Davaların 334'ünü ülkemizden giden başvurular oluşturmaktaydı. Türkiye'yi 190 davayla Slovenya, 120 davayla Ukrayna, 115 davayla Polonya ve 103 davayla İtalya takip etti. Mahkemeye yapılan başvurularda da Türkiye başlarda yer aldı. Toplam 47 bin 753 başvurudan 2 bin 280'i Türkiye'dendi. Bu rakamla Türkiye mahkemede dava edilen ülkeler arasında Rusya, Romanya, Polonya ve Ukrayna'dan sonra beşinci sıraya yerleşti. Bu sıralama ülkemizin insan hakları alanında hangi ülkeler kategorisinde yer aldığı hakkında üzüntü verici bir mesaj taşımaktaydı. Fakat, bundan daha kötüsü, Türkiye'nin ifade özgürlüğüne saygı gösterme siciline işlenen rakamlardı. Gazetelerin ifadesiyle, Türkiye, "düşünce özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum edilmekte rekora imza attı". 2006 yılında AİHM'nin karara bağladığı 62 düşünce suçundan 35'inde mahkum edilen ülke Türkiye idi. Böylece Türkiye düşünce suçundan en fazla hüküm giyen ülke oldu. Türkiye bu bakımdan diğer ülkelerden açık ara öndeydi. Onu 7 davayla Avusturya ve 3 davayla İsviçre takip etti. Reformlar tersine işlev görüyor Türkiye'nin 1999 ile 2006 yılları arasında ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum edildiği dava sayısı ise 123'e ulaştı. Türkiye'de ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM'ye yapılan başvuruların çoğu eski OHAL Yasası, eski TMY, Atatürk'ü Koruma Kanunu ve 2003'te kapatılan DGM'lerin kararlarından kaynaklanıyordu. Son zamanlarda bunlara TCK'daki 301. maddenin ekleneceği anlaşılıyor. Bu bilgiler ülkemizde ifade hürriyeti sorununun ciddiyetini koruduğunu gösteriyor. AB üyelik sürecinde yapılan sözümona reformlar sanki ifade özgürlüğünün alanını genişletmekten ziyade daraltmaya hizmet ediyormuş gibi görünüyor. Gün geçmiyor ki yeni bir ifade özgürlüğü ihlaliyle karşılaşmayalım. Halen gündemde olan ihlallerden birkaçını hatırlatayım: Ömrünü görüşlerinden dolayı hapiste geçiren yazar İsmail Beşikçi 5 yıla kadar hapis talebiyle yeni bir davayla yüz yüze. İLKAV adlı vakfın yöneticileri eğitimle ilgili bir panelde ifade ettikleri görüşlerden dolayı takibat altında. Vakfın kapatılması için de dava açılması söz konusu. 78'liler Vakfı Mersin Şubesi başkanı "77 katliamının sorumluları cezalandırılsın" dediği için hakkında dava açıldı. Bir öğretim üyesi olan Adem Tatlı, Darwinizm'i eleştiren, yaratılış teorisini anlatan bir ders kitabı yazdığı için öğretim üyeliğinden atıldı. Kaderin cilvesine bakınız ki, 12 Eylül darbesinin ve sonrasındaki insan hakları ihlallerinin baş sorumlusu, 12 Eylül cuntasının başkanı emekli general Kenan Evren de ifade özgürlüğü mağdurları arasına katılmak üzere. Sabah Gazetesi'ne verdiği demeçte bölge valiliklerinin kurulması gerektiğini ve ilerde belki de eyalet sistemine geçileceğini söyleyen Evren sadece bazı kesimlerin ifade özgürlüğüne yönelik doludizgin saldırılarına hedef olmakla kalmadı, hakkında adli bir soruşturma da başlatıldı. Soruşturmadan muhtemelen bir şey çıkmayacak olmasına rağmen, ülkemizde soruşturmaya tabi tutulmanın dahi taciz edilmek anlamına geldiği göz önünde tutulursa, Evren'in daha şimdiden ifade özgürlüğü mağdurları kervanına katıldığı söylenebilir. Evren olayından alınacak dersler Evren olayı, ifade özgürlüğü bakımından çok ilginç bir vaka teşkil etmektedir. Bu yüzden üzerinde biraz durmakta ve onu çeşitli yönleriyle irdelemekte fayda var. Önce bir noktayı kuvvetle vurgulamak lazım. Evren'in söylediklerinden bağımsız olarak bu vakayı tahlil etmek mümkündür. Emekli darbeci generalin söyledikleri, görüşleri, üniter sistem, bölge valilikleri, eyalet sistemi ve federalizm ayrı tartışma konularıdır. Bu konularla ilgili tartışmalar öyle ayaküstü ve bir çırpıda bitirilebilecek türden değildir. Nitekim, Evren'in sözleri de bir felsefî birikimi yansıtmaktan ziyade hatırı sayılır bir tecrübeye sahip bir vatandaşın pratik gözlemlerinin neticelerinin dile getirilmesinden ibaret görünmektedir. Bu tür tartışmalarda önemli figürler ateşleyici rolü görebilir; ancak, mesafe alınacaksa tartışmaların önce akademik ortamlarda yapılması ve tezlerin oralarda olgunlaştırılması gerekir. Bakalım böyle olacak mı... Böyle olacağına dair umut beslememizi engelleyici birçok faktör peş peşe kendini göstermektedir. Ve anlaşılmaktadır ki Türkiye'de etkili ve aktif bazı kişiler ve çevreler ifade özgürlüğünün ne olduğunu da niye önem taşıdığını da henüz kavrayamamıştır. İfade özgürlüğünün gelişebilmesi için önce bu kişileri esir alan kavrayamama engelinin aşılması lazımdır. Evren'in söylediklerinin tamamı veya bazı kısımları doğru da olabilir, yanlış da.. Ama neyin ne olduğunun anlaşılabilmesi için ifade özgürlüğünü kullanmasına saygı göstermek gerekir. Ne yazık ki Evren olayında malum çevreler yine sınıfta kaldılar. Evren'e karşı görüşlerle cevap verecekleri yerde onu "bunamakla", "bekarlığın başına vurmasıyla", "Amerika için, AB için çalışmakla" vs. suçladılar. Yani şimdi bütün bunlar argüman mı? Karşı görüş mü? Bunlar emekli generalin görüşlerini çürüttü mü? Benzer şeyler benim başıma da geldi. Linç kampanyası esnasında sevimliliği cehaletini örtemeyen bir hanım spiker bir gazetedeki köşesinde benim için "bu adamı susturacak bir savcı aranıyor" diye yazdı. Bir başka fikir adamına değil savcılara çağrıda bulundu. Bir gazete, geçici olarak üniversitedeki görevimden uzaklaştırılmam üzerine, "Yayla'nın defteri dürüldü" manşetini çekti. Elbette, ne fikirlerimin defterini dürmeye yeterli fikirleri ne de bir fikir tartışmasına girmeye kâfi medeni cesaretleri bulunduğu için bu gazetenin yöneticileri kendilerine yakışanı yapmaktaydı. Şimdi Evren benzer salvolarla karşı karşıya. Emekli generali ya sindirmeye ya da savcıları harekete geçirerek hapis tehdidiyle terörize etmeye çalışıyorlar. Bu tarz saldırıların Evren'in fikirlerini geçersizleştirmekten ziyade güçlendireceğini bir türlü göremiyorlar. Böyle davranmakla Türkiye'yi koruduğunu zannedenler bunun ülkeye fayda değil zarar verdiğini artık görmelidir. Türkiye bu saçmalıkları geride bırakmalı ve geniş bir ifade özgürlüğü tanıyan medeni bir ülke olmalıdır. Fikre fikirle cevap verilmesi gerektiği öğrenilmelidir. İfade özgürlüğü herkes için ve söylenen şeyin muhtevasından bağımsız olarak savunulmalıdır. Toplumun çeşitli kesimleri de kamu otoritesi kullananlar da çifte standart kullanarak kendileri gibi düşünenlerin ifade özgürlüğünü tanıyıp başkalarının ifade özgürlüğü hakkından mahrum bırakılmasını sağlama çabalarından vazgeçmelidir. İfade özgürlüğüne, Evren olayının gösterdiği gibi, herkesin ihtiyacı vardır. Birinin ifade özgürlüğünü savunmak için onunla aynı fikirde olmak gerekmediği de anlaşılmalıdır. Şiddet çağrısı ve hakaret içermediği (ki hakaretin kapsamını da olabildiğince dar tutmak gerekir) sürece her görüş serbestçe dile getirilebilmelidir. İnsanlar yazdıklarına-konuştuklarına pişman edilmemeli, yapılabiliyorsa fikirlerinin ne kadar temelsiz, tutarsız ve yanlış olduğu gösterilmelidir. Fikre fikirle cevap vermek yerine saldırıyla, karalamayla, küfürle tehditle cevap verenler aslında kendilerinin fikirlerinin olmadığını göstermekte ve zaaflarını gizlemek için fikir minderi dışına çıkmaktadır. İfade özgürlüğü anayasa ile sınırlanmalı mı? Birinin ifade özgürlüğünü savunmanın onun fikirlerini savunmak anlamına gelmeyebileceği gözden kaçırılmamalıdır. Fikir özgürlüğüne tahammülü olmayanlar bu ayırdı yapamamaktadır. Evren olayında ANKA Haber Ajansı'na bir demeç vererek Evren'in söylediklerinin tartışılması gerektiğini; ama bu görüşleri ifade etmeye hakkı olduğunu söyledim. Bazı gazete ve televizyonlar bunu "Evren'e tam destek" verdiğim şeklinde yansıttı. Oysa, demeçte Evren'in görüşlerine yönelik eleştiriler de sıralamıştım. Tam destek sadece ifade özgürlüğüneydi. Bunu yapanlar, vakitlerini fikir geliştirmekle değil ajitasyon işleriyle ve sağa sola küfretmekle geçirdikleri için ifade özgürlüğüne destek vermekle ifade edilen fikirleri desteklemek arasındaki farkı görmelerini sağlayacak bilgiyi ve birikimi edinememektedir. Evren'in sözleri etrafındaki tartışmalarda Evren'e yöneltilen suçlamalardan biri, Anayasa'ya aykırı fikirler dile getirdiğiydi. Buna göre Evren anayasa suçu işlemişti. Hatta bazıları onun Anayasa'yı değiştirmeye teşebbüs ettiğini ve bu yüzden idam edilmesi gerektiğini ileri sürdü. Bu bize ifade özgürlüğünün sınırının nerede çizileceğini ve bu sınırı çizmede Anayasa'nın ölçü alınıp alınamayacağını sorgulama noktasına getirmektedir. Kanaatim odur ki, ifade özgürlüğü anayasada yer alan fikir ve yaklaşımlarla sınırlandırılamaz. Anayasa, düşüncelerimize ve ifadelerimize sınır çizmektedir ve dolayısıyla ona aykırı şeyler söylenemez demekle doğrudan doğruya ifade özgürlüğü yoktur demek arasına bir fark bulunmamaktadır. Hem Anayasa'nın değişik şekillerde yorumlanması mümkün olabilir hem de ifade özgürlüğü zaten yerleşik ve resmi görüşlerin eleştirilebilmesinin mümkün olduğu yerde ve zamanda vardır. O yüzden, ifade özgürlüğünün sınırını Anayasa çizemez, çizmemelidir. Bir örnek vereyim. Bir vatandaş çıksa, anayasada yer alan sosyal devlet ilkesi yanlıştır dese. Bugünün dünyasında egemen olan sosyal devlet anlayışı devletlerin aşırı büyümesine; devlet iktidarını kullananların kendilerine imtiyaz adacıkları tesis etmesine; bazı vatandaşların pozitif ve bazılarının negatif ayrımcılığa maruz bırakılmasına; fakirlerin ezilmesine; toplumsal dinamiklerin ve tabii dayanışma duygu ve kurumlarının tahrip edilmesine sebep olmaktadır gerekçesiyle mevcut anayasal sosyal devlet ilkesine karşı çıksa. Onun kaldırılmasını veya yeniden yorumlanmasını talep etse. Şimdi bu vatandaş suç mu işlemiş olacaktır? Bunları söylemesi ifade özgürlüğüne girmeyecek midir? Girmeyecekse ülkede ifade özgürlüğünün mevcut olduğu nasıl iddia edilecektir? Son olarak ifade özgürlüğünün kamu yararı için sınırlanması gerektiği tezine temas etmek istiyorum. Pozitif hukukta ifade özgürlüğünün nasıl düzenleneceği ve bireylerin özgürlüklerinin nasıl uyumlu hale getirileceği ayrı bir tartışma ve uygulama konusudur. Ama, hem insanlık tarihi ve hem de ahlak ve siyaset felsefesi açısından bakıldığında ifade özgürlüğünün tesis edilmesinden daha büyük bir kamu yararı olmadığı görülmektedir. O yüzden, Türkiye'de egemen siyasi, bürokratik ve entelektüel iradenin ifade özgürlüğünün açık veya örtülü, doğrudan veya dolaylı olarak nasıl sınırlandırılacağı yerine nasıl genişletilebileceği ve kökleştirilebileceği üzerinde kafa yorması ve mesai harcamasında büyük yarar var. Unutmayalım ki, Evren olayının gösterdiği üzere, egemenlerin de bir gün ifade özgürlüğüne ihtiyaçları olabilir.
- - - - - - -