İnsanın vahşi ve yıkıcı güdülerine karşı mücadelede geride kalmış olmasıdir ilkellik. Modern dönemlerde ilkelliğin özellikle devlet olma hedefi açısından çarpıcı bir örneği olarak ileri çıkıyor İsrail.
Barış Filosu İsrail’e bildiği usullerin devlet olmaya yetmediğini hatırlattığı için de saldırıya uğradı.
İlkel devlet, varlığını ölüm makinesi olabilme başarısına bağlıyor. Tarih boyunca yaşadığı bütün kanlı faciaların bedeli olarak bir ölüm makinesini “kutsal devlet” olarak dayatmaya çalışıyor insanlık toplumlarına.
Gemilerle yola çıkanlar ise, insanlığın vicdanının kurtarılışını temsil ediyorlar. “Barış”, dediler, “insanı yardım”, dediler. Siyonistlerin cevabı ise ölüm sunmak oldu. Barışa dönük her türlü eylemi kanla damgalama azmini bir kez daha gösterdi İsrail devleti.
Bu kadarını da beklemiyorduk, diye yazacaktım, aklıma 2009 Ocak ayı boyunca süren Gazze katliamı geldi, ardından Lübnan saldırısını hatırladım. Yine de kimse bu kadarını da beklemiyor gibiydi. Çünkü bütün dünyada uluslararasında sorun olarak görülen başlıkları barışla çözümlemeye eğilimli bir hava, iyimserliğe kapılmamıza yol açıyordu. Tahran’da yenilerde Brezilya, Türkiye ve İran’ın imzaladığı Takas Antlaşması’nı, bu güne kadar dünyaya dayatılan “güçlü haklıdır” mantığının değişmeye gittiğini anlatan bir örnek olarak yorumlamıştım bir yazımda.
Hakan Albayrak’la 11 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda İzzet Şahin için yapılan gösteride görüştük, Ankara’daki buluşmamızın ardından. Eşi Emira, kızları Ayşe ve Fatma ile Ankara’dan yola düşmüşlerdi bir gece önce, sırf bu protesto gösterisi için. Bayrağı barış olan, ilaç gibi malzemeleri ulaştırmayı amaçlayan gemiye de mi saldıracak İsrail, diye bir soru dolaşıyordu ortalıkta. Geminin yolcuları ölümü göze almışlardı gerçi.
Ardından bana İsrail politikalarını savunmak için mesajlar atan Yahudi asıllı bir entelektüelin yazdıklarını hatırladım. “Devlet olmak bunu gerektirir”; özlü olarak İsrail isürdürdüğü katliamların ardından işte bu ifadenin arkasına sığınabileceğini sanıyor. Devlet olabilmenin yolunun öldürmekten geçtiğine dönük bu kör inançla dehşet saçıyor, her şeye rağmen komşu olabilmeyi başarmak için çareler araştırmak yerine.
İsrail’in sürdürdüğü katliamlar üzerine yaptığı bir açıklama da şöyle: “Terörle savaşıyoruz.”
İsrail’in bu insanlığın muhakeme gücünü hafife alan açıklaması, Erich Maria Remarque’ın İnsanları Seveceksin isimli romanının kahramanlarından olan Marill’i hatırlatır bana. Bir Remarque kahramanı, sınır yaşantılarının pasaportsuz filozoflarından Marill romanın bir diğer kahramanı Yahudi mülteci genç Kern’e şöyle söylemişti: ‘Berbat zamanlarda yaşıyoruz. Barış, toplar ve bomba uçaklarıyla, insanlık da toplama kampları ve kıyımlarla korunuyor Kern. Bütün hükümlerin değerden düştüğü bir devirdeyiz. Bugün saldırgana barış koruyucusu deniliyor.”
Pasaporttan yoksun olduğu için Avrupa kentlerinin sınır boylarında geçişlerle hayatını sürdüren bir 2. Dünya Savaşı kurbanıydı, Remarque’ın kahramanı Kern.
Gezgin ve sürgün Yahudi imgesi muhacir Filistinlilerin dramları pahasına yerli yurtlu Yahudi’ye dönüşebiliyor mu peki? Parayla toprak satın alabilseniz de sükûneti, vatanı satın alamazsınız.
Parayla vatan satın alamayan İsrail, kanlı sınırlar oluşturarak varlığını sürdürmeye çalışıyor bölgede.
Ancak Gazzeliler; bir Amerikalı stratejistin “kanlı sınırlar” diye sözünü ettiği alanın ucunda, Filistin sorununu örtbas edilemez şekilde dışavurmaya devam ediyorlar.
“Ne yapacağız? Nereye gideceğiz? Nerede yaşayalım? Yaşayacak yer mi var?” diye soruyordu bir Gazzeli anne, 2009 Ocak ayı katliamı sırasında.
Gazzeliler dünyaya sığamaz olduğu içindir ki insanlığın vicdanından süzülen gemiler onlara ulaşmaya çalıştılar. İsrail’in önünü kesmeye çalıştığı, dünya halklarının mazlumdan ve adaletten yana çarpan iyi yüreğidir. Barış Filosu, ambargo altındaki Gazze’nin gerçeklerini kanını akıtarak dünyanın gözlerinin önüne serdi. Gazze hiç bir zaman olmadığı kadar açık bir yara halinde görünüyor şimdi.