arayışı çerçevesinde, içinde bulunduğu ulusal ideolojiyi terk ederek aslında yine bu toprakların ideolojisi olan İslami düşünceyi benimsemesini gösteriyor.
Örgüt Üyesi Aydınlar ve Politik Aktivistler
Öğrenci Birliği 1974 yılında kuruluyor ki bu deneyim, Filistin'in tarihi toprakları üzerinde bağımsız bir Filistin devletinden yana olduğunu deklare eden Fetih hareketinin kurtuluşçu çizgiden saptığını düşünen Filistinli aktivistlerin başını çektiği bir tecrübeyi oluşturmaktaydı. FKÖ ise o dönem 1973-74 yıllarında Filistin topraklarında iki devletli çözümü ve taksimi kabul etmiş bulunuyordu. Bu gençlik kolunun kurulması, Fetih hareketi içerisindeki ulusal solculuğun ve 1972 yılında devrimci gençlerin çekirdeğini oluşturan Lübnan Komünist Partisi üyesi öğrencilerin yeniden yönlendirilmesi için kurulmuştu. Ayrıca bu örgütlenme Maoist-Komünist çizgiye sahip Filistinli ve Lübnanlı öğrencilerin ortak buluşma noktasını oluşturmaktaydı.
Fetih içerisindeki Maoist çizgi, Batı'yı Filistin'deki taksim kararını yüreklendirmesinin ve hatta İsrail devletini tanımasının ardından onu emperyalist olarak gören öğrencilerin Sovyet tipi Marksizm'e alternatif olarak ve kendilerini kurtuluşa götürecek yegane ideoloji olarak değerlendiren örneklik üzerine kurulmuştu.
Halkçı, halkın duyarlılıklarına yakın olan çizgi, silahlı mücadeleyle, entelektüel ve halkçı mücadeleyi kendi bünyesinde toplayan aktivist gençlerin temel kavramı haline gelmişti. Bu jenerasyon, 70'li yıllarda solcu entellektüel isimleri oluşturuyordu: Münir Şefik, Rogue Assaf, Suud el-Mevla, Enis Nakkaş, Nezir cail, Süheyl el-Kaş, Rogue Nabia'nın yanı sıra Lübnan'ın Trablus kentinde Babu't Tibyane mahallesinde Filistin Halk Hareketi'nin kahramanlarından Halil Akkavi…
Bu nesil, pratik eylemliliğinin yanında entelektüel bir birikimi de taşımıştı. Maoizm, devrimci değişim düşüncesi içerisinde halka çok önemli bir rol biçiyor ve ona önemli bir paye veriyordu. Maoist el-Fetihçiler, Hayy et-Tibyane veya Filistinli mülteci kampları gibi Lübnan'ın fakir bir mahallelerini bilinçli olarak seçmişlerdi. Amaç, halk mücadelesi fikrini test etmek, halkla buluşmak ve onların günlük yaşamlarına, kaygılarına duyarsız kalmamak, içerisinde yaşamakta oldukları düşünce ve yaşama kulak vermekti. Bu ise Gençlik kollarının Fetih Maocuları şeklinde isimlendirilmesinin kaynağını bize göstermektedir.
Daha sonraki gelişmelerde bütün bu solcular ve Maoist düşüncedeki gençler, bilahare İslamcı (Siyasal İslam) düşünceye intikal edecek, başta İran İslam Devrimi'nin neden olduğu bir takım gelişmeler silsilesi içerisinde objektif ve subjektif siyasi dönüşümlerini yaşayacaklardı.
Devam etmek ve yoldan sapmak
70'li yıllar bölgede bir çok önemli değişime şahit oldu. Bu gelişmelerin en önemlileri, 1967 yenilgisinin Nasırcı modelde ciddi bir krize neden olmasıydı. Suriyelilerle Filistinliler arasındaki çatışmalar ise Basçı modelin gücü hakkında bir takım şüphelerin doğmasına yol açtı. 1975'te ise iç savaş patlak verdi. Sedat'ın Kudüs'ü ziyaretiyle birlikte hızlanan gelişmeler 1978 yılında Camp David anlaşmasının imzalanmasıyla son buldu. 1978 yılındaki bu imza Arap ülkeleri ve bu ülkelerdeki hareket, örgüt ve yapıların arasını açtı, büyük bir bölünmeye sebebiyet verdi.
Uluslararası planda ise 1968 yılı, dünyadaki değişimin başlangıcı oldu. Çin'deki kültür devrimi başarısızlıkla sonuçlanırken kendisiyle birlikte değişimci ideoloji de geriledi. Çin'le Vietnam arasındaki savaştan sonra ulusal seçenek ağır bastı, Avrupa'daki Sovyet Sosyalizminden kurtulmak isteyen Sosyal Demokrasi deneyimiyle birlikte solda ciddi bir gerileme yaşanmaya başladı.
Emperyalist güçler de krizle karşı karşıya görünüyordu, nitekim ABD 1975 yılında Vietnam'da büyük bir fiyasko yaşadı. Halkların kendi kaderini belirlemesi sloganının yaygınlık kazandığı 1979 yılında SSCB, Afganistan'ı işgal kararı aldı. İran İslam Devrimi ise Üçüncü dünya ülkelerindeki radikal değişiklik taleplerinin bir simgesi haline gelerek en önemli devrimci unsur olarak siyaset arenasına çıktı. İran Devrimi, kurtuluşçu ideolojinin bölgede üzerinde durduğu üç ideolojik dinamizmi bünyesinde barındırıyordu: Emperyalizm karşıtlığı, Kuzey-güney çatışması, ezilenler ve mustazaflar adına konuşma..İran Devrimi, aynı söylemi kullandı, ancak İslam ve halkın merkeziliği üzerinde yükselen bir söylem olması itibariyle Ortadoğu'da diğer ideolojilerden çok büyük bir farklılık arz ediyordu.
Böylelikle İran İslam Devrimi, devrimci bakış açısından halkın devrimci bir ögeye dönüştüğü pratik bir tecrübenin yanında İslam'ın belirli bir tarihsel bağlam içerisinde halkı seferber ettiği önemli bir deneyimi temsil etmekteydi. Özellikle de bu şekilde İslam'ın siyasi yönü ve bir dayanışma ve kendini tanımlama biçimi ortaya çıkmaktaydı. Bu, vakıada aslında İran İslam devrimiyle aynı dönemde yaşamış olan Fetih hareketinin öğrenci gençlik kollarının yaşadığı dönüşümü irdeleyen çalışmanın içerdiği zımni tezin de temelini oluşturuyor.
Soldan Siyasal İslam'a
Marksizm, Fetih'in oluşturduğu öğrenci gençlik teşkilatında teorik olmaktan daha çok pratik bir anlam ifade ediyordu. Bu nedenle Maoizm, Asya'da gelişen ve Batılı olmayan bir ideoloji olarak Ortadoğu'ya da uyarlanabilecek bir ideoloji olarak görüldü. Bu ise ulusal sorundaki siyasi yönün belirleyiciliğini ve her zaman ideolojiden önce geldiğini göstermektedir.
Maoist düşünce, halkın ve halkçılığın merkezî bir konuma sahip olduğu yerli devrimci düşünceyle her zaman irtibat içerisinde olmuştur. Bu ise Fetih'in gençlik ve öğrenci kolunun önderliğini yaptığı halk hareketinin Lübnan'daki fakir mahallelerde ve Filistinli mülteci kamplarındaki çalışmalarını izah etmektedir. Ancak camiler, yavaş yavaş fabrikaların yerine geçmeye başlamıştır çünkü ortada proletarya denen bir sınıf yoktur sadece Filistinli mülteciler vardır. Bu deneyim içerisinde İran İslam Devrimi benimsenmiş ve bu devrim, gerek Arap halkları gerekse Filistin halkı gözünde çok önemli bir yer kazanmıştı.
Siyasi aktör olarak Ulusal Solcular, halkın nasıl siyasi ve dini bir aktör haline getirileceğini keşfetmişlerdi. Bundan dolayı, halk ideolojisine dönülmesi gerekmekteydi: İslam. Münir Şefik, İran Devrimi'nin devrimci bir aktör olarak nasıl algılandığını bizlere anlatmıştır. Daha sonraki dönemlerde meydana gelen gerilemelere karşın, İran Devrimi büyük bir halk hareketine dönüşmüş, Arap ülkeleri içerisinde ciddi bir dönüşümün bir parçası haline gelmişti: "Arap ve Filistin halklarının tecrübesi sayesinde İslam'ın çok uzun yıllardır burada olduğunu keşfettik. İslam, aslında (biz anlamasak da) ulusal sorunun tam kalbinde durmaktaydı. İslam'la milliyetçilik arasındaki çatışma, bağımsızlık dönemiyle ona eşlik eden tarihsel koşullarla yakından bağlantılı bir vakıaydı."
Aynı pratik tecrübeler bu jenerasyonu, dışsal etkenlerle içsel etkenlerin iç içe girdiği ve çatıştığı daha sonraki dönemlerde daha farklı seçimlere sevk etti. Solcu ve Hıristiyan bir entelektüel olan Rogue Assaf, Müslüman olmayı seçti, ülkesi Lübnan'da siyasi grupların takip ettiği çizgilerin tamamına makul bir mesafede duran ama hiçbirini dışlamayan, farklı kesimlerden insanlara ılımlı eleştirel muhalefete izin veren bir yönelim içerisine girdi. Öte yandan eski bir Hıristiyan olan Münir Şefik, İslam'ı kendine din olarak seçti ve Filistin'de Filistin İslami Cihad Hareketi ve Hamas'la birlikte ortaya çıkan "ulusal" İslami Hareketler olarak nitelediği direniş hareketlerini destekledi. Bu gelişmelerin ardından İslamcılarla Milliyetçilerin arasında diyaloğu sağlama işlevini yükledikleri bir kurum kurarak, bölgedeki bütün kurtuluş hareketlerini ortak bir çatı altında toplayacak bir projeyi oluşturmaya çalıştı. Bir halk kahramanı olan Halil Akkavi ise ilkesel tutumundan taviz vermedi ve sonuna kadar başında olduğu halk hareketine önderlik etmeyi sürdürdü. Önderliğindeki halk hareketi ise onun vefatından sonra Tevhit adlı Trablus'ta büyüyen Sünni bir İslami harekete dönüştü.
İslam'ın Kurtuluşçu Teolojisi'nden Direniş Söylemine
Öyle görünüyor ki devrimci değişim düşüncesi, kurtuluşu sağlayacak olan halk hareketiyle İslami düşünce arasında bir ortak payda oluşturmaya çalışan bu entelektüeller aracılığıyla Marksizm'den İslam'a dönüşmüştü. Nitekim bu transformasyon, bilahare Marksizm'in Ali Şeriati, İbn-i Haldun ve Malik Bin Nebi'nin kitapları ışığında yeniden okunmasına yol açmıştı.
Bu okuma biçimi, Latin Amerika'da Yeni Sol'la Katolik Kilisesi arasında meydana gelen işbirliğine benzer şekilde "İslami Kurtuluş Teolojisi" ya da "Fakirlerin İslam'ı" veya "Mustazafların İslam'ı" kavramının ortaya atılmasına kadar vardı. Bu kavramların seçilmesi aslında egemen olan karanlık ve baskıcı durumu değiştirmeyi amaçlayan devrimlerin taşıdığı mesajın içinde bulunan kurtuluş kavramıyla ilintiliydi.
Ancak ardı ardına gelişen tarihi olaylar ve 'Siyasal İslam' denen olgunun Arap solunun gerilediği bir dönemde güçlü bir şekilde ortaya çıkmasıyla birlikte, halkın merkeziliğiyle 'Fakirlerin İslam'ı' öğretisini buluşturabilecek dine dayalı bir kurtuluş ideolojisinin üretilmesini engelledi. Hatta bu dönem, bölgede yaygın ulusal çizgiyle İslamcılar ve solcular arasında çatışmaların devam ettiğine şahit oldu.
Belki Fetih hareketine bağlı Öğrenci Hareketi'nin durumu, Ortadoğu'da merkezilik konusuyla ilgili özel bir konum arz etmektedir. Ancak bugün başta büyük İslam mütefekkiri Abdülvehhab el-Mesiri olmak üzere, Müsteşar Tarık el-Beşeri ya da İşçi Partisi'nin Genel Başkanlığını yapan Adil Hüseyin gibi düşünce sahasında faaliyet gösteren ve yazılarıyla gündemi belirleyen siyasi arenadaki entelektüellere bakıldığında, eski Marksistlerin çoğunun İslam'a geçmeyi seçtikleri görülecektir. Tüm bu isimlerin İslam'ı (geleneksel anlama sahip bir dinin ötesinde) dünya görüşü olarak seçmeleri, 80'li yıllarda yaygın bir tercih olarak karşımıza çıkmaktadır.
İçerik olarak İslam hem din ve hem de siyaset olabilir mi? Yoksa belirli sapma dönemlerinde kitleleri seferber eden bir ideolojiye mi dönüşmektedir? Siyasi İslam, Ortadoğu'nun zımni ideolojisinin şu aşamada ortaya çıktığı ve görünüm kazandığı bir vakıa mıdır?İslamcıların ulusalcılarla Ulusal İslamcılık Kongresi'nde bir araya gelmeleri ya da Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah'la Lübnan Komünist Partisi liderinin sanki İslami hareketin bir uzantısıymış gibi 2006 yılında direnişi desteklemek için düzenlenen uluslararası bir sempozyumda buluşması ve direnişi ateşli bir şekilde desteklemesi, bu kaynaşmayı mı temsil etmektedir? Red söylemi üzerine kurulu ve ulusal boyutu da içselleştiren İslami Hareket, birleştirici bir kimlik oluşturarak çeşitli ideolojileri gölgede bırakmakta olan direniş teolojisini mi oluşturmaktadır? İşte bu araştırmanın cevap vermeye çalıştığı temel soru budur.
Umeriyye Sultani Cezayirli Araştırmacı
Dünya Bülteni için Türkçe'ye çeviren: İbrahim İslamoğlu