Son dönemlerde Britanya dış politikasıyla ilgili en yanlış kanı, hükümetin değişmesiyle birlikte uzun zamandır sürdürmekte olduğumuz Irak halkını destekleme kararlılığımızdan vazgeçmiş olduğumuzdur.  
 
İngilizlerin Basra Sarayı'ndan çıkmasını Irak'taki İngiliz mevcudiyetine uzanan yolun sonu olarak yorumlayan birçok haber okudum. Oysa bu, doğru değil. Britanya hükümetinin geçtiğimiz yılki beyanlarını dikkatle inceleyenler, atılan bu son adımın, bölgenin kontrolünün resmen Iraklılara teslimi için Basra eyaletinde gereken koşulların oluşturulabilmesi amacıyla aylardır verilen çabalara paralel olduğunu görecektir. Basra Sarayı'nın kontrolünün devri hiçbir şekilde bu sürecin sonu anlamına gelmemekte; aksine asıl hedefimize doğru ilerlemekte olduğumuz yönündeki inancımızı göstermektedir. Irak'tan çekilmeye yönelik bir takvim oluşturmaktan daima çekindik; çünkü bu sürecin, Londra, Washington ya da herhangi bir yerdeki siyasî çıkarlara dayanmaksızın, Irak halkı bunu üstlenmeye hazır ve bölgedeki koşullar uygun olduğunda başlaması gerektiğine inanıyoruz.

ABD ile İngiltere'nin farkı: Basra ile Bağdat

General David Petraeus ve Büyükelçi Ryan Crocker'ın son raporunda Irak güvenlik güçlerinin ilerleme gösterdiğini belirtmesi memnuniyet verici. Irak güvenlik güçlerinin eğitimi Britanya birliklerinin kilit görevlerinden biri oldu ve ihtiyaç duyulan alanlarda kapasitenin geliştirilmesi için Iraklılarla ve koalisyon güçleri ile birlikte çalışmaya devam edeceğiz. Ayrıca, Petraeus'un son sekiz ay içerisinde mezhep çatışmalarından kaynaklanan şiddetin Irak genelinde azaldığını gösteren bulguları da son derece sevindiricidir. Bu, gerçekten iyi bir haber ve bunu gerçekleştirebilmek için büyük fedakârlıklarda bulunan Irak ve koalisyon güçlerini de bu başarıları için kutluyoruz. Petraeus'un raporu, güvenliğin ve sorunların türünün farklı bölgelere göre büyük değişiklikler gösterdiğini ortaya koymaktadır ve zaten diğer bazı bölgeler bir süre daha Koalisyon güçlerinin varlığına gereksinim duyacakken, Britanya'nın Basra'nın kontrolünü Iraklılara teslim etme yolunda her gün biraz daha ilerlediğini gösteren de bu niteliksel farklılıklardır.

Diğer bölgelerde Amerikalılar varlıklarını yoğunlaştırırken neden Britanya'nın sorumluluklarını teslim etmeye hazırlandığı ve birliklerinin sayısını kademeli olarak azalttığı sorusuyla çok sık karşılaşıyorum. Bunun en basit cevabı Basra'nın Bağdat olmadığı. Basra, Sünniler ile Şiiler arasında yaşanan korkunç vahşetten büyük ölçüde yara almadan çıkmıştır ve gerçekte geçen yıl Samarra Camii'ne saldırının ardından artan gerilimden bir kısım Sünniler şehri terk etmiş olsa da, birçoğu sonra geri dönmüştür. Ayrıca El Kaide ya da Batist unsurlar bu eyalette çok da kesin bir varlık oluşturamamıştır.

Aksine, söz konusu şiddetin büyük bir çoğunluğu yeni siyasî düzen içerisinde kendisine bir konum sağlayabilmek için itişip kakışan milisler ve suç örgütlerinden kaynaklanmaktadır. Britanya'nın varlığının bir sonu olduğunu bildiklerinden ve kendilerine milliyetçi bir itibar kazandırma arayışı içinde olduklarından, birbirleriyle kavga etmenin yanı sıra bu grupların çoğunun silahlı güçleri son aylarda aslında gittikçe artan bir şekilde Britanya birliklerine yöneltilmişti. Bu durum bir yandan Britanya birlikleri içerisinde son derece trajik kayıplara neden olurken öte yandan askerî üslere açılan ateşte kullanılan kovanların çoğunun menzili hedeflerine yetmediğinden bunların yerine sivilleri vurdu.

Ancak, Iraklı yetkililerin bu musibet ile mücadele konusunda daima yabancı güçlere bağımlı olmasındansa Britanya, kendi bölgelerinin dinamiklerini en iyi anlayan kişiler olarak Iraklıların bu sorumlulukları üstlenebilecek şekilde eğitilmesi yönünde bir yaklaşımı benimsemiştir. Britanya'nın bu çabaları sonucunda toplam 20.000'in üzerinde Irak Polis Teşkilatı öğrencisi, temel ve ileri polislik becerileri konusunda birliklerimiz tarafından eğitilmiştir. Geçtiğimiz yıl, dört yıldır süren eğitimin de meyvelerini toplayarak, Irak güçleri, gittikçe artan bir oranda kendi operasyonlarını kendileri planlamış, hazırlamış ve yönetmiştir. Bu operasyonel deneyimin kazanımları, Iraklı güçlerin mücadeleyi üstlenmeye hazır oluşu ile kendisini göstermiştir. Ve batağa saplanmak ya da gereğinden fazla yayılmaktan çok öte, kabiliyetleri gittikçe artıran ülkenin güney bölgelerindeki bu birlikler sıkça, kendilerine en çok ihtiyaç duyulan daha kuzey bölgelerde görevlendirilmiştir.

Tüm bunların yanı sıra milislerin polise ve orduya sızmasını da görmezden geliyor değiliz. Ancak çözümün kalıcı olabilmesi için uzun vadede, koalisyon güçleri ülkeden ayrıldıktan sonra, bu sorunla kendi içinde mücadele etmesi gereken taraf Irak halkı olmak zorundadır. Dolayısıyla, yozlaşmayla mücadeleye ve çürük meyvelerin ayıklanmasına çok büyük zaman, eğitim ve kaynak yatırılmıştır. Birçok önemli olayda, Iraklı birlikler bu tür sızmalara karşı doğrudan müdahalelerde bulunmuştur. Örneğin, son derece duruma yakışır bir şekilde Ağır Suç Birimi olarak adlandırılan birim, kamuoyunda da geniş yankı bulan olayın ardından kapatılmıştır. Başlangıçta Britanya'nın sorumluluğunu üstlenmiş olduğu diğer üç vilayetin kontrolünü Iraklı yetkililere devrettiğimizde, birliklerimiz bu vilayetleri aşırı bir hassaslıkla izleme aşamasına geçmişti: Iraklıların desteğimize ihtiyacı olacak olursa, derhal bu desteği sunacaktık. Ancak, geçtiğimiz günlerde El Hamra'da birtakım sıkıntılar yaşandığında, alarm seviyesi yüksek düzeye çıkartıldığı halde, Britanya güçlerinin bölgeye girmesine hiç gerek olmadı; çünkü Iraklı birlikler bu sorunu kendi başlarına son derece etkin bir şekilde halledebilmişti. Basra eyaletinin kontrolü teslim edildiğinde de benzer bir durum yaşanacak; birliklerimiz gerektiğinde destek sunmak üzere bir süre daha Irak'ta kalmaya devam edecek; ancak diğer eyaletlerde olduğu gibi bu konuda da doğru kararı verdiğimizi umacak ve geri çekilip sorumluluğu, biz olmadan da son derece etkin bir şekilde faaliyet gösterebilen Iraklı güçlere bırakacağız. Birliklerimize duyulan gereksinimdeki azalmayla orantılı olarak, Irak'taki birliklerimizin düzeyi kademeli olarak 44.000'den yaklaşık 5.000'e indirilmiştir.

İngiltere, güçlü ve bölünmeyen Irak'tan yana

Yersiz bir başka kanı da Britanya'nın uzun zaman önce beyan ettiği bu planların Amerikalı meslektaşlarımız için bir sürpriz olmuş olduğudur. Gerçekte, 2003'teki savaştan bu yana, bu tür planları hem Iraklı meslektaşlarımızla hem de Koalisyon güçlerindeki meslektaşlarımızla düzenli olarak görüştük. Britanya'nın tüm bu çabaları sahada bulunan Iraklı ve Koalisyon güçlerine ait askerî uzmanların değerlendirmelerine dayandırılmış; sürekli olarak bu uzmanlarla eşgüdümlenmiş ve tartışılmıştır. Irak'ta üstesinden gelinmesi gereken sıkıntıların çözümünün sadece askerî yollardan sağlanamayacağını kabul etmek de son derece önemlidir. Siyasî ve ekonomik açıdan güçlü ve birleşmiş bir Irak, terör ve şiddetin yıkıcı söylemine karşı çok daha dirençli olacaktır. Birleşik Krallık, bu eyaletlerdeki felce uğramış altyapıların yeniden inşasına büyük yatırımlar yapmıştır ve bu konudaki vaatlerimizin yerine getirilmesi Basra'nın kontrolünün tamamen Iraklı yetkililere devrinden çok daha sonra da sürdürülecektir. Daha büyük bir istikrar, demokrasi ve refah sağlanabilmesi için Iraklılar, uluslararası camianın kendilerine uzun vadeli bir destek sunduğunu ve komşularının da kendileriyle dayanışma içerisinde olduğunu hissedebilmelidir. Bunlar halen önümüzde duran ve aşılması gereken büyük zorluklardır ve ülkenin ücra köşelerinde şiddet halen varlığını sürdürmektedir. Ancak, belli başlı bölgeler artan istikrarın ve gelişimin tadına vardıkça, anavatanlarına geri dönerek beceri ve enerjilerini yurtlarının yeniden inşasına adayan mültecilerin sayısı da artacaktır. Britanya'nın daha parlak ve daha iyi bir gelecek kurma hedefinde Irak halkının yanında olmaya kararlı olduğunu tekrarlamak belki de hiç bu kadar önemli olmamıştı.
 
Kaynak: Zaman