Başkan yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın S.Arabistan’ın Washington büyükelçisine sözde İran suikast planına karşılık olarak “İranlıların üstesinden gelme ve onları tecrit etme” gayreti etrafında dünyaya birleşme çağrısı yapmaları gerçeğin kibirli bir şekilde yanlış algılanıp yorumlandığını göstermektedir.

Obama yönetimi bu olayı stratejik üstünlük sağlamak için kullanabileceğine inanıyor ki yanlıştır. Gerçekte Amerika’nın değil İran’ın avantajına hizmet edebilir.

Amerikan dış politika camiası İslam Cumhuriyeti’nin ulusal güvenlik stratejisini berbat bir şekilde yanlış anlıyor. İslam Cumhuriyeti kendisini sırf (noksanlarının da bulunduğu) konvansiyonel silahlarla değil Tahran’la işbirliğine meyilli, kilit bölgesel alanlarda hâsıl olacak neticeleri etkileme kudretine sahip bölge aktörü vekiller edinerek de savunmaya bakıyor.

Bu aktörler bazı hallerde münferit siyasi hareketlerdir ve Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki Şii siyasi partileri-Kum milisleri gibi paramiliter yeteneklere sahiptirler.

Tahran diğer hallerde ise kamuoyu kanaatini başlıca müttefiki olarak görür. Amerika ve İsrail’in bölgesel hegemonya emellerine “direniş” sergileyerek bazı rejimlerin Amerika ve İsrail’le işbirliği yapmalarıyla tezat bir görüntü oluşturan Tahran bu yolla Ortadoğu’da “yumuşak güç” üretmektedir.

İran kendi stratejisini – özellikle de Amerikan itibarının azaldığı bir dönemde – dostane olmayan rejimleri kısa vadede kısıtlayan, uzun dönemde ise onlara zarar veren bir strateji olarak algılamaktadır. Bu strateji geçen on yıl zarfında İslam Cumhuriyetinin Ortadoğu’da Irak, Lübnan ve Filistin topraklarında bahse değer oranda siyasi ve stratejik kazanımlar elde etmesini sağlamıştır.

Geçen yılın sonunda Arap Uyanışının ortaya çıkmasıyla birlikte İranlı karar alıcılar bazı Arap devletlerinin artık halkın tutum ve kaygılarına karşı daha hassas yönetimlere geçmelerinin ve dolayısıyla da ABD ve İsrail karşısında daha bağımsız dış politika izlemeye meyilli olmalarının İran’ın avantajına olacağından eminler.

İranlı politikacılar Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin halefi her kim olursa olsun bunun İran çıkarları için net bir kazanım olduğunu doğru bir şekilde hesaplamışlardı. Şimdi de Mısır’da Mübarek rejiminin halefinin ABD ve İsrail’le stratejik işbirliğine daha az hevesli olacaklarını ve İran’ın direniş mesajına karşı açıklık sergileyeceklerini hesaplıyorlar.

İran’ın S. Arabistan’a karşı izlediği strateji bu çizgiye koşuttur. Tahran’ın yaklaşımı Suudilerin Washington’la ve (en azından dolaylı olarak) İsrail’le danışıklı dövüş içinde olduklarını görünür kılmak, bu suretle de sırf Şii Suudi vatandaşların değil Sünni Suudilerin de yönetimlerinin Amerikan yanlısı duruşundan nefret etmelerini sağlamaktır.

İran kısa vadede Suudi yönetiminin İran’a karşı yapılabilecek askeri saldırılara ve diğer cebri yollara katılmasını Suud halkının sevimsiz bulacağı bir ihtimal haline getirerek zorlaştırmaya bakmaktadır.

İran uzun vadede ise bölgesel güç dengesini dönüştürmek için çalışıyor; ABD, Suud ve diğer Amerikan müttefiklerinin hâkim olduğu bir güç dengesi yerine Lübnan, Filistin toprakları, Türkiye, Saddam sonrası Irak ve (şimdi de) Mısır’ın aynı diplomatik safta buluşması sayesinde Amerikan, İsrail ve Suud nüfuzunun marjinalleştiği bir denge arıyor.

Suud liderliği İran’ı muhitinde “yabancı”, Şii/Pers unsur olarak tasvir etmek suretiyle geri püskürtmeye çabalıyor. Kimi zaman da İslam Cumhuriyeti’nin yumuşak güç hücumuna karşı krallığın hattı bozmadan durmasına yardımcı oluyor bu. Fakat uzun vadeli eğilimin yönü yükselen İran nüfuzudur. İran yönetiminin Suud büyükelçisine suikast planladığı fikri bu bağlamda mantıktan yoksundur.

Tarih de bize Obama yönetiminin İran bağlantısı iddiasından derin bir şüphe duymamızı söyler.

İslam Cumhuriyeti 1980-1988 arasında emekleme dönemindeyken Saddam Hüseyin’in saldırgan savaşına karşı kendisini sekiz yıl boyunca savunmak zorunda kalmıştı ki saldırgan savaşın başlıca finansörü S.Arabistan’dı. Yaklaşık 300.000 İranlı bu savaşta hayatını kaybetti. Fakat tüm bir çatışma boyunca İran yönetimi dünyanın hiçbir yerinde tek bir Suudi’yi hedef almadı. İslam Cumhuriyeti Suud Krallığını çok sevdiği için yapmadı bunu. İran ulusal güvenlik stratejisi, Suud halkının İran’a karşı bir saldırıya destek vermemesi için İsrail’in hareketlerine ve Amerika’nın terörle savaşta hedefi aşmasına karşı onların öfkesini besleyerek Suudi kamuoyunu cezp etmeye dayalıdır nihayetinde.

Suud büyükelçisinin öldürülmesi tam tersi bir etki yaratacaktır. Mansur Ababsiyar ve kuzeni her ne konuşmuş olurlarsa olsunlar, İran liderliğinin bunun akıllıca bir şey olduğuna karar vermiş olmaları akla yatkın değildir.  

Obama yönetiminin İran’a karşı daha uyumluluk çağrısı işin sonunda geri tepecektir zira İslam dünyasının (S. Arabistan ve onunla yakın ilişkileri olan Körfez monarşileri hariç) büyük bir kesiminde ABD’nin bir başka Müslüman ülkeyi kuşatmanın hatta yok etmenin bahanesi olarak bir kez daha şüpheli hayat memat suçlamaları yaptığı düşünülecektir  

Başkan Obama ve danışmanları ve tüm Amerikalılar ABD’yi bölgenin stratejik gerçekleri hilafına Ortadoğu’da bir diğer savaşın eşiğine götürme vakti midir diye sormalılar kendilerine.

Kaynak: CNN

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı