TÜRKİYE'DE din ve laiklik değil, modernleşmenin iki türü arasında mücadele var. Biri "yukarıdan aşağıya" modernleşme, İttihatçılarla CHP'nin çizgisi... "Yukarıdakiler"in öncülük ettiği, "merkez"de devlet bulunan bir modernleşme.
Sebepsiz de değil. Coğrafyası sebebiyle Avrupa'yla asırlar boyu çetin sorunları olan devletin önceliği, ister istemez ordu, bürokrasi ve siyasi kurumlardı.
III. Selim'in Nizamı Cedit ordusu...
1856'da Paris'te Âli Paşa, 1923'te Lozan'da İsmet Paşa Avrupai bir hukuk düzeni kurmak için söz verdiler; "Avrupa devletler ailesinin eşit üyesi" olmak, kapitülasyonları kaldırmak, sınırları güvenliğe ulaştırmak için.
Moderen ordu, modern bürokrasi ve modern yargı için elbette eğitim; Osmanlı reformlarında da cumhuriyet devrimlerinde de...
Devlet elitlerinin lokomotif olduğu bu modernleşmede "merkez", devlettir.
Toplum, ya da halk? Onlar "başıbozuk"tular, "Haso, Memo"ydular! Onur Öymen'in vecizesiyle, "Bir bayanı dansa kaldırmayı bile bilmezlerdi!"
Atatürk'ün milyonerleri?
Japonya gibi uzak bir coğrafyada adalarımıza çekilerek "önce teknik ve üretim" diyemezdik. Üstelik bu lafları etmesi gereken ahali bizde köylü idi.
Abdülhamid döneminde "Müslüman burjuvazi" oluşturulmaya başlandı, İttihatçıların "Milli İktisat" politikasıyla biraz gelişti. Cumhuriyet devletçiliğinin amacı aynı "burjuvazi"yi daha da geliştirmekti.
Gazi Paşa özlemle soruyordu: "Kaç milyonerimiz var?!"
1950'ye giderken, büyüyen toplumsal gövdeye "Parti Devleti" artık dar geliyordu. Girişimci orta sınıf "serbestiyet" arıyor, ahali ise jandarma dayağından kurtulmak istiyordu.
Menderes'le "Yeter, söz milletindir" dediler!
Sistemin "kenar"ında bulunan ahali ilk defa "yeter" diyordu. İş, aş, yol, köprü, hastane, elektrik, okul, piyasa, bunlar için "Halk Evleri"ne gidip nutuk dinlemekten daha önemliydi. Türkiye'de rakamlar 1950'den itibaren sıçramaya başladı.
Kenar'dan Merkez'e
Cumhuriyetin açtığı ilk fakülte, Ankara Hukuk'tur. Sonra Siyasal, sonra Gazi Eğitim, sonra Dil Tarih; yeni rejimin acil ihtiyaçlarına göre tabii.
Tıp Fakültesi 1945'e kadar gecikti.
Kurulduğu anda üfürükçülüğe savaş açan cumhuriyet, 1930'dan 1950'ye kadar 1800 doktor yetiştirdi. Demokrat Parti on yılda dört üniversite açtı, teknik, tarım ve tıp ağırlıklı; ve on yılda 6 bin 800 doktor yetiştirdi! Yol, çimento, elektrik, üretim, ticaret, okul, baraj, banka sayıları benzer şekillerde, kat kat arttı! İnanmayan, Tevfik Çavdar'ın "Türkiye Ekonomisinin Tarihi"ne baksın, İmge Kitabevi.
"Kenar"daki ahalinin çocukları okudu, iş güç ve meslek sahibi oldular; iktisatta, siyasette, fikir hayatında "merkez"e girmeye başladılar! Girişimci sınıf halinde güçlenerek Turgut Özal'la "Devlet karışmasın" demeye başladılar!
Demokrasiye sahip çıktılar daima.
Bugün milli gelirde beş bin doları yakaladılar, Türkiye'yi on bin dolar seviyesinin üstüne çıkarmaya çalışıyorlar...
Bu topraklarda binlerce yıllık toplumsal yapıyı değiştirip modernleştiren, orta sınıflaştıran işte bu "kenardan merkeze modernleşme"dir.
Her seçim, her büyüyen rakam, bize bu gerçeği haykırıyor ama geçmişe takılanlar bunu anlamadıkları gibi, ayak da uyduramıyorlar, 'statüko'ya yapışıyorlar.
Kaynak: Milliyet