“Müslüman Kardeşler”den duyulan korku Arap baharıyla birlikte daha da açık bir şekilde ifade edilmeye başlandı. Bu konu, çoğunluğu sol, liberal ve resmi yapılarla ilişkileri olan gruplardan farklı eğilimden insanlar, akımlar ve siyasi partilerin üzerinde anlaştığı bir konu haline geldi. Buna bir de İsrailliler, Amerikalılar ve Batılı medya organlarını da eklemek gerekir.

 Bu endişeler, Arap Baharını yaşayan İhvan’ın Mısır, Tunus, Yemen ve Ürdün gibi ülkelerdeki hareketlenmelere önderlik etmesi ve Suriye ile Libya gibi ülkelerde de önemli roller oynaması nedeniyle daha da arttı. Ayrıca Filistin’de İhvan’ın Hamas tarafından temsil edildiği duruma işaret etmekte de fayda var.

İhvan’dan duyulan korku, bazen terörizm ve aşırılık, bazen de içe kapanma ve gericilik ya da özgürlüklere ve kadın haklarına duyulan düşmanlıkla eş değer görülürken bazen ise teokrasi ve din adına diktatörlükle bağdaştırılıyor.

Bazen bu durum, İhvan’ın işbirlikçilik ve fırsatçılık, vakıayı kavrayamama, toplum ve devletin idaresi için gerçek bir program öngörememe, dış politikaya dair bir çizginin oluşmaması gibi suçlamalarla da karşı karşıya kalmasına yol açıyor.

Dikkat çekici olan husus, bu suçlamalardan bazılarının doğru olduğunu varsayarsak, sosyoloji ve siyaset biliminin verilerine göre böyle bir hareketin oldukça marjinal bir hareket olması ya da hareketin dağılıp gitmesi gerekir.

Ancak vakıaya baktığımızda cemaatin, kuruluşundan daha seksen sene geçmiş olmasına rağmen, uyanış, değişim, özgürlük, demokrasi gibi taleplerin dile getirildiği ülkelerde en geniş tabanlı halk hareketi haline gelmesini sağlayan bir dinamizme sahip olduğunu görüyoruz. İşte bu durum, suçlamalarda bulunanları iki tercihten birini yapmaya zorluyor; ya bu korku ve suçlamalarını gözden geçirecekler ya da onların bu tutumu, siyaset ve sosyolojinin verilerinin gözden geçirilmesine neden olacak.  

İhvanofobi olgusunun ortaya çıkmasının arkasında bir çok neden var. En önemlisi, Müslüman Kardeşlerin literatürünün cahili olmalarıdır. Maalesef medyada İhvan hakkında konuşma yapmak için medyaya çıkıp da  kendilerine uzman diyenlerin neredeyse hiç biri ne Müslüman Kardeşler yöneticilerinin ne de onun kurucusu Hasan el Benna’nın yazdığı eserleri okuma zahmetine katlanıyorlar.

Onlar iyi ya da kötü niyetle, cemaatin yapısıyla ilgili ayrıntılı bir bakış geliştirmek yerine hareketin düşmanlarının dile getirdiği suçlamaları sanki birer bilimsel veriymiş gibi kullanıyorlar. Ya da hareketin mensubu olmakla birlikte onu temsil etme yetkisi bulunmayan insanların açıklamalarına dayanarak yorumlarda bulunuyorlar.

İhvan’a, başkalarına verilen fırsatlar verilmeyerek kendisi hakkında objektif olmayan bir tablo oluşturuluyor. Sıradan insanlar ise dinlemek ve seyretmekle yetiniyorlar.

Çoğunlukla Seyit Kutub’un kitapları üstünde durularak diğer İhvan literatürü gözardı ediliyor, ve Seyyid’in içinde bulunduğu şartlar göz önünde bulundurulmaksızın tekfirci düşüncenin babası olarak sunuluyor, yazdığı metinler, bağlamından koparılarak değerlendiriliyor. 

Seyit Kutub’un düşüncesi’ne teenniyle yaklaşıldığında, o her ne kadar, mevcut rejimleri nitelendirirken çok keskin ve sert ifadeler kullanmış da olsa hiçbir şekilde toplumu ve bireyleri tekfir etmemiştir. Tersine insanlarla iletişim kurmayı ve onlara sevgi, sempati ve şefkat duygusuyla muamele edilmesini öngörmüştür.

O, “Duygusal inziva”ya davet ettiğinde kastı, insanlarla iletişimi kesmek ve onların bulundukları yerlerden ayrılmak olmamış, Müslüman’ın fıtratı, dini ve davranışlarıyla uyuşmayan bir çevre içerisinde kendisini koruması gerektiğini söylemiştir.

Seyit Kutub’un Fizilali’l Kuran, Ruhun Sevinci ve İslam’da Sosyal Adalet adlı kitaplarının tamamına bakılması, Yoldaki İşaretler ya da başka kitaplarındaki bir takım metinlere seçmeci ya da parçacı yaklaşılmaması gerekiyor. Ayrıca Seyit Kutub’un kitaplarının daha iyi anlaşılması ve ona nispet edilen aşırı görüşlerin tavzihi için İhvan mensubu kişilerin yazdıkları eserlere bakıldığında onların Seyyid’in Ehli Sünnet’in orta yolcu (vasati) ve mutedil çizgisine vurgu yaptığını görülecektir.

Diğer bir açıdan ise ideolojik anlaşmazlıklar, söz konusu olgunun diğer bir nedenini ortaya koymaktadır. Arap ve Batı dünyasındaki Modern devlet, dinle devleti birbirinden ayıran laik bir anlayışı benimsemiştir. Dinin kendisine düşman olmasa dahi, ulusalcı, sosyalist, liberal, solcu ve milliyetçi ideolojilere dayanmaktadırlar. Modern Devleti yöneten ideolojik akımlar, geleneksel dini cemaatleri kendisine boyun eğdirmeyi başarabilmişken, İslami referanslara dayalı ciddi bir ıslahat ve değişim düşüncesi geliştiren, çağın gerekliliklerini kavramış, vakıayı ve halkın taleplerini kuşatacak yeterliliğe sahip İhvan’ın önderliğini yaptığı siyasal İslam’ı kendisine bir meydan okuma ve önemli bir muhalefet kaynağı olarak gördü.

Programını uygulama yetisi bir yana, programın geniş halk kesimleri tarafından benimsenmesi nedeniyle diğer kesimlerin kabusu olmuştur.

Kendisiyle Batılı modernlik ve modern laik devletin oluşumuyla yakın bağlantı kuran liberal, sol, ulusalcı ve milliyetçi akımların bir çoğu İslami hareketin dinle devleti birbirinden ayırmaması nedeniyle onu güllerin arasında bir diken olarak görmüşler, siyasal İslam’ı dinsel yönetim çağları ve zalim sultanların bir uzantısı olarak değerlendirmişlerdir. İslami hareketin İslam adına ortaya çıkmış saltanat sistemine ve gerilik dönemlerine yönelik eleştirel yaklaşımını anlamadan (ya da anlamak istemeden) karanlık çağlar ve gericilikle İslami hareket arasında bir bağ kurmuşlardır. 

Ayrıca siyasal İslam, dinamik bir yapıya sahip, her zaman ve mekan için geçerli İslam’la kendi adına ortaya çıkan kötü uygulamalar arasında mutlaka bir ayrım yapmıştır.

Üçüncü neden ise, bir çok Arap ülkesinde Müslüman Kardeşler hareketinin karşı karşıya kaldığı planlı komplolar, özellikle de Cemal Abdünnasır’ın işbaşında olduğu 1954-1970 seneleri arasında yaygın olan kara propaganda çalışmalarıdır. İhvan bu dönemde ajanlıkla, gericilikle, ulusal çizgiye düşmanlık vb. suçlamalara maruz kalmıştır.

Arap ve ecnebi hükümetler, İhvan’ı çeşitli medya organlarında şeytanlaştırmaya çalışırken, İhvan ise bu dönemde kovuşturmalara maruz kalıyor, hareket yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyordu. Kendi bakış açılarını açıklamaya izin verilmediği gibi nefs-i müdafaaya da müsaade edilmiyordu.

Bu durum, Mısır, Libya, Irak ve Suriye gibi ülkelerde uzun süre geçerli ve hakim olan yaklaşım oldu. Bazı ülkelerde bunun bazı istisnaları olmakla birlikte söz konusu örneklerin gerek imkanı gerekse etkisi oldukça sınırlı kalmıştır.

Dördüncü olarak da İhvan’ın tarihi tecrübesine karşı geliştirdikleri seçici yaklaşım, bu kişilerin duydukları korkuların artmasına neden oldu, bu nedenle de İhvan’ın gizli askeri örgütler kurduğu, Mısır’ın eski başbakanlarından Nakraşi Paşa ve Abdünnasır’a suikast denemeleri gibi çeşitli girişimlerde bulunduğu iddialarına sarılmalarına neden oldu.

Bu tür meseleler, belirli koşullar içerisinde meydana gelmiş olaylar olmanın yanı sıra bazıları ya abartılarak ele alındı ya da sanki doğruluğu kesin olarak ispatlanmış gerçekler gibi muamele gördü.

İhvan’a çeşitli suçlamalar yöneltenlerin bir çokları, bu hareketin 1940 yılında kurduğu gizli örgütün İngiliz emperyalizmini ülkeden kovmak, Filistin’deki cihadı desteklemek için olduğunu unutmaktadırlar. Gerçekten de 1948 savaşında ve 1951-54 yılları arasında gerçekleşen Süveyş kanalı çatışmasında Mısır direnişine katılarak bunu fiilen göstermişlerdir. Ayrıca Abdünnasır’a yönelik suikasta ilişkin bir çok soru işareti ve şüpheden bahsetmemektedirler.

Beşinci olarak, Batılı güçlerin ve “İsrail’in” Batılı ve Siyonist kökenlere sahip dini, kültürel, tarihi ve siyasi arka planı nedeniyle “siyasal İslam’dan duydukları korku ile bir de bu hareketin Filistin’deki Siyonist plana karşı ilkesel ve retçi tutumu nedeniyle İhvan’dan nefret ettiklerini bilmek gerekir. Bu çizgi, Batılıların laik devlet kriterleriyle zorunlu olarak uyuşmayan, Batılıların bölgedeki nüfuz ve hakimiyetini kabule yanaşmayan İslami bir medeniyet projesidir. Ayrıca o, Batıyla müttefik diktatör Arap rejimlerinin değişmesini istemekte en azından bu ülkelerdeki reformların kaçınılmazlığını savunmaktadır.

Bütün bunlar, söz konusu hareketi, geçtiğimiz onlarca yıl boyunca İslam’ın imajına yönelik çarpıtma eğilimi içerisinde olan Batılı ülkelerin şimşeklerini üstüne çekmesine neden olmuş, Batılı ülkeler İslami hareketlerin iktidara gelmemesi için hatta Batılı ülkelerin ilkeleriyle çelişen diktatörlük, özgürlüklerin bastırılması, işkence ve seçimlerin manipüle edilmesi gibi araçları kullanarak Arap rejimleriyle işbirliği yapmıştır.

Böylelikle İhvan, Arap rejimlerinin, Batılı ülkelere karşı bu hareketleri bitirebileceğini, iplerini çekeceğini belirttiği koz haline dönüşmüştür. Neticede bazı Arap rejimleri Batılı ülkelerin gözünde değerlerini artırmak için İhvan hareketinden gelecek tehdit ve tehlikeleri abartılı bir şekilde aktarmışlardır.

Altıncı husus  İhvan’ın kendisiyle alakalı bir durumdur. Bilindiği gibi insanoğlu hatadan beri değildir, zaman zaman ileri sürdükleri görüşler konusunda yanılabilir ya da bazı uygulamaları konusunda yanlışa düşebilirler. Örneğin, üyeleri arasında kendilerinden beklenen hareketlerde bulunmayan ya da olumlu tablo sergilemeyenler olabilir. Belki de bazı siyasi husumetler ve rekabet ortamları, rakiplerine karşı düşmanca bir tutum içerisinde olmalarına yol açmış olabilir. Belki de taraftarlık ve örgütsel bağlılık ruhu, cemaat dışındaki insanları kuşatmasına güç yetirememesine neden olmuştur. 

Ve hatta hareket, üniversiteden mezun olan bazı gençlerin beklentilerini karşılayamamış, yeteneklerinden yeterince istifade edememiş, onların karşılaştığı sorunlara yeterince eğilmemiş olabilir.

Başka bazı durumlarda, hareketin sarıldığı bazı sloganlar hareketin sahip olduğu imkanların çok çok üstünde olmuş ve bu yüzden de bu sloganları ciddi bir programa dönüştürme konusunda ciddi sıkıntı içerisine düşmüş olabilirler. Ayrıca İhvan cemaati, bütün Arap ve İslam ülkelerinde farklı biçimlerde ortaya çıkmış, farklı siyasi gelenekler oluşturmuş ve farklı bakışaçısına sahip uygulamalar geliştirmişlerdir. Dolayısıyla her hareketin kendi ülkesindeki üretkenliği, vakıayı kavrama ve ona uygun projeler geliştirme başarısı da ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.

Kimi İhvan mensubu hareketler daha ılımlı bir yaklaşım sergilerken kimi daha sert olmakta, kimi çatışma üslubunu benimserken kimi daha sakin davranmakta, kimi daha yavaş bir metottan yana tavır takınırken kimi daha aceleci davranmaktadır. Belki de İhvan’ın kitleleri hızla hareket geçirme konusundaki geniş örgütsel imkanları, diğer bazı hareket, grup ve şahsiyetlerin İhvan’ın siyasal faaliyet alanına yerleşip oraya egemen olacağı yönünde bir endişeye sevk etmiş ve diğerlerini bu alandan uzaklaştıracağı endişesi doğurmuş olabilir.

Ayrıca, İhvan’ın gizli faaliyete yönelmesi ve orduya sızma girişimleri, gerçek programlarıyla ilgili insanların zihninde belirli endişelerin ve belirsizliğin doğmasına yol açmış olabilir.

İHVANOFOBİ-2 İÇİN TIKLAYINIZ

Dünya Bülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu