Gürcistan'da savaş devam ederken Ortadoğu dengeleri bakımından son derece önemli iki ziyaret gerçekleşti. Bunlardan biri, Ürdün Kralı Abdullah'ın Irak'a gitmesiydi.
Kral Abdullah, Ortadoğu'da ABD yönetimleriyle iyi geçinebilen, İsrail ile sorunlarını tırmandırmamayı başarabilen ve buna rağmen Filistin kökenli vatandaşlarıyla da iyi kötü bir düzen sağlayan lider olarak tanınıyor. Bu haliyle prestiji yüksek ve Irak'a işgal sonrasında giden ilk Arap lider konumunda. Ziyaretin bundan sonraki Irak'ın Ortadoğu'daki Arap ülkeleriyle, en azından çok da anti-Amerikan olmayanlarıyla ilişkiler geliştirmesi yönündeki adım olarak ifade bulması mümkün. Ürdün'ün Irak ile yakınlaşması Irak'ı yeniden Arap dünyasına açacak bir küçük adım olurken Ürdün'ü de ileride Filistin devleti kurulurken kendi topraklarını hedef olmaktan çıkarabilecek bir ittifak girişimi olması mümkün. Dolayısıyla önemli bir ziyaret ve bu tür ziyaretler bölgesel istikrar girişimleri bakımından umut verici.
İkinci önemli ziyaret, daha önce biraz olaylı da olsa Irak'ı ziyaret etmiş olan Ahmedinecad'ın Türkiye gezisi. İran liderinin 3 günlük 'çalışma' gezisi başlamadan Türkiye'de Anıtkabir tartışması yapıldıysa da, ziyaretin Türkiye'nin İran liderine burnunu sürttürme arayışından daha önemli bir içeriği bulunduğu söylenebilir. Gezinin zamanlaması muhtemelen Gürcistan savaşına göre ayarlanmamıştır ama bu konunun gündemin ana çerçevesini oluşturması kaçınılmaz.
İran'ın nükleer çalışmalarından olduğu gibi silah geliştirme, füze ve torpil deneme faaliyetlerinden vazgeçme eğiliminde olmadığı biliniyor. Bu tutum bir miktar İran'daki farklı kesimleri bir arada tutmaya yarayan otoriter sistemin ulusalcı gücünü simgeliyor, öte taraftan askeri kapasitenin gerektiğinde kullanılabileceğini gösteriyor. Gürcistan sonrasında, belki bu tür girişimler daha da olası bir hal almıştır. İran'ın atacağı her adımın hem Ortadoğu hem de Kafkasya bakımından önemi tartışılmaz. Bir yanda Gürcistan ve Rusya, öte yanda Irak ve ABD olduğu düşünülürse, İran neredeyse dengenin dengeleyicisi durumunda denebilir. Bu çerçevedeki ikinci ağırlık merkezi ise Türkiye, dolayısıyla bir anlamda İran ile Türkiye denge kurma bakımından şimdilik aynı kaderin içindeler. İran, ağırlığını Rusya'ya; Türkiye ise ABD'ye vererek bu dengeyi sürdürme arzusunda olan iki ülke.
İran ile Türkiye'nin sürdürdüğü diyalogun her başlığı, petrol arzı sağlayan tüm ülkelerin 'gelir' düzeylerini, her şirketin kazanç alanını ve tüketicilerin ceplerine dokunan maliyeti ve süreklilik garantilerini ilgilendiriyor. Bu haliyle İran ile Türkiye, Çin'den Avrupa'ya kadar enerji ihtiyacı içinden siyaset üreten tüm ülkeleri ve bu alanda liderlik yarışı yapan ABD ile Rusya'yı çok yakından ilgilendiriyor. Dolayısıyla bir anlamda İran-Türkiye ilişkisi 'Doğu-Batı' dolaylı diyalogu olarak görülebilir.
Türkiye, ABD'ye yakın durmakla birlikte bu ülkenin her arzusuna boyun eğen bir ülke olmama pozisyonunda; İran da Rusya'ya yakın olmasına rağmen bu ülkenin uydusu olmama konusunda ısrarlı davrandıkça Ortadoğu ve Kafkasya'da denge kurulması mümkün. Ancak, Rusya ve ABD silahları kınına sokmakta direnirlerse, AB de kararsız tutumunda devam ederse Türkiye-İran ve Türkiye-Irak işbirlikleri içinden istikrar bölgeleri kurulması zor olabilir. Dolayısıyla, bir yandan küresel güç dengesi bu ilişkilerin geleceğini belirlerken bir yandan da bu ilişkiler güç dengelerinin kurulmasında belirleyici rol oynuyorlar.
Kaynak: Star