1990'ların başında Lübnan'da Batılı rehinelerin serbest bırakılması için gösterdiğim çabalarımda sık sık, gözlerimin kapatılması ve maskeli muhataplarla görüşmek üzere gece yarısı maskeli adamlar tarafından bilinmeyen yerlere götürülmek gibi hiç de alışıldık olmayan şeyler yapmak zorunda kaldım.
Daha sonra görüştüğüm İsrail istihbarat yetkilisine göre, görüşmek üzere beni konuk edenlerden biri, ünlü Hizbullah istihbarat şefi ve İran'la bağlantılı, 2008'de büyük ihtimalle bir İsrail vuruş ekibi tarafından Şam'da öldürülen İmad Muğniye'den başkası değildi.
Muğniye'yle ilk görüşmemde, o bana açıkça benim "tarafsız" olmamı beklemediğini belirtti. Beyrut'ta sokaklarda masum insanları yakalamak ve onları yıllarca gözaltında tutmanın "yanlış" olduğunu iyi biliyordu. "Başka bir çaremiz yok" diye ekledi, daha iyi bir önerim varsa bunu işitmekten memnun olacağını belirtti.
Diğer olaylarda da yüz yüze görüşmelere katılarak, uzun süredir "tarafsızlığın" mevcut olmadığını öğrenmiş bulunuyorum. Hepimizin, hem milli hem ferdi, kendi hikayelerimiz var. Bunlar, bizim kim olduğumuz ve ne yaptığımızın özünü teşkil ediyor.
Bu yüzden, düşmanlarla görüşmelerin başarılı olması için önemli husus, hikayelerinden "bazı" sayfaları ya da "bir" sayfayı keşfetmektir. Bunun paylaşılması gerekmiyor.
Lübnan'daki rehineler konusunda benim "Özgürlük anlaşmasındaki gerçek" olarak adlandırdığım çözüm, biraz sıra dışıydı. BM Genel Sekreteri, Irak lideri Saddam Hüseyin'i 1980-88 İran-Irak savaşını başlatmakla suçlayan bir rapor yayımladı. Amerika Birleşik Devletleri tarafından doğrudan bir "ödeme" yoktu.
İran'ın, bizim zaman sıralamamızı kabul ettiğini de eklemeliyim: Önce rehineler, sonra rapor. İran daha sonra rehineleri serbest bırakmaları için Muğniye ve Hizbullah'a baskı yaptı. Aslında, İran'ın Lübnan'a gönderdiği Devrim Muhafızları da iş birliği yaptı.
İran'a savaşın kaçınılmaz olduğuna dair sonu gelmez makalelerin yayımlandığı ve bir düşman olmaksızın liderlik yapamayacakları görünen çeşitli liderler tarafından kavgacı açıklamaların yapıldığı bugünlerde, son 30 yıldan fazla bir süredir İran ve Batı'nın en az 12 kere görüşme yaptığını belirtmek önemlidir. Kendi tecrübelerim ve başkaları tarafından doğrudan benimle ilintilendirilenler de buna dahil. Bu konuların hemen hemen tamamında olumlu neticeler elde edildi.
Şimdi nükleer programıyla ilgili olarak İran'la görüşmeler yeniden başladı. Görüşmeler, kendi hikayelerinin sayfalarından birini etkileyebilecek diğer konular tarafından olumlu bir şekilde etkilenebilir mi?
Afganistan konusunda ülkeyi İran, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan be diğer birkaç ülkeyle görüşme masasına koyacak "az taraflı" yaklaşım teklif etme cüretinde bulunabilir miyim? Ya da belki, "sıra dışı" çözüm olarak, Avrupa Birliği'nin uzun süredir Tahran'a bir AB temsilcisi gönderme isteğini kabul etmek? Bu, yerel hikayeyi etkileyecek, emsali olmayan, "yegane" bir çözüm olur.
Müzakerelerin bazı yönleri son 20 yılda değişti. Şimdi, özellikle gücün iki ülkede toplanmasından her ülkenin 15 dakikalığına süpergüç olabileceği realitesine gidiş dolayısıyla Soğuk Savaş dönemine göre çok daha fazla sayıda değişken var.
İran için nükleer müzakerelerle alakalı hususlarda Batı daha az "önemli" oldu. Büyük Orta Doğu da İran ve Suudi Arabistan gibi ülkeler için ağırlığı arttırdı.
1994'te Avrupa'da gayriresmi bir karşılaşmada üst seviyedeki bir İranlı yetkili, üst düzey ABD askerine, Kuzey Kore'ye stratejik anlaşma teklifinde bulunurken niçin ABD'nin İran'la müzakere arayışında bulunmadığını sormuştu. İranlı, "Biz Kuzey Korelilerden daha mı önemsiziz?" diye belirtmişti.
Bu yüzden, her iki taraf için de meydan okuma devam ediyor: Hikayelerimizin gücü, liderlerimizin bir düşman olmaksızın liderlik yapmalarına yeter mi?
Yazar hakkında: Eski BM Genel Sekreter Yardımcısı; Lübnan'da 11 rehinenin serbest bırakılması müzakerelerini yürütmüştür.
Kaynak: Al Monitor
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas