Bir gazetenin manşeti şöyle:
"Burası Suudi televizyonu..."
Başlığın yanına başı açık, kısa kollu bayanların yer aldığı üç tane fotoğraf konmuş. Şöyle de bir alt başlık yerleştirilmiş:
"Şeriat kurallarının en katı uygulandığı Suudi Arabistan'da, devlet kuruluşu olan Saudi 1 TV'de türban şartı yok."
Mesaj tabii ki Türkiye'ye ve gayet açık:
-Ey Türkiye'deki türban savunucuları, siz Suudiler'den daha şeriatçı mısınız?
Bu mesajları verir bizim medyamız zaman zaman...
Mesela Suriye, Ürdün veya Mısır devlet başkanları Türkiye'ye geldiğinde, başkan eşleri, yani first lady'ler üzerinden verilir bu mesajlar...
Her üç ülkenin first lady'lerinin başı açıktır. Klasik Batılı kadın tipindedirler.
Hemen haberler oluşturulur, makaleler döşenir.
Bayan Gül ve bayan Erdoğan'ın fotoğrafları ile yan-yana fotoğraflar konur.
-Onlar Arap ülkesi lider eşleridir, bizimkiler, Türkiye Cumhuriyeti'nin lider eşleridir.
Ve ortada, müthiş bir çelişki vardır!
Biz ki, 80 yıldır çağdaş bir ülke olma çabasındayızdır, onlar ki, Araptır, onların kadınları bizimkilerden daha çağdaş olmuştur!!!
Bu nasıl iştir!!!
Bundan utanmalıyızdır!!!
Bu memleketi bu hale getirenlerden hesap sormalıyızdır!!!
* Bu yaklaşımların altındaki en temel yanlış, İslam ile Araplık ve başka etnik aidiyetler arasında kurulan alakadır.
Bu yaklaşıma göre;
-İslam bir Arap dinidir. İslam'ı Arapların daha sıkı yaşaması normaldir. Başka milletlerin islami ölçülere Araplardan daha sıkı sarılması, daha coşkulu yaşamaları kabul edilemez.
Oysa, İslam açısından bakıldığında Arap asıllı olmak, İslam'la en iyi ilişki kurmak anlamına gelmiyor.
Çünkü İslam, onu insanlığa sunan Peygamber Arap asıllı olsa bile bir Arap dini değil.
İslam evrensel bir din. Ona insan olan herkes muhataptır. Ona Arabistan'dan da bağlanabilirsiniz, Çin'den de, Amerika'dan, İngiltere'den, Türkiye'den de...
Onun için Araplar arasından, bu dinin Peygamberi ile en çetin mücadeleyi veren Ebu Cehil gibi bir kişi çıkabilmiştir.
Buna mukabil, kara derili bir köle olan Bilal-i Habeşi de, Rum asıllı Süheyb de, ya da bugün İngiliz asıllı Yusuf İslam da Müslümanlıkla buluşabilmiştir.
İlginç değil mi?
Yusuf İslam, diyelim bir Suudi gencinden daha diri bir islami aşka sahip olabilir.
Bu durumda ne yapmalı İngilizler?
"Yusuf İslam Araplardan daha çok Müslüman oldu" diye feryat mı etmeli?
*Bu yaklaşımın altındaki ikinci büyük yanlış, İslam'ı devlet düzeni bağlamında ele almaktır. Oysa İslam, öncelikle kişilerin hayatını biçimlendiren bir hayat çerçevesidir. Onun için insanlar İslam'la bireysel anlamda ilişki kurarlar ve bireysel anlamda sorumluluk duyarlar. Ve o yüzden, Suudilerde İslam'la ilişkileri problemli kişiler bulunabileceği gibi, Türkiye'de İslam'ı çok daha güzel yaşayan insanlar bulunabilir. Bunun tersi de mümkün. Olay Türkiye - Suudi Arabistan olayı değil, kişilerle İslam arasındaki ilişki olayıdır.
*Bu yaklaşımın altındaki üçüncü yanlış ise, giyim – kuşamın bir çağdaşlık kriteri olarak kullanılmasıdır. Şu tarzda giyindin çağdaş oldun, bu tarzda giyindin çağdaşlıktan çıktın! Bu yaklaşım bizde uzunca bir süredir tartışılmadan kabul edilmesi istenen bir yaklaşım. Başörtüsü yasağı da "çağdaş nitelikte bir giysi olmaması" gerekçesine dayandırılıyor. Hatta bu,A yargı kararlarına bile giriyor. Oysa böyle bir tasnif nasıl yapılabilir? Ve böyle bir tasniften yola çıkarak toplumların giyim – kuşamı nasıl devlet eliyle tanzim edilebilir? Batılı giyim tarzını üzerine çağdaşlık damgası vurarak kutsamak, gerçekte Batı dışı toplumlara dayatılan bir aşağılık duygusundan başka bir şey değildir.
Aslında bu haberi Türkiye'ye vermenin altında şu mesaj bulunuyor:
-Türkiye o hale geldi ki, bizim liderlerimiz İslam'ı Araplardan daha sıkı yaşamaya başladılar. Oysa biz laikiz onlar şeriat ülkesi...
Bu söylemin, bir kısım insanımızı etkilediği doğrudur.
Bu söylemin, içerde yaşadığımız bir siyasi – ideolojik mücadelenin malzemesi olduğu da doğrudur.
Ama yukardan beri ifade ettiğimiz gibi tamamen yanlış bir kurgunun ürünüdür bu yaklaşım.
Evet giysi çok önemlidir hiç kuşkusuz. Kişiliğin bir parçasıdır.
Ama insan için asıl önemli olan dimağın ve kalbin durumudur.
İslam da, buluştuğu insandan, sadece kılık kıyafetini tanzim etmesini istemez. Ondan çok daha önce ve çok daha önemle, kişiliğin sağlıklı hale gelmesini ister.
Kur'an, Müslümanları "Allah'ın huzuruna kalb-i selim götürmeye" çağırır.
Kalb-i selim, sağlıklı, hastalıklardan arınmış bir kalb demek.
Allah'a yakınlık duygusu kazanmış bir kalp demek.
Giysilerimizin içine böyle arı – duru bir kalp yerleştirmedikten sonra, üzerimize atlastan giysiler giysek bir faydası olmayacak.
Muhammed İkbal bir şiirinde "Eşekler yükseklerde Yusufsa kuyudadır" der.
Allah'ın huzurunda statüler boştur.
İş, bireysel olarak o huzurda durabilecek bir kalb kıvamına kavuşmaktır.
Asıl Müslümanlık budur.
Arap için de, Türk için de, Amerikalı veya Çinli için de...
Ne kendimizi aldatmalı, ne de imkanlarımızı başkalarını aldatmak için kullanmalı.
Herkesin gideceği yer belli. Orada ne olacak? Gerçek soru bu değil mi? Evet, gerçek soru...