Bir sonraki ABD başkanı, İran'la doğrudan görüşmelere başlamalı mı? Barack Obama'nın bu teklifi, Hillary Clinton tarafından safça, Bush tarafından tâviz olarak, John McCain tarafından ise laubali görüldü. Gevezelik eden sınıf, meseleyi yumuşak diplomasi (Obama) - büyük sopa (diğerleri) karşıtlığına dönüştürdü. Tüm bu insanlar temel bir noktayı gözden kaçırdı: İran'la zaten konuşuyoruz, yüksek sesle ve açıkça. İyi dinlediğimiz söylenemez sadece.
İran'da bulundum; İran devlet başkanı Mahmud Ahmedinecad 2005 Aralık ayında "Holokostu reddeden" meşhur konuşmasını yaptığı sıralarda Tahran Üniversitesinde, küreselleşme, dijital kültür ve Müslüman dünyasının Amerikan algısındaki yeri hakkında dersler vermekteydim. İranlı bir meslektaşla birlikte uydu televizyonundan – yasak (evet öyledir) ve bu yüzden erişilmez olduğuna (hayır erişiliyor) dair Batı'daki tekerlemelere rağmen İran'da çok yaygındır- yerel ve uluslararası tepkileri izledik. CNN gibi Amerikan kanallarının, İran başkanı'nın deli olduğu görüşünden başka tek kelime edememelerinden kendi adıma utanç duydum.
İran'da çok az insan bu konuşmayı müzâkere ediyordu. Herkes kendilerine yöneltilmediğini biliyor ve üzülecek acil başka şeyleri konuşuyorlardı: Hava kirliliği yüzünden okulların kapanması, trafiğin aksamasına yol açması ve bulutsuz gökyüzüne rağmen şehrin güneyindeki muhteşem Elburz dağlarının görünmez oluşu. Öğrenciler isyankâr, hükümeti açıkça eleştiriyor ve hesap verilmesini istiyorlar.
Konuşmanın ardından gelen Amerikan tepkisi, tahmin edilecek türdendi; nizâmi adımlarla Ahmedinecad'ı terörist olarak şeytanlaştırmak. Bu tepki, İranlıları Ahmedinecad'ın ardında birleşmeye teşvik etti. Bu çok rahat bir şekilde öngörülebilirdi ki Ahmedinecad'ın öteden beri gâyesi de buydu belki.
Amerikalıların "özgürleştirme" teklifini duymak kadar İranlıları rahatsız edecek başka hiçbir siyasi hüsran yok gibidir. ABD'nin, onları demokratik seçimle yönetime gelen ulusal kahramanları Muhammed Musaddık'tan "özgürleştirdiği" ve zalim Şah gücünü desteklediği 1953 yılı olaylarını çok iyi hatırlamaktadırlar (bu tarihten sonra doğan büyük çoğunluk bile). Amerikalı liderler her ne zaman Oval ofisten yapılan yayınlarda yahut ulusa sesleniş programlarında doğrudan İran halkına seslenirlerse, Tahran'da işte bu hârici Amerikan manipülasyonu bağlamında anlaşılmaktadır.
ABD yetkilileri, Ahmedinecadın 2006 Mayısında başkan Bush'a yazdığı uzun mektubu veya Amerikan çalışmaları için Tahrana geri döndüğüm aynı yılın Kasım ayında, Amerikan halkına yaptığı doğrudan hitapları alaya aldıklarında işe yarar bir şey yapmış olmuyorlar. Ahmedinecad'ın Bush'a yazdığı mektubu, Tahran'da haklı bir şekilde tarihi bir olay olarak değerlendirilmişti Tahran'daki. Ilımlı İranlılar, her iki yönetimde de aklı başında kimselerin galip geleceğini umuyorlardı ama Dış İşlerinin tepkisi alaycıydı ve konuşmayı sona erdirdi. Ahmedinecad'ın geçen Eylül ayında doğrudan diyalog teşebbüsüyle Colombia Üniversitesini ziyaretinde, rektör Lee Bollinger'in alaycı takdimiyle, benzer şey yine tekrar etti. Yaptığı hakaret, Colombia Üniversitesinin İranlılar nezdinde Dış İşleri Bakanlığının uzantısı olarak görülmesine yol açtı.
Ahmedinecad'ın salâhiyeti zayıftır ancak doğrusu şu ki seçilmiş bir kişidir ve İranlılar nazarında onu muteber kılan bu'dur yoksa ABD politikacılarının onun hakkında ne düşündükleri değil. İranlı televizyon yorumcuları, başkanlarının görev süresini, meclis seçimlerini, temsiliyetin el değiştirmesini tartışabilmektedirler. İran demokrasisi Amerikan demokrasisinden çok farklıdır fakat İran'da demokratik süreçlerin olmadığını söylemek safsatadır. Mükemmel değildir: Yüce [dini] liderleri, başkanı atama ve azletme yetkisiyle hayat boyu görevde kalmaktadırlar. Ancak, İranlıların bana hatırlatmayı sürdürdüğü bir şeyi unutursak kendimizi kandırırız: 2000 yılı seçimlerinin sonuçlarını, mükemmel farzedilen demokrasimizde, hayat boyu memuriyet güvencesindeki Yüce Mahkememiz (yine "yüce" kelimesi) kararlaştırdı.
Bu kanaatler, küreselleşen teknolojinin yeni bağlamında hızla şekillenmektedir. Doğrudan sıcak çatışma hakkında ABD'de yürüyen tartışmalar, Rusların Amerikan caz plaklarını yasadışı yoldan satın aldıkları ve Batılı fikirleri öğrenmek için Amerikanın Sesi radyosunu kulaklıkla dinledikleri soğuk savaş zamanlarının kalıntısıdır. Dijital çağda ise cep telefonları, kısa mesajlar, Skype, Youtube ve de Los Angeles'daki Tahrangeles stüdyolarından yapılan uydu yayınları gibi etmenler sayesinde İranlılar, Amerikan kültürüne iyice âşina oldular. Heryerde internet cafeler var; sesli-görüntülü konferanslar, Amerikalı ve İranlı öğrenciler ve de öğretim görevlileri arasında olağan sohbetler yapılmasına imkan tanıyor. Tahranda, bir üniversite programının başkanı bana "her hangi bir kimse hoşlansa da hoşlanmasa da İranlı ve Amerikalı öğrenciler arasında Diyalog kurulmaktadır" dedi.
Siyasetçiler ve yorumcular bu gerçeği görmezden geldiklerinde uluslararası politikayı 20.yüzyıla geri götürmektedirler. Bu arada, İran ve biz, Amerikanın geri kalanı, 21.yüzyıldayız. İranın seçilmiş liderleriyle doğrudan diyalog fikrini öne sürerken Obama haklıydı çünkü doğrudan onlarla konuşmak, İran'ın demokratik sürecini tasdik edecektir. Hiçbir başkan, İranlıların kendi iradelerinin gücünü daha çok hissetmelerini sağlayacak herhangi bir şey yapamazdı.
Obama, Ahmedinecad'la doğrudan görüşmeler yapmalı mı yapmamalı mı şeklinde sürüp giden tartışmaların modası geçmiştir. Birbirlerini Skype'den arayabilirler belkide.
Çeviren: Ertuğrul Aydın