Türk askeri herkesi şaşırtarak 4 Aralık'ta farklı etnik kökenlilerden müteşekkil Ninova Kurtuluş Güçleri'nin talim gördüğü Zalkan Kampını koruma iddiasıyla Musul'a girdi. Ninova Kurtuluş Güçleri (veya Ulusal Seferberlik Hareketi) Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Hükümeti'nin Peşmergeleri tarafından eğitilen bir milis ordusu. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani'nin askerleri tarafından komuta edilen Güney'deki mezhepçi Halkın Seferberlik Ordusu'na karşı dengeyi sağlamak için kurulmuş.    

Bu sınır ötesi geçiş ilgili fırkaların hepsine bir mesajdı. Ankara özellikle Tahran ve Moskova'ya güvenlik bahis olduğunda sınırı geçme hakkının mahfuz olduğu mesajını verdi. Aynı zamanda Moskova'nın Türkiye karşıtı seferberliği daha da kızıştırmak için PKK'ya destek verme ihtimaline karşı örgüte Irak'a girmekten çekinmeyeceğini ihtar etmiş oldu.  

Türkiye ve Amerika arasındaki önceki anlaşmalar PKK'nın yayılmasına karşı Peşmerge'nin rolünü arttırma üzerineydi. Şimdilerde Rusya'nın düşen savaş uçağının intikamını almak için PKK'yı kullanma ihtimali yükselmişken Türkler PKK'nın palazlanmasına karşı elleri kolları bağlı oturmayacaklarını göstermek istediler.

Ankara'nın bu sürpriz hamlesine karşılık Rusya'nın tepkisi iki yönlüydü. Rusya Türkleri Suriye'de yaptığını tekrar etmemesi yönünde uyarırken bir yandan da Iraklı siyasi grupların ülkelerine Rus askerlerini davet etmesine odaklandı. Moskova Suriye'yi artık kendi mandası altında görüyor ve Irak'a girmesi de an meselesi. Artık soru "böyle bir şey olur mu olmaz mı" değil, "ne zaman olur" sorusudur. Bağdat'ta bir meclis heyeti Putin'e bir davetiye bildirisi yayınlarken Amerika ile olan güvenlik anlaşmalarının da iptal edilmesini tavsiye etti. Ankara ise Musul'da kendi hissesine düşeni korumak istiyor ki şuan bununla ilgili hazırlıkları devam ediyor.

Rusya'nın uçak düşürme hadisesinde sonra Türkiye'ye uyguladığı ekonomik yaptırımların Türk ekonomisi üzerinde küçük etkileri olacaktır. Rusya Türkiye'ye doğalgaz ihracatını da durduramaz. Moskova'nın bu kısıtlı hamleleri Ankara'ya kendi güvenlik politikalarını uygulamak için daha geniş bir alan bırakıyor. Bu elbette sadece iki ülke arasındaki tansiyonun değil, aynı şekilde Irak ile Suriye arasındaki kutuplaşmanın da artacağı anlamına geliyor.

Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki politikalarının ana hatları Amerika ile geçen Ağustos'ta varılan İncirlik Anlaşması ile belirlenmişti. Lakin Anlaşmanın kasıtlı olarak ıskaladığı bir önemli bir husus vardı. Bu husus silahlı kanadı PYD olarak adlandırılan Suriye Demokratik Partisi'nin rolüyle ilgiliydi. Sebebi de Ankara'nın PYD'yi PKK'nın bir kolu olarak addederken Washington'un PYD'yi IŞİD'e karşı olan savaşında desteklemesiydi. Amerika PYD'ye IŞİD'le olan mücadelesinde aktif şekilde yardım etti.

Bir süredir bölgedeki rüzgarın istikameti değişmiş durumda. Yeni hedef hem Suriye'de hem de Irak'ta Peşmergenin rolünü arttırmaya yönelik oldu. PYD'nin eş başkanı Salih Müslim'i PKK ile olan bağlarını zayıflatma yönündeki ikna çabaları sonuç vermedi. Hızla yaşanan gelişmeler altında kimsenin daha fazla beklemeye niyeti de yoktu.

Birkaç ay önce sitemizde Süleymaniye, Irak'ta PYD, Irak Kürdistan Demokratik Partisi ve İran Devrim Muhafızları temsilcileri arasında üst düzey görüşmeler gerçekleştiğini açıklamıştık. Bu görüşmeler zamanla amacına ulaştı. Hatta Rusları içine alan bir koordinasyona bile dönüşmüş olabilir.  

Rusya'nın PYD'ye yaptığı hatırı sayılır silah sevkiyatı böylesi bir koordinasyona işaret ediyor. Moskova bunu PYD'nin Hasaka'daki anti-IŞİD savaşına yaptığı bir destek olarak sunacak. Yalnız durum IŞİD'i bile aşan bir noktaya geldi. Artık bu Kuzey Suriye'yi ve Kuzey Irak'ı kimin kontrol edeceği savaşıdır. Türkiye'nin ve kısmen Washington'un pozisyonu ise Barzani'nin Peşmergelerinin bölgede daha etkin biçimde öne sürülmesi. Bununla beraber PYD'nin IŞİD'e karşı savaşını da olabildiği kadar canlı tutmanın da bir yolu olmalı.

Bu ikilemi çözmek kolay değil. Salih Müslim'e hala Peşmerge ile işbirliği yapması ve PKK'dan uzaklaşması için baskı yapılıyor. Amerika PKK'yi terör örgütü olarak tanımlıyor. Ayrıca bir tarafta Rusya ile İran arasındaki ilişkiler, diğer tarafta da bu iki ülkenin PYD ile olan ilişkileri gittikçe sıkılaşıyor. İki ülkenin de eskiden beri PYD ile güçlü bağları var.

Müslim'in Riyad'da tertip edilen Suriye muhaliflerini bir çatı altında toplama amaçlı toplantıya davet edilmemesini de not edelim. Ilımlı muhalifler Peşmerge'nin Kuzey Suriye'ye gelmesine sıcak bakıyor. Suriye Muhalif Koalisyonu'nun liderleri geçtiğimiz günlerde Erbil'i ziyaret edip muhalefetteki ılımlı kanadın Barzani'nin Peşmergeleriyle işbirliği yapma konusunda istekli olduğunu bildirdi. Buna ilaveten Kuzey Suriye'deki ılımlı ve Barzani'ye yakın Kürt Ulusal Konseyi bölgedeki Kürtler arasında destek arayışına devam ediyor.

PYD ise bu kritik zamanda PKK ile içli dışlı yoluna devam ederek ihtiyatsız davranıyor. Bunun sebebi de bir noktada PYD'nin IŞİD'e karşı savaştaki rolü önemini kaybedecek olması. Yarınki rolünü hesaplamak için bugünkü rolüne bağlı kalamaz. Kürtler hakları için savaştı. Bunları elde edecekler ama PYD veya PKK eliyle değil.  

Tüm bu resmin kendine has teferruatları da var. Eğer çatışma bir tarafta Amerika, Türkiye, Araplar ve Barzani'nin; diğer tarafta da İran, Iraklı Şii güçler, Hizbullah, Esed ve Rusya'nın dahil olduğu bir tür vekalet savaşına doğru dönüşüyorsa, vaziyet çok daha tehlikeli bir noktaya ilerliyor demektir.

Amerika (ve genel olarak Batı) ve Rusya'nın artan müdahalesi bu ihtilafa daha farklı bir gözle bakmanın asıl sebebidir. Türklerin Soğuk Savaş'tan beri gelen bir cephe hattı devleti olma tecrübesi var. Ama şimdi durum farklı. Türkiye'nin güney sınırlarında Rus kuvvetleri, doğu sınırlarında İran kuvvetleri ve doğusunda Rusya'nın bizzat kendisi var. Ve bir de sınırları içinde ve sınır boyunca konuşlanmış PKK var.

Eğer diplomatik çabalar başarısız olursa, ki olması olmamasından daha muhtemel, herkes daha uzun bir süre bu işin içinde olduğunu anlayacak. Bu bağlamda birkaç söylenmeli:

Bir koalisyon temelini oluşturacak uyum ve işbirliği içinde gidebildiği kadar gider. Bu temele daha büyük hedefler eklemek koalisyonun nereye kadar gideceğini belirler. Dolayısıyla bu koalisyonun neyi başarmayı amaçladığına tüm muhtemel ortaklar arasında dair açık uzlaşı olmalı.  

Suriye örneğinde ise, ki oldukça karmaşık, yukarıda bahsedilen ve bugüne kadar uygulanan politikalar diğer örneklerden daha belirgin. Peki bir yanda tüm partnerleri hedeflerinde birbirinden ayrışırken IŞİD'i yenebilecek bir koalisyon kurmak mümkün müdür ? Mümkündür. Ancak suni bir konsepti böyle bir koalisyon üzerinde hayata geçirmenin sonuçları da suni olacaktır. Ankara'nın IŞİD konusundaki tutumu buna bir örnek mesela. Başka örnekler de var. Ve mevcut koalisyonda gördüklerimiz aşağı yukarı böyle.

Amerika böylesi bir koalisyon için çok açık bir ajanda belirlemeli. Şuan gördüğümüz koalisyon şaka gibi. Otoritenin kendi belirsizliğinde dönüp durmasına katkı sağlasın diye bir araya getirilmiş adeta.   

Hiç kimse kayda değer sayıda Amerikan askerini Suriye'de görme konusunda hevesli olmamalı. Ancak bu On Emir'den biriymiş gibi algılanmasın. Asla olmayacak mukaddes bir şeyden bahsetmiyoruz sonuçta. Ve her şeyden önce bu beklenti gereksizce her fırsatta tekrar edilmemeli.

Gerçek bir koalisyon Arap, Türk, Peşmerge ve NATO eğitmenleri ve Özel Kuvvetleri dahil edecek ve tüm partnerler tarafından kabul edilecek prensipler çerçevesinde hareket edecek şekilde oluşturulmalı. Bu prensipler ilk etapta yerel halktan Sünni bir kuvvetin, diğer partnerlerin de yardımıyla, vücuda getirilip IŞİD'i yenmesi ve İç Irak ile Doğu Suriye'yi kontrol etmesi üzerine olmalıdır. Kontrolün tanımıysa IŞİD'i bu bölgelerden temizleme ve Barzani tarzı ılımlı bir otorite kurulmasıdır. Kürtler kendi geleneksel bölgelerini kontrol etmelidir. Daha fazlası değil. İki federal devlet doğal bir sonuç olarak bunun arkasından gelecektir. Gelmezse, her iki ülkede de Alevi veya Şiilere karşı bir Sünni saldırısına hiçbir şekilde müsaade edilmemelidir. Bu prensip Kürtler, Türkler, Araplar, Iraklı Sünni Araplar ve Suriye muhalefeti; yani tüm taraflar için çok açık olmalı.

Bu stratejinin ilk hedefi Irak ve Suriye'deki Sünni güçleri teşkil etmek olmalıdır. Bu yönde atılan yarım ve tutuk bazı adımlar zaten vardı. Ama şimdi koordine, eldeki tüm imkanlarla iyi çalışılmış bir şekilde gerçekleşmeli. Tüm gayretler bu muayyen amaç doğrultusunda sarfedilmelidir, çünkü bu uzun vadeli bir savaştır ve büyük güçlerin arasında dönen ciddi öneme haiz bir strateji oyunu noktasına gelmiştir. Kürdistan Bölgesel Hükümeti faydası görülmüş Peşmerge örneği üzerinden kendi rolünü oynamalıdır.    

İç Irak ile Doğu ve Kuzey Suriye'de iyi eğitimli ve disiplinli, etkin bir Sünni gücün ortaya çıktığı bir noktaya gerçekten erişirsek, deyim yerindeyse Sykes-Picot sessizce yeniden tanımlanmış olur. Eğer Suriyeliler ve Iraklılar karşılıklı olarak ulusal ilişkilerine saygı duyarlarsa, eski hallerine geri dönebilecek; biz de her iki ülkede ulus devletin tekrar ortaya çıktığını göreceğiz. Eğer olmazsa, o zaman ne olacağını görürüz. Bu kuvvetler ilerde nahoş işlere bulaşma ihtimallerine karşılık bir bilinçle oluşturulmalıdır. Bu sebeple caydırıcı tedbirler bu birliklerin oluşum safhasının her merhalesinde uygulanmak zorundadır.

Irak'a giren küçük Türk birliğinin Rusya eliyle ülkeden atılması için İran yanlısı Iraklı Şii bir ses yükseldi. Bu feryatlarının sebebi Türkiye'nin bu hamlesini ulusal egemenliklerine karşı bir tecavüz olarak görmeleridir. Şimdilerde zuhur eden bu ulusal egemenlik İran güçleri Irak rahatça dolaşırken nerede diye abi insan merak etmiyor değil. Acaba Kasım Süleymani'yi komutasındaki Halkın Seferberlik Ordusu'nu yüzlerce kez görmediler mi ? Bu bize Başkan Putin'in İran "İslam" Cumhuriyeti ittifakıyla kurulmasını istediği seküler bir Suriye devletini hatırlatıyor.

İran ajanları tarafından kurulan ve her gün Irak'ta bir Rus müdahalesi için haykıran Şii Halkın Seferberlik Ordusu açık biçimde mezhepçi. Sünnileri inançları sebebiyle katlediyorlar. Suriye'deki Şii milisler de aynı şeyi yapıyor. Moskova ise bu tür "seküler" birlikleri destekliyor. Fakat öngörülen Sünni birlikler kendilerini Sünni bölgelerle sınırlamak zorundadırlar. Olabildiği kadar mezhepçi bir ideolojiden bağımsız olmalılar. Mezhepçilik aşırıcılıkta madalyonun diğer bir yüzüdür. Dini bir temele dayanmaktadır, bu yüzden de aşırılığı beslemektedir. Bu Sünni ordu insan haysiyetini ve kendi topraklarında özgür olmayı temel almalıdır.

Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan