BEŞ gün süren Umre gezisinde, elimden geldiğince samimi olmaya, orada yaşadığım, hissettiğim her şeyi bütün sahiciliği ile aktarmaya çalıştım.

Şimdi sıra bu gezinin benim üzerimdeki etkilerine geldi.


Yakın çevremde birçok insanın merak ettiği ilk soru şu.

İçkiyi bırakacak mısın?

* * *

Hemen cevabını vereyim.

Hayır bırakmayacağım.

İçki benim hayatımın önemli bir unsuru.

Yoğun ve stresli günlerimde bana iyi geliyor.

Ama kimseye tavsiye etmiyorum.

Fazlasının zararlı olduğunu her fırsatta herkese söylüyorum.

Peki İslam'ın öteki vecibelerini yerine getirecek miyim?

Hayır, namaz kılmaya başlamayacağım.

Oruç tutmuyordum.

Bundan sonra tutmayı da düşünmüyorum.

Kurban kesmek bana çok uzak bir şeydi, uzak kalmaya devam edecek.

* * *

Ben inançlı bir insanım.

Allah'a inanıyorum.

İnançla ilgili en gelişmiş duygum, minnet ve şükretme duygularıdır...

İnancımı Allah'la tek başıma bir ilişki içinde yaşıyorum.

Kızıma din eğitimi vermedim.

Ama, anneannesinden, babaannesinden bazı şeyler aldı ve yabancı bir okulda okumasına rağmen, inancı kuvvetli bir kadın oldu.

Daha da önemlisi, başkalarının inançlarına saygıyı, kişiliğinin çok önemli parçası haline getirdi.

Dinle ilişkimin bu halinden dolayı ne övünüyorum, ne de kendimi suçlu hissediyorum.

Umre ziyareti sırasında, içinde yaşadığım toplumun kültüründe ve kimliğinde çok önemli yeri olan İslam dininin Hac gerçeğini anlamaya çalıştım.

* * *

Bu yazı dizisi dolayısıyla farklı tepkiler aldım.

Önyargılı ve düşmanca yazılanları, söylenenleri bir yana bırakıyorum.

Genel olarak hem samimi laiklerden, hem samimi dindarlardan olumlu mesajlar aldım.

Anladım ki, bir şey, samimi olarak dile getirilirse, insan kendini aynı samimiyet aynasında görüyor.

Yazı dizisi bana bir şeyi daha gösterdi.

Toplumun laik denilen, Atatürkçü kesiminde de çok kuvvetli bir inanç ve Hac duygusu hâkim.

Buna karşılık şunu da öğrendim.

"Dindar" diye bildiğimiz kesim de, bizlerin bu tarafını tanıdıkça bizlere daha açık, daha anlayışlı hale geliyor.

Peygamber Camii'ndeki iftarda bizi aralarına davet eden Türklerin gösterdiği yakınlığı hiçbir zaman unutmayacağım.

* * *

Peki bu ziyaret bende hiç mi iz bırakmadı, hiç mi bir şeylerimi değiştirmedi?

Elbette değiştirdi.

Yukarda söylediklerim bunun bir örneği değil mi?

Bundan böyle inanç olgusuna bakışımda Umre sırasında gördüklerimin, öğrendiklerimin, karşılaştıklarımın, hissettiklerimin bazı olgulara bakışımda etkisinin olacağına inanıyorum.

Ama bu ziyaretin bana verdiği en önemli şey, umut.

Büyük bir umut.

Bu toplumun 200 yıldır çözemediği laik-muhafazakâr çatışmasının mutlu bir konsensusa ulaşabileceği konusunda çok büyük bir umuda kapıldım.

Bu umut, Ahmet Hakan ve Sebati Karakurt'la yaptığımız Umre dizisinin bende bırakacağı en büyük hatıra olacaktır...

Hayalci değilim, bu çatışmanın üç günde bitmesini beklemiyorum.

Ama iddia ediyorum ki, toplumun iki ucu birbirini tanıdıkça, fanatiklerin, kavga ve çatışma rantiyelerinin devri kapanacak.

* * *

Bu yazı dizisinde Ali Bulaç'ın bizimle aynı sayfada yazmayı kabul etmesi, bence başka yerlerde de başka kapıları açabilir.

Oralardaki kapılar açıldığında, görülecek ki, toplumun laikliğe gönülden bağlı insanları da bu buluşmaya hazırdır.

Yeter ki, hepimizin ortak dini, bir zümrenin mülkiyeti olarak kabul edilmesin.