İran füzelerinin Türkiye'yi tehdit ettiği yönünde Amerikan kampanyasının başladığı şu günlerde Irak işgali öncesi oluşturulmaya çalışılan psikolojik ortamın yeniden sahnelenmesinden ibaret olduğunu söylemeye gerek yok. Medyada bir takım kalemlerin balıklama atladığı bu kampanya Türkiye'yi içinden çıkılmaz bir ateş çemberine atmak için hazırlanmış akıldışı (ahlak dışılığı zaten tartışılmaz) kirli oyundan ibaret. Amerika'nın Ortadoğu stratejisi açık biçimde Türkiye'nin stratejik çıkarlarıyla, coğrafi konumuyla ve tarihi gerçeklerle çok açık biçimde çelişmektedir. Hükümetin/devletin Amerika ile stratejik ortaklık ısrarının artık sürdürülemez bir hayal olduğu Irak savaşından beri ortaya çıkmıştır. Türkiye Amerika arasında yaşanan sıkıntılar geçici problemler değildir, Türkiye'nin tarihi ve coğrafi konumunun getirdiği zorunluluklar Amerika'nın hegemonya stratejisi ile açık biçimde çatışmaktadır. Bu strateji Türkiye'nin Ortadoğu'daki ilişkilerini olduğu kadar kendi güvenlik alanını da provoke etmektedir. 11 Eylül'den sonra özellikle Irak'ın işgaliyle birlikte İran bölgede izlediği politika ile kendine yeni bir alan açtı. İran'ın bölge derinliğine nüfuz etmesini sağlayan iki önemli unsur vardı; biri Afganistan gibi coğrafi ve kültürel hinterlandında yer alan alanda etkisini artırması. İkincisi özellikle Irak'taki Şii çoğunluğun Amerika ile işbirliği yaparak etkin hale gelmesi, Lübnan'da Hizbullah'ın İsrail karşısındaki zaferi ile perçinleşen etkisi İran'ın Şii kartını kullanarak kendi alanını genişleten ülke durumuna getirdi. Ancak kendini 'Şii kuşak'la tanımlayan bir stratejinin bölgede etkinliğini artırmasına yardımcı olsa da uluslararası düzeyde özellikle İslam dünyasının gözünde kısıtlayıcı, hareket kabiliyetini daraltıcı bir etkiye sahip olacağını İran fark etmiş görünüyor. Nitekim, nükleer kriz nedeniyle yeni açılım ve ittifak arayışındaki İran'ın sadece Şii kartını kullanarak küresel politikalar üretemeyeceğini bizzat kendileri belirtiyor. Irak'taki Şii ağırlığı Amerikan baskısını Irak içinde ve Lübnan'da karşılamak için kullanacağı bir unsur haline getirmeye çalıştığı açıkça görülüyor. ?Nüfuz casusu? gibi çalışan kimi kalemler tüm tarihi ve bölgesel gerçeklere rağmen İran'la Türkiye'yi birbirine çatıştırmaya çalışsa da ne Türkiye de ne de İran'da halkın birbirine bakışı hiç de öyle değil. Şu hususu rahatlıkla söyleyebilirim, İran halkı arasındaki Türkiye sempatisi Türklerden daha fazla. İranlı eski bir diplomatin ifadesiyle bu yaklaşımın politikaya yansıması şöyle denebilir. ?İran, Türkiye'nin İsrail ve Amerika gibi ittifaklarına rağmen işbirliği yapmak istiyor, bizim Türkiye'yi takip ettiğimiz kadar Türkiye bizi tanımıyor?? Bu yaklaşım hem Türkiye'nin ağırlığından kaynaklanıyor hem de İran nüfusunun demografik özelliklerinden. Önemli miktarda Azeri/Türk nüfusun bulunduğu İran'da Farslarla Azeriler arasında kaynaşma, karşılıkla evlilikler iki önemli etnik yapıyı birbirine kaynaştırmış. Fars kökenli İranlıların önemli bir kısmı en azından anlaşacak kadar Türkçe biliyor. Bu da Türkiye İran ilişkilerinde küçümsenemeyecek bir faktör. İslam medeniyetinin Arap olmayan iki önemli unsuru olarak İran ve Selçuklu-Osmanlı kültür havzaları aslında birbirinin devamı, iç içe geçen katmanlardan oluşuyor. Özellikle Türklerin Müslümanlaşma süreçlerinin İran üzerinden geçekleşmesi Fars-Türk modeli diyebileceğimiz bir medeniyet iklimi ortaya çıkardı. Şiiliğin yine Türkler eliyle (Safaviler) İran'da resmi mezhep haline gelmesi bu bileşime darbe vursa da Anadolu ve Balkanlar'da yükselen İslam medeniyetinin İran üzerinden gelen dalganın etkisinin olduğu tarihsel bir gerçek. Bu anlamda, İsfahan şehri İslam medeniyetinin bu damar üzerinde ortaya koyduğu medeniyet birikiminin tüm katmanlarını yansıtan ender şehirlerden biri. Selçuklulardan başlayıp Timurlulardan Safavilere, Kacar hanedenına uzanan çizginin birikimlerini bir arada toplayan muhteşem bir mirası barındırıyor. Nakş-i Cihan meydanındaki sarayın ismi bile bizimle İran kültürü arasındaki etkileşimin ilginç örneklerinden biridir. Farsçadan ödünç alarak oluşturduğumuz Bab-ı ali terkibinin İran'daki karşılığı Türkçe'den ödünç alınan bir terkiple oluşmuş: Ali kapu. İranlıların sahip oldukları bu tarihi mirasa, sanattan edebiyata uzanan birikimlerine sadece turistik birer obje gözüyle bakmadıklarını sokaktaki İranlılar gibi resmi İran tutumuna da yansıyor. Hafızdan birkaç beyit bilmeyen bir İranlı düşünülemez. Hafız hem entelektüel hem popüler kültürün bir parçası. Her hangi bir otel süslemesinden, resmi mimari unsurlara kadar her alanda İran estetik algısının, mimari geleneğinin devamı olduğunu hissettirir size? Modern içinde geleneğin sürekliliğini yansıtan çarpıcı örnekleri görünce bizdeki kimlik bunalımının ne kadar derin ve bir o kadar da nereden kaynaklandığını yüzümüze çarparcasına haykıran örneklerle dolu. Böylesi bir medeniyet birikimine, binlerce yıllık İranlılık geçmişine sahip çıkan ve bunun bilincini az çok hisseden İranlıların kendine güvenlerini iyi okumak gerekir. Bu anlamda İran'ı, özellikle İsfahan, Şiraz, Yezd gibi medeniyet birikiminin en yoğun olduğu şehirleri görmek Selçuklu-Osmanlı birikiminin kaynağını görmemizi sağlarken yaşanan kimlik sorunlarına da ayna tutacağını düşünüyorum.