Başkan Obama bu hafta “İran’la soruna diplomatik çözüm” konusuna yeniden ilgi işareti verirken yumuşak rejim değişikliğini savunan liberaller marangozluğu bırakıp Tahran’la temas kurulmasına desteklerini itiraf için ortaya çıktılar. New York Times’tan Roger Cohen bu haftaki bir köşe yazısında İslam Cumhuriyetiyle yürütülecek diplomasiyle ilgili olarak liberallerin siyaset ve siyasaları hakkında çok şey ifşa etmiştir. Yeniden seçilen Obama yönetimi, Tahran’la nükleer müzakerelerde vitesi yükseltirken, İran politikasına dair Washington’daki tartışmaya Cohen yazısının dışavurduğu türden bir asılsızlık/yalancılık ve kendini aldatma hâkim olacak gibidir.
Cohen “(Amerikan halkı] Obama’yı yeniden seçerek, barış lehine ve on yıldan biraz fazla bir süre içerisinde bir başka Müslüman ülkeye üçüncü bir savaşın aleyhine oy kullanmışlardır” diye kaydederek başlamış yazısına. Aynı zamanda “Obama’nın İran meselesinden daha acil bir stratejik sorunu yoktur.” “Obama’nın ikinci döneminde İsrail-Filistin arasında barış arayışının mı yoksa İran’la büyük bir hamlenin mi diplomatik önceliği olacağı sorusu beyinsizlere mahsustur. Tabi ki İran, seni aptal. (Diğer Ortadoğu meselelerinde olduğun gibi Suriye’de de iyi şıklar yok ve Amerika’nın bu meselede İran’la iletişiminin olmaması bir işe yardımcı olmuyor. 2001’de Afganistan’la ilgili Bonn Konferansında İran’ın oynadığı yapıcı rol genelde unutuluyor.) İran’la savaş, geçişteki bir Ortadoğu, Afganistan’dan Mısır’a kadar Amerikan çıkarları ve küresel ekonomi için yıkıcıdır.” Çatışmayı önlemek için geriye az bir zaman kalmıştır.”
Bu mülahazalar – ve çoktandır süren diğer etkenler – Amerika’ya Tahran’la diplomasiyi işaret etmelidir. Ancak Cohen, Obama’nın ilk döneminde “pek çok cephede Cumhuriyetçi maçoluk hüküm sürdü. İran’ın şeytanlaştırılması, söylemsel ilhamın hiç bitmeyen kaynağıydı. Demokratlar çok geride kalmadılar. Şimdi ise diriliş için diplomasiye acilen ihtiyaç duyuluyor” da demiş.
Yüzeyden bakınca iyi gidiyor. Fakat Cohen, birinci başkanlık döneminde başarılı bir ABD-İran diplomasisini sabote etmekten en az neocon’lar/yeni-muhafazakârlar kadar Obama dâhil, onun destekçilerinden çekirdek bir grubun da sorumlu olduğundan bahsetmemiş. (Obama da bu grubun içindedir.)
Ve bu sözde iyi niyetli liberaller böyle yaptılar çünkü en az neoconlar kadar onlar da İran’da rejimin değişikliğinden yanalar.
Neoconların aksine liberaller, İran’da rejim değişikliği için savaşın akıllıca bir yol olmadığını düşünüyorlar fakat rejim değişikliğine onlardan daha az odaklanmış da değiller; İran’daki nihâi amaçları bu.
İslam Cumhuriyetinde yapılan 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, Batı medyasında seçimlerde hile yapıldığını, Ahmedinejad’ın halk desteğini kaybettiğini ve Mir Hüseyin Musavi’yi zaferden mahrum eden seçim hilelerinin İslam Cumhuriyetinin meşruiyetini zedelediğini iddia eden en gayretli seslerden biriydi Roger Cohen. Cohen’in 2009 Temmuz’unda kaleme aldığı bir yazısına bakın: Ahmedinejad’ı, dini lider Ali Hamaney’i, Devrim Muhafızlarını ve besiçleri “İran’ın zalim gaspçıları” diye tanımlıyor ve “yönetimin gayrimeşru olduğu” dolayımıyla onlarla temas kurulmaması gerektiğini ileri sürüyordu.
Cohen’in tek bir delili bile yok şüphesiz. Haftalar ve aylar ilerledikçe - Ahmedinejad’ın 11 milyonluk oy farkını izah etmeye yeterli çapta bir hile şurda dursun - seçimde hile yapıldığına dair hiçbir delil olmayınca “bazen gerçeği koklamak zorunda kalırsınız” diyerek geri çekilmişti (New York Times bu aptallığı yayınlamaktan dolayı mutlu görünüyordu.)
Cohen, bu tür delilden yoksun analizleri ileri sürmekte yalnız değil muhakkak. Ploughshares Fonu başkanı Joseph Cirincione, Cohen’in New York Times’tan meslektaşı Thomas Friedman; Barbara Slavin ve Robin Wright gibi diğer liberal yiğitler de ona katıldı. Batının “en iyi” ve “en saygın” İran analistleri – Ali Ensari, Rıza Aslan, Feride Farhi, Suzanne Maloney, Trita Parsi, Kerim Sadjadpur ve Ray Takeyh (bunların bazıları İslam Cumhuriyetinin ortadan kalkmasını ve yerine kendi laik, liberal İran vizyonunun hayata geçmesini isteyen göçmen İranlılardır. Hâlbuki kendi ülkelerinde fiilen yaşamakta olan İranlıların çoğu bunu açıkça istemiyorlar) – buna ruhsat verdiler.
Tüm bu isimler, Musavi’nin Ahmedinejad karşısında başarılı olacağını sanmışlardı. Ümit dolu beklentileri, İran siyasetinin tarafsız bir analizine değil derinden inanılan, genelde sorgulanmayan bir varsayıma dayanıyordu: İran kaçınılmaz olarak liberal demokrasiye doğru gidiyordu çünkü Amerikalı liberaller ve Amerika’da yaşayan göçmen İranlılar onun böyle olmasını istiyorlardı tıpkı neoconlar gibi. (Trita Parsi ve onun başında olduğu National Iranian American Council adlı örgütün nihâi amacı nedir? NIAC web sitesinde söylendiğine göre “ABD ve demokratik bir İran’ın (İslam Cumhuriyetinden bahsedilmiyor) – barışçıl ve işbirlikçi ilişkiler içinde olduğu bir dünya.” Ve can sıkıcı İranlı seçmenler hariçten gazel okuyan liberallerin kendi gelecekleri hakkındaki vizyonlarına boyun eğmediklerinde – görünüşe bakılırsa İranlıların çoğu İslami yönetim ilkelerini katılımcı siyasetle birleştiren bir sistem arayışındalar – o aynı liberaller ve göçmen İranlılar hüsnü kuruntularını sürdürmeye ve seçim sonuçlarını hile ürünü diye laubalice göz ardı etmeye devam ettiler. Bu çeşit hüsnü kuruntunun ABD-İran diplomasisi üzerinde gerçek ve olumsuz etkisi vardır; çoğu liberal, İran’a karşı Amerikan askeri harekâtını veya Ortadoğu’da bir diğer haksız cebri rejim değişikliği kampanyasını tercih ettiklerini söylüyorlar. Cohen, Parsi ve benzer zihniyetteki diğer eylemci ve yorumcular, İslam Cumhuriyeti çöküşün eşiğinde diye Obama yönetimine baskı yapıp Tahran’la diplomaside “taktik duraklamaya” davet etmişlerdi; hâlbuki Tahran’la diplomasi, o noktada daha başlamamıştı bile. Cohen de 2009 Temmuz’unda gösterişli bir biçimde kaleme almıştı bunu: “Obama (Hameney ve Ahmedinejad’ı) görünür geleceğe dek sallantıya bırakmalıdır. Temas kurma bahsini konuşmaktan muhakkak uzak durmalıdır…bunun aksini yapmak, gaspçıları kucaklamak demektir…İran’la temas kurulmasını oyun değiştirici diyerek güçlü bir şekilde savundum. Amerika, Büyük Terör zamanında Sovyetlerle, Kültür Devrimi sırasında Çin’le ilişkilerini tazelemişti. Jackboot Operasyonu en azından kitle katliamına dönmemişti…fakat bugünün İran’ı üç hafta öncesinin İran’ı değil; içten ve dıştan değişken bir akıntının içinde. Robespierre’leri zincirlerini koparmış bir haldeler. Obama aynı tas aynı hamam şeyler yapmamalıdır. Bırak Ahmedinejad dokuz doğurmakla terlemek arasında gitsin gelsin. Kendinden menkul çamur adalet ve ahlak göletinde debelensin. Obama’nın temas kurmasının ödülü tastamam Ahmedinejad’ın gidişi olmalıdır.”
Böyle temelsiz ancak ateşli iddialar ileri süren, 2009’da Obama’nın liberal tabanıydı ki ABD-İran nükleer diplomasi ihtimalini tasfiye etmişlerdir tıpkı Bush’un neocon yiğitlerinin 11 Eylülden sonra İran’ı “şer ekseninin” parçası olarak tanımlayarak yaptıkları gibi.
Obama yönetimi, Musavi hükümetiyle iş yapabileceği ümidiyle 2009 Haziran seçimine dek Tahran’la temas kurmayı geciktirmeye karar vermişti. Musavi hükümetinin nükleer müzakerelerde köklü biçimde farklı bir yol izleyeceğini ummak için hiçbir neden yok şüphesiz fakat Musavi’nin Washington’daki destekçilerinin maksadı bu değildi. Maksat, Musavi’nin zafer şansını artırmak ve o zaferle İran’ı tekrar daha batılı, liberal ve en nihayet laikleştirilmiş bir siyasi gelecek yoluna koymaktı.
Ahmedinejad’ın ikinci seçim zaferinin ardından Cohen, Parsi ve diğerlerinin benzin döktüğü tartışma sayesinde Amerikan yönetimi 2009 sonbaharına kadar İran’la nükleer müzakerelere dönmedi – her ne kadar Obama, İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’ya 2009 yılı sonuna dek müzakerelerden bir sonuç alınmadığı takdirde ABD’nin diplomasiyi bir tarafa koyup İslam Cumhuriyetine karşı yeni müeyyideleri devreye sokacağını vaad ettiyse de. Bunun anlamı şuydu: Obama yönetimi Tahran Araştırma Reaktörüne yakıt sağlama karşılığında İran’la nükleer yakıt takası teklifini “ya al ya terk et” ifadesiyle masaya koymuş ve bir anlaşma ihtimalini yok etmiştir; yeniden seçilen Obama yönetimi nükleer faaliyetlerle ilgili olarak İran’a yine bugün de tek taraflı, ya al ya terk et teklifleri sunmayı düşünüyor.
2009 seçimlerinin temelsiz bir şekilde çalınmış seçim olarak tasvir edilmesi – Cohen, Friedman, Parsi, Sadjapur ve diğerlerinin yaptığı tasvirdir – neocon politikaların sonuçlarını üretmeye yardım etmiştir.
Böylelikle NIAC’ın İran yönetimine karşı “hedeflenmiş” veya “dakik” müeyyideleri geniş tabanlı müeyyidlerin geçmesini kolaylaştırmaya hizmet etmiştir.
Benzer şekilde, Cohen İslam Cumhuriyetiyle diplomasiden yana olduğunu ama bunun seçim sonrasında ve (yine delilsiz bir şekilde) seçimi çalanlarla olmayacağını savunarak neoconlara, İsrail lobisinin destekçilerine; ve İranlı yetkililerin İsrail hakkındaki söylemlerinin, İsrail işgaline direnen gruplara verdiği desteğin, İslam Cumhuriyetinin anayasada dine yer vermesinin, sözde nükleer peşinde oluşunun ve/veya İranlıların her yıl Aşure gününde Hüseyin’in şehadetini anmalarının İran’la teması gereksiz bir işe çevirdiğini söyleyen diğerlerine siyasi, ahlâki ve stratejik meşruiyet sağlamıştır.
İran’la diplomasiyle ilgili olarak Amerikalı siyasetçiler için en esaslı soru şudur: ABD ve İslam Cumhuriyetinin stratejik olarak yeniden hizalanmaları amacıyla, Tahran’la diplomatik temas, Amerika’nın çıkarına mıdır? Eğer çıkarınaysa (biz böyle olduğuna inanıyoruz) geriye kalan tek soru şudur: ABD, diplomatik temasın işe yaraması için ne yapmalıdır?
Diğer şeyler yararlı olmamakla kalmıyor; diplomasinin başarısız olmasını ve feci (evvela ABD için fecidir) savaş riskinin artmasını garantiye almak, tehlikeli bir şekilde amaca aykırıdır. Ancak Cohen, Parsi, Slavin ve diğerlerinin temsil ettiği liberal yaklaşımın yaptığı tam da budur: ABD ve İran arasında gerçek bir uzlaşma ihtimalini azaltmış, bu ikisi arasında savaş ihtimalini artırmıştır.
Cohen, Parsi, Slavin ve diğerleri bugün diplomasi yanlısı sürüye heyecanla geri katıldılar. Fakat onların ve benzer zihniyetteki diğer yorumcuların diplomasinin neleri istemesi gerektiği hakkındaki düşüncelerine bakın. Cohen şöyle diyor: İran’dan ne istiyoruz? Tüm nükleer tesisleri açmasını, yüzde 20 oranında zenginleşmiş uranyumu elinden çıkarmasını, İsrail’i tehditten vazgeçmesini, yaygın insan hakları ihlallerini durdurmasını, Hamas ve Hizbullah politikalarını değiştirmesini, Suriye’ye yapıcı yaklaşmasını.”
Nükleer alanın dışında, böylesi bir gündemi kabul edecek olan İran artık İslam Cumhuriyeti olmayacaktır. Doğrusu, böylesi bir gündemle John Bolton’un bile bir sorunu olmaz; Bolton sadece diplomasi sayesinde İran’ın iç ve dış siyasi yönelimlerini eksiksiz bir şekilde revizyondan geçireceği fikrinde Cohen’e katılmayacaktır. Benzer şekilde, Parsi ve NIAC yine diplomasiden yana tutum sergiliyor fakat Tahran’la diplomatik temasta “insan haklarının ana mesele” olmasını şart koşuyorlar. Ancak liberallerin bu terim karşında iki büklüm olmaları kadar İran’da “yumuşak” bir rejim değişikliği olarak tanımlanabilecek bir strateji üstlendikleri de açıktır. Cohen son yazısında Rockfeller Vakfı başkanı Stephen Heintz’in Capitol Hill’de İran’la ilgili sohbetlerde “diplomatik çözüm” ifadesinden sakındığını “siyasi çözüm” ifadesini tercih ettiğini söylüyor. Diplomasi kulağa çok cılız geliyor. Heintz için muhakkak öyledir. Rockefeller Vakfı, eski Yugoslavya’daki siyasi değişim çabalarına ve eski Sovyet ülkelerinde renkli devrimlere destek vermesi gibi Parsi’nin NIAC adlı örgütüne de İranlı muhaliflere “siyaset dışı” eğitim versin diye mâli destek veriyor. (ve tesadüf değildir, Ali Ensari’nin 2009 yılı İslam Cumhuriyeti seçimlerini gayrimeşrulaştırmak için “âlimane” bir şekilde kaleme aldığı ciddi şekilde kusurlar içeren çalışmanın altına yine Rockeffeler Vakfının imza attığından şüpheleniyoruz.)
Hepimiz “siyasi çözümden” yanayız. Fakat böylesi bir çözüm, Amerika’nın İslam Cumhuriyetini gerçek ve meşru ulusal çıkarları temsil eden meşru bir siyasi varlık olarak kabulü temelinde, ABD-İran arasında gerçek bir uzlaşma talep eder. Liberaller ise sahih bir siyasi çözüme neoconlardan daha fazla meyilli değilmiş gibi görünüyorlar.
Kaynak: Race for Iran
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın