Tahran, AK Partinin yükselişini ilk başlarda şevkle karşıladı. Ama bu yükselil daha sonra kâbusa döndü. Türkiye’nin Esad’ın aleyhine dönmesi ve değişmekte olan Ortadoğu’da ideolojik cazibesi yüzünden İranlı liderler Ankara’yı Basra Körfezi’ndeki Arap devletleriyle birlikte İran’a tezgâh kuran ABD planın kilit parçası olarak görüyorlar artık.
Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin yükselişi, Türkiye’nin İslami yönetime doğru seyretmesiyle birlikte ideolojik olarak Tahran’a da yakın olacağı düşüncesiyle başlarda Tahran’ı heyecanlandırmıştı. Muhafazakâr İranlı yorumcular, AK Parti’nin amacının devrim yoluyla olmasa bile seçim yoluyla İslam Cumhuriyeti olduğunu savunmuşlardı. İran, Türkiye’nin Batı ve Doğuyla özel ilişkilerini bir tehdit olarak değil Tahran’ın tecridini azaltacak, çıkarlarını korumasını sağlayacak bir araç olarak gördüler. Ayetullah Ali Hamaney 2006’dan 2010’a kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le yaptığı toplantılarda Türkiye’nin siyasi ve iktisâdi kazanımlarını kutladı ve AK Parti’nin İslam dünyasına yönelmesinin Müslüman ülkeleri güçlendireceğini, AK Partinin yurtiçinde ve bölgede revaçta olmasını sağlayacağını vurguladı. İran, Türkiye’nin yeni duruşunu kendi avantajına kullanmaya hevesliydi de. İran, 2010 yılında Türkiye’nin Brezilya’yla birlikte nükleer meselede aracılık yapmasını memnuniyetle karşıladı her ne kadar o hamle başarısız olduysa da.
Fakat sonra zemin kaymaya başladı. Türkiye, İranlıları şaşırtırcasına bölgesel bir rakip haline geldi; Türkiye’nin sunduğu ılımlı İslam siyaseti, İran’ın sertlik yanlısı yaklaşımından daha çok revaçta olduğunu ispatladı. Türkiye, İran veya ABD çıkarlarının vekili olmadı; İran liderliğinin hassasiyetleri hakkında vicdan azabı duymaksızın kendi dış politikasını izledi.
2010 Mayıs’ında İsrail askerleri Türkiye destekli Gazze’ye Özgürlük Filosunun önünü kestiğinde, Gazze Filosu hadisesi patlak verdi. İran liderleri, Gazze’ye doğru seyreden insâni yardım gemilerine İsrail’in yaptığı saldırıyı kınarken Filistinlilere desteklerini ifade ettiler ama bu karşılaşmada Türkiye’nin oynadığı liderlik rolü hakkında sessizliklerini neredeyse hiç bozmadılar. İran medyası ve yetkililer, İran’ın bu hadisede başrolde olmaması hakkında duydukları kaygıyı dile getirdiler. Bazı devlet kurumları, Filistin davasında İran mevcudiyetini ileri sürme hususundaki meraktan dolayı İran’ın Gazze’ye insâni yardım gemileri göndereceğini ilan ettiler. İran Kızılay’ı gemilerin yola çıkacağı günü de açıkladı fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmedi zira İran, İsrail’le doğrudan bir karşılaşmanın derdinde değildi. Bir yorumcu ise mânidar bir teklifle geldi: İran, bu tür insâni olaylarda hayatlarını kaybeden Filistin destekçilerine vatandaşlık vermeli ve ailelerine yardım etmelidir. İran’ı hikâyeye dâhil etmenin bir yoluydu. Bu da olmadı.
Sonra Arap Baharı geldi; İran’a göre yanlış adlandırmaydı bu zira Arap değil İslam baharıydı gelen; bahar da değildi ve tıpkı İran İslam Devrimi gibi kalıcıydı. Arap Baharı, Ayetullah Ali Hamaney nazarında “İslami uyanıştı”, 1979 İran İslam Devriminin otuz yıl önce ektiği tohumların yeşermesiydi. Hamaney’e göre bu ayaklanmalar, Müslümanlar ayağa kalkıp Batılı kuklaları peşpeşe defederken İran’ın sahneye girmesi için vaktin geldiğine işaret ediyordu.
Fakat anı yakalayan İran değil Türkiye oldu. Erdoğan, Arap ülkelerine devrim sonrası düzenlediği gezilerde çoşkuyla karşılanırken Tahran korkuyla izliyordu. Erdoğan’ın İslam’a saygı duyan “laik” devlet modelini savunması yalnızca siyasi başkent Tahran’da değil dini merkez olan Kum’da da alarm zillerinin çalmasına yol açtı. Siyasi ve dini kurumlar protesto ettiler. Ilımlı Ayetullahlar bile Türkiye’nin İslamın “liberal” ve “Batılı” yorumlarına hücum ettiler ve İran’ın bölgede Türkiye’nin arkasında kaldığına dair uyarılarda bulundular. İlk başlarda onların sesi, Tahran’daki hükümet yetkililerinin sesinden daha gür çıkıyordu.
İran’ı çileden çıkaran, Türkiye’nin Suriye konusunda değişmesiydi. Başbakan Erdoğan, Beşşar Esad’ın iyi bir dostu iken artık ya reform yapmasını ya da bir süre sonra devrileceğini söylüyordu. Türkiye, Suriye muhalefetinin konferanslarına ev sahipliği yapmıştı; şimdi ise haberlere göre rejim karşıtı savaşçıları barındırıyor. Tahran buna karşılık olarak Ankara’ya Suriye’nin kırmızı çizgi olduğu açık eden çeşitli mesajlar gönderdi ve Esad karşıtı muhalefeti destekleyip bu çizgiyi aşmaması için Erdoğan’ı uyardı. Türkiye uyarılara kulak asmadı. Bunun yerine, İran balistik füzelerine karşı kalkan olacağı söylenen NATO radar sistemlerine Türkiye’nin ev sahipliği yapacağını duyurdu. İran birdenbire saldırgan hatta tehditkâr bir ton kullanmaya başladı. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve diğer siyasi-askeri yetkililer NATO radar sisteminin İran düşmanlarını koruyacak olmasından dolayı İran’ın tepki vermek zorunda kalacağına dair uyarıda bulundular.
Muhafazakâr köşe yazarları da ateş açtılar. Türkiye’yi nüfusun yüzde 50’sini yani Alevileri ve Kürtleri temsil etmeyen Sünni diktatörlük olmakla suçladılar. Ancak İran ve Türkiye’nin Kürt azınlıktan neşet eden meydan okumalara karşı yakın işbirliği yürüttüklerinden bahsedemediler. İran müesses nizamı içerisindeki temayülleri dile getiren bu yorumcular, Türkiye’nin kolayca istikrarsızlaşabileceğinin farkında olması gerektiğine dair üstü kapalı olarak uyarıda bulundular. Ali Hamaney’e yakın muhafazakâr medya, nüfusun yüzde 27’sini teşkil eden Alevilerin, Ankara’nın Tahran ve Şam’a yakın olması için can attıklarını, Kürtlerin ise Türk ordusunun “canavarlığına” kızgınlık duyduklarını savundular. Türkiye’deki fay hatlarına işaret ederek Türk halkının İslam hukukunu arzuladıklarını fakat AK Parti’nin “sahte İslamcılıktan” başka bir şey sunmadığını da ilave ediyorlar. Dahası, İran ve Mısır’ın aksine, Türkiye uzun bir fıkıh geleneğinden yoksundur ve bu yüzden de İslam dünyasına liderlik edecek fikri kuvveti de yoktur. Oldukça önemlidir, Araplar Osmanlı döneminin acı dolu anılarını unutamazlar. Böylelikle de Ankara’nın sevinçten havalara uçtuğu an çok uzun süre devam edemez zira yeni Mısır kendisini bir kez daha ileri sürecek ve Türkiye’yi dengeleyecektir.
Yeni İran anlatısı, İslami uyanış dalgasını yolundan çıkarma amaçlı ABD-İsrail-Suudi tezgâhının bir parçası diyerek Türkiye’ye işaret ediyor şimdi de. Buna göre ABD bölgedeki kuklalarını (Mübarek, bin Ali vb) kaybettiğinden dolayı hasar kontrol sistemi olarak Türk modelini kullanmaya karar vermiştir. AK Parti, 2009 yılında Yeşil Hareketin başarısızlığından sonra ABD’nin İran’da rejim değişikliği için kullanmak isteyeceği yeni bir araçtır diye devam ediyor argümanları. Ancak parmak basılması gereken hassas bir noktadır bu. İran yönetimi, İranlı reformcu muhaliflerle AK Parti’nin ideolojik yakınlığının farkında. Taban tabana zıt siyasi sistemlerde doğmuş olmalarına rağmen her ikisi de İslam ve demokrasi arasında bir denge kurmaya can atıyor. İranlı liderler, İran reform hareketinin meşruiyetlerine verdiği hasarın bir benzerini AK Parti’nin de verebileceğinden korkuyorlar. Her ne kadar şimdilik mağlup etmiş olsalar da reformcuların müesses nizamın merkezini çatlattıklarını ve rejimin zorlu destekçilerinin birçoğunu kendi taraflarına çekebileceklerini veya etkisizleştirebileceklerini kabul ediyorlar. İran’ın İslami yönetimi için benzer bir meşruiyet krizini bölgesel düzlemde şimdi de AK Parti yaratabilir ve İran’ın yumuşak gücünü zayıflatıp İslam dünyasındaki popülerliğine zarar verebilir.
İran’ın güç gösterimi için devrimci ideolojisine bel bağladığı zamanlar olmuştu. İslami yönetim - devriminin doğru olduğunu ispat etmek ve mesajının haklı olduğunu göstermek adına - ideoloji gösterimi için güç kullanmaya bel bağlar halde buluyor kendisini. Kısa bir süre önce Ayetullah Ali Hamaney dünyanın, İslam Cumhuriyetinin yeryüzündeki tüm ülkeler için bir model olması gerektiği “tarihi bir dönemeçten” geçmekte olduğunu iddia etti. Eğer ki aradıkları o model Türk modeli çıkarsa, gaddar bir kehanet olabilir bu doğrusu.
Yazar hakkında: George Washington Üniversitesi’nde İran Siyaseti dersleri vermektedir. Middle East Institute uzmanıdır.
Kaynak: Foreign Policy
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın