Artık iç politika ile dış politikanın ne kadar örtüşük olduğu, toplumsal tercihlerinin anlaşılmasına ne kadar gerek olduğu, ülkelerin siyasal ve sosyal katmanlarının, idari yapılarının, anayasa ve yasalarının ne denli belirleyici olduğu anlaşılmış durumda. İran seçimlerine dünya çapında gösterilen ilgi bu anlaşılmadan kaynaklanıyor.
İran gibi 'Batı' dünyasının genel olarak çok yakından tanımadığı ülkelerdeki siyasal gelişmeler, yine genel olarak Batı bakışıyla anlaşılmaya çalışılıyor. İran'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerine olan ilgi bu bakışı yeniden kanıtlar nitelikte yorumlara yol açtı.
Cumhurbaşkanı adaylarından Ahmedinejad, Humeyni geleneğine sıkıca bağlı, 'Batı' karşıtı, ABD ve İsrail düşmanı, nükleer füzeler yapacak küresel felaket olarak görüldü. Ahmedinejad bu algıları güçlendirecek işler yapmadı değil, ancak İran'ın içinden bakıldığında seçmenler durumu farklı değerlendiriyorlardı. Onlara göre Ahmedinejad, sadeliği, halkın çoğunluğu gibi mütavazi yaşam formunu, kısacası halkı temsil ediyor. Üstelik nükleer çalışmalarıyla, füze denemeleriyle ve 'dış atakları'yla İran'ı bölgesel güç haline getirdiği, hatta ABD'yi bile geri adım atmaya zorladığı düşünülüyor. Otoriter gelenekten gelen İranlılar, Ahmedinejad'ın otoriter yönetimini değil, otoriterliğini nasıl kullandığı ile ilgileniyor. Ahmedinejad'ın 'batı'dan bakıldığı gibi 'dindarlık'la değil milliyetçilikle açıklanması gereğine de dikkat çekmek gerek. Sonuçta, kırsal kesimde yaşayan orta ve alt gelir grupları bu milliyetçi lideri tercih etti.
Cumhurbaşkanılığı yarışının diğer ismi Musavi ise, kentli aydın bir kesimin reform beklentilerini dile getirmiş bir adaydı. Meselenin reform kısmı kulaklara hoş gelse de, reformun kimler tarafından yapılacağına ilişkin kuşku yaratan sınıfsal bir izlenim yaratmış olacak ki, halk tercih etmedi. Bu tercih, çoğunluğun muhafazakar kurallara güvendiğini değil, reformlara ya da reformları yapacaklara güvenmediğini gösteriyor. 'Batı'dan bakınca İran'ın modernleşme yolundaki şansını kaybettiği yorumları yapılabilir, ancak içeriden bakıldığında halkın modernleşmeden çok cepleriyle ve istikrarla ilgilendikleri anlaşılıyor. Her ne kadar Ahmedinejad döneminde ekonomide işler kötüye gittiyse de, çoğunluk Musavi'nin de durumu düzeltemeyeceğine inanmış olmalı.
Hatırlatalım, İran'da cumhurbaşkanı tek başına iç ve dış siyaseti belirlemez. Seçilmişler, atanmışlar ve moral kişilerden oluşan kurumlar var ve bunlar cumhurbaşkanına fazla hareket imkanı tanımazlar. Bu durumda cumhurbaşkanına bakarak bundan sonra İran'da ne olur, İran ne yapar denmesi kolay değil. Bununla birlikte, seçimlere katılım oranının yüksekliği ve reform taleplerinin açığa çıkış biçimi bundan sonra İran'da değişim olacağını gösterebilir.
Anlaşılan o ki, Ahmedinejad içeride reformist bazı adımların atılmasına fazla itiraz edemeyecek. Bu reformların eşitlik, adalet alanına işaret edeceği ve ekonomi ile ilişkili olacağı da söylenebilir. Dış politikada keskin bir dönüş olmasa bile, eski 'sert' tavrın biraz tırpanlanacağı da anlaşılıyor. Musavi seçilseydi, o da reformların hepsini yapamayacak ve ABD-İsrail ekseninde aniden bir iyileşme yaşanmayacaktı. Kısacası biri reformistleri dikkate alma baskısı altında, diğeri de 'tutucuları' dikkate almak zorunda kalacaktı.
Sonuçları değilse de seçim ortamı, aslında İran'daki toplumsal değişimin göstergesi oldu. Avrupa ile karşılaştırıldığında bir yandan bu değişimin ne denli hızlı, rasyonel ve canlı bir talep olduğu anlaşılıyor; öte yandan 'milliyetçilik' konusunda ne kadar paralel eğilimler taşındığını da ortaya koyuyor.
Kaynak: Star