Haziran'ında Hizbullah bir sınır ötesi operasyon yapmış ve iki İsrail askerini kaçırmış; İsrail de iki askerini kurtarma gerekçesiyle Lübnan'a girmişti. Bir aydan uzun süren savaşta taraflardan yüzlerce kişi ölmüştü. Bugün Hizbullah bu iki askerin cenazelerini, İsrail de tutuklu Hizbullah üyelerini iade ediyor. İadeye konu olan 200 kadar Hizbullah üyesi, İsrail hapishanelerinde savaş suçlusu olarak tutuluyor, aralarında 1979 ve 1986'dan beri tutuklu olanlar var.
Hizbullah'ın İsrail'den iki askeri kaçırması, bundan çok değil iki yıl önce, Ortadoğu'nun yeniden kan gölüne dönme ihtimalini ortaya çıkarmıştı. Hizbullah, İsrail'i tahrik etmiş, İsrail bu tahrike kapılmış ve Lübnan'ı işgale kalkışmıştı. Lübnan'daki BM merkezinin bile bombardımanlardan payını aldığı savaş, İsrail iç siyasetinde farklı yaklaşımların açığa çıkmasına yol açmıştı. Savaşa gerek olup olmadığı, savaşın iyi yürütülmediği konuları fazlaca tartışılmış, hatta istifalar olmuştu. Benzer biçimde Lübnan'da da Hizbullah varlığını yok saymaya dayalı siyasal yapılanma masaya yatırılmıştı. Azınlık-çoğunluk ilişkileri, farklılıkların bir arada yaşaması, adil temsil meseleleri yeniden dünya kamuoyunun gündeminde yer almıştı.
İki askerin kaçırılmasıyla yaşanan savaş sadece iki ülkenin iç siyasetinde sarsıntı yaratmadı. Lübnan'a yapılan İsrail müdahalesi, büyük ölçüde Suriye'nin Lübnan'daki varlığına ve Suriye'yi desteklediği iddia edilen İran'a yönelik bir saldırıydı. Bu arada İsrail, Suriye ya da İran'dan bağımsız olarak durumlara hákim olamayan Lübnan Maruni yönetimini destekleyen bazı Avrupa devletlerine de meseleye karışmamaları yönünde uyarıda bulunmuştu. Dolayısıyla bu müdahale, Suriye-İsrail ya da örtülü biçimde İsrail-İran bilek güreşine dönüşmüş, bir yandan İsrail-Suriye-Lübnan çatışması yaşanırken bir yandan da Filistin-İsrail sorununun tırmanmasına yol açmıştı.
Bu durum esas olarak kazananı olmayan bir savaşa dönüşünce, devletler hareket yeteneklerinin sınırlandığını fark ettiler. Gerginlik sarmalından çıkış için iki düzeyde diyalog zemini arandı. Birincisi Filistin-İsrail arasında başlayan ve pek de iyi gitmeyen görüşmeler oldu. Bunun arabulucusu ABD ve ilk kez ABD, resmi olmayan yollardan da olsa, Hamas ile görüşmeden 'barış'tan söz edilemeyeceğinin şuuruna vardı. İkinci istikrar girişimi ise Suriye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi oldu. Bu yaklaşımın arkasında Suriye'nin uluslar arası sisteme kazandırılması ve İran'ın etkisinden uzaklaştırılması beklentisi de var. Şu anki Suriye yönetimi, toplumsal baskılara rağmen İsrail ile barışa hazır, İsrail de yılların savaş yorgunluğundan kurtulma derdinde. Bu ilişkinin arabulucusu ise Türkiye. Üstelik Türkiye'nin İsrail-Suriye diyalog zeminine Irak'ı da dahil eden bir rolü bulunuyor, bu da iki ülkenin barış için daha kolay ikna olmasını sağlıyor. Dolayısıyla Irak-Suriye-Türkiye-İsrail ve Lübnan-Ürdün kapsamında bir istikrar alanı öngörülüyor. Bu durumun Filistin sorununa katkı sağlayacağı da umulabilir.
Tüm bunlara rağmen, halkların, radikal kesimlerin, toplumsal acıları unutmayanların ya da iktidarlarla sorunu bulunanların bu normalleşme girişimlerini her durumda memnuniyetle karşılamadığı biliniyor. Kuşku ve güvensizlikler ortadan kalkmış değil.
Barış girişimlerine karşı çıkan ya da güvenmeyen kesimlerin ikna edilmesinin yolu, onlara dokunmaktan, insani olanı ortaya koymaktan geçer. Karşılıklı iadeler, bu anlama gelebilir.Canlıyken savaşa yol açan iki askerin, öldükten sonra barışın kapısını araladığı söylenebilir. Umalım öyle olsun.
Kaynak: Star