Ülkemiz Türkiye'de yine en azından iki Türkiye görüntüsü oluşmaya başladı. Açmaya gayret edeceğim.

2003-2007 arası dönemin en önemli özelliklerinden biri de ekonomide, hukukta ve siyasette paralel ve olumlu yöne doğru bir koşunun gerçekleşmiş olması idi.

Bugünlerde ise bu görüntü değişme sinyalleri veriyor.

Sizlere siyasetten görüntüler ve bir ekonomi anektodu aktarmaya çalışacağım.

İsterseniz olumlu gördüğümden yani ekonomiden başlayalım.

Geçtiğimiz hafta Amsterdam'dan İstanbul'a uçak yolculuğu yaparken yan koltukta oturan bir genç ile sohbet etmeye başladık.

Ben ABD'den geliyordum, Washington'dan Amsterdam'a uçmuş, oradan da İstanbul'a gidiyordum ve yolculuğun yorgunluğundan söz açtım.

Yanımdaki genç ise kendisinin Nijerya'dan Amsterdam'a geldiğini, yolun aktarmalarla on saatten fazla sürdüğünü anlattı.

Ben de sohbet olsun diye genç arkadaşa Nijerya'da ne yaptığını sorduğumda beni çok heyecanlandıran bir cevap aldım.

Nijerya, petrolü olan, aslında çok zengin ama kalabalık halkının çok olumsuz koşullarda yaşadığı bir ülke; evlere, işyerlerine temiz ve atık su şebekesi daha yeni bağlanıyormuş.

Uçakta yanımda oturan genç ise Nijerya'ya bu durumu öğrenip su sayacı satmaya gittiğini anlattı.

Düşünebiliyor musunuz, daha yirmi beş sene önce sadece fındık, pamuk, incir satabilen bir ülke bugün Nijerya'daki gelişmeleri izliyor ve orada yeni takılacak milyonlarca su sayacı için pazar bulmaya gidiyor ve bunu yapan da anlayabildiğim kadarıyla KOBİ sahibi bir genç.

Bu manzara insanı gerçekten heyecanlandırıyor, ümitlendiriyor.

Ama bizler de bu heyecanın sürmesinin, gelişmesinin mümkün olabilmesi için ülkenin siyasi ve hukuki altyapısının değişmesinin şart olduğunu biliyoruz.

Genç bir KOBİ sahibinin Nijerya'da yeni takılacak su sayaçlarını üretmek için çalıştığı bir ülkede siyaset ve hukuk görüntüleri pek parlak değil.

Türkiye siyasette en temel iki konuyu laiklik ve yurttaşlık konularını hala çözebilmiş değil ve bu iki konunun etrafında debelenip duruyor.

Günümüzden seksen sene geriye, mesela 1927 senesine, Şeyh Sait isyanı sonrasına gidin, Türkiye yoğun olarak yine laiklik ve kürt meselesini yani yurttaşlık meselesini tartışıyor.

Aradan seksen sene geçmiş biz yine türban üzerinden, aleviler üzerinden laiklik konusunu, Diyarbakır, Kuzey Irak üzerinden kürt meselesini, yani yurttaşlık meselesini konuşuyoruz.

Seksen senede işin özünde bir ilerleme yok.

Ve görebildiğim kadarıyla bu saçma sapan devletçi reflekslerimizi sürdürdüğümüz sürece de olamayacak.

Bu sütunda defalarca yazdım, bir kez daha yazmamda beis yok, laiklik ve yurttaşlık sorunları aynı yumurta ikizi gibi konular.

Devlet, özellikle bütçe kaynaklarıyla, yurttaşların inançlarına, dinsel aidiyetlerine (laiklik) ve etnik aidiyetlerine (anayasal yurttaşlık) eşit mesafede durduğu ölçüde bu işler çözümlenir.

Devlet, yine özellikle kamu kaynaklarını, belirli bir inanç grubuna aktarmayı (Diyanet modeli) ve çoğunlukta olan etnik kesimin etnik sıfatını yurttaşlık sıfatı olarak kullanmayı sürdürdüğü ölçüde (Anayasa madde 66) laiklik ve yurttaşlık meselelerinin kalıcı çözümü çok net olarak olanaksızdır.

Global kriz geçicidir, ekonomi yolunda gitmek isteyecektir, genç işadamları Nijerya'ya su sayacı satma heyecanını sürdüreceklerdir.

Ama siyaset ve hukuk kurumlarının bu heyecana köstek olmaması, en azından ekonomi kadar hızlı koşmaları gerekmektedir.

Şimdilik görüntü öyle değildir.

Çok yakın gelecekte bu uyumsuzluk siyaset ve hukukun da en azından ekonomi kadar hızlı koşmasıyla çözülemez ise Türkiye'ye, Nijerya'ya su sayacı satmak için çırpınan KOBİ'lere yazık olacaktır.

Kaynak: Star