Oy sandığı seçmenin önüne ülkeye siyasi istikrar gelsin diye konulur, oysa Hollanda'da geçen hafta tam tersi yaşandı. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen erken genel seçim bırakın istikrarı var olan eski tabloyu bile aratacak türde sonuçlar doğurdu. 
 
Uzun yıllardır tek parti iktidarlarına hasret ülkede geçen dönem hiç değilse iki ya da üç parti bir araya gelip koalisyon kurabilecek çoğunluğa sahipti. Oysa son seçim bu tabloyu paramparça etti. Şimdi, tek seçenek dışında koalisyon kurmak için en az dört ya da beş partinin bir araya gelmesi lazım. Yaklaşık son on senedir üç partili koalisyonlarla yönetiliyor Hollanda. Bu süre zarfında kurulan ortaklıkların hepsi de süresi dolmadan dağıldı. O yüzden son siyasi tabloya baktığımızda şunu görüyoruz: Bu gidişle ülke en yakın zamanda yeniden seçimlere gider. Yeni istikrar arayışları eskiyi aratır mı bilinmez. 9 Haziran seçimleri çok parçalı siyasi tablo kadar merkez partilerin zayıflamasına ve uçların giderek daha büyümesine de yol açtı. Başta iktidar ortakları Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDA) ve İşçi Partisi (PvdA) olmak üzere anamuhalefetteki Sosyalist Parti'den (SP) kopan kitleler kendilerine yeni liman olarak Wilders ve Liberalleri seçti. Liberaller neyse de Wilders gibi aşırı uçlarda seyredenlerin güvenli liman olarak görülmesi nereden bakılırsa bakılsın anlaşılması zor bir konu. Zaten günlerdir Hollanda'da cevabı aranan yegâne soru da bu: Merkezden kaçan seçmen hangi saikle aşırı sağa gitti?

Seçmen hareketleri detaylı bir şekilde irdelendiğinde Wilders'ın aldığı oyların önemli bir kesiminin Hıristiyan Demokratlar ile Sosyalist Parti'den kaçan kesime ait olduğu görülüyor. Özellikle Limburg ve Brabant gibi büyük şehirlere kıyasla daha muhafazakâr insanların yaşadığı yerlerde Wilders ortalığı silip süpürdü. Bu durumu tek başına ağzından düşürmediği İslam ve yabancı karşıtı politikaların doğal bir sonucu olarak yorumlamak çok da mantıklı değil. Çünkü başta Brabant bölgesinin batı ve Limburg'un doğusu olmak üzere yabancı ve Müslümanların bulunmadığı kesimlerde bile bu siyasi hareket sandıktan birinci çıkmış. Sözüm ona yabancılardan şikayet eden Amsterdam veya Lahey'deki kitlelerin Wilders'a kanmaları anlaşılabilir ama, mesela Volendam gibi turistik amaç dışında yabancıların esamesinin okunmadığı bir şehirde Wilders'ın birinci çıkmasını nasıl yorumlamak lazım?

Seçmendeki bu keskin değişikliğin sebepleri aranırken neredeyse her gün pompalanan 'öteki korkusunun' yanına bir de ekonomik krizi koymak gerek herhalde. Wilders doğrudan liberaller de dolaylı yollardan 'yabancılar olmazsa daha rahat yaşardık' türü söylemlerle seçmenlerin karşısına çıktı. Hatta Wilders seçimden önce işi her bir yabancının ülkeye maliyetini hesaplama noktasına kadar vardırdı. Popülist, günübirlik ve kulağa hoş gelen bu söylemler doğal olarak ülkenin taşrasında rağbet gördü. İçi boş aş ve iş imkanı sunan vaatler bir de 'yabancılardan kurtulacaksınız' sosuyla süslenince ilgi kaçınılmaz oldu.

Aslında bunun ilk işaretleri geçen dönem alınmıştı. Özellikle 2002'den bu yana Hıristiyan Demokratlara oy verip de hayal kırıklığı yaşayanlar benzer gerekçelerle 2006'da Sosyalist Parti'de karar kıldı. Ancak bu partinin aldığı yüksek oya rağmen iktidara ortak olamaması onları yeni adres arayışına itti. İşte Wilders'ın oy patlaması bu arayışın bir sonucu. Ama görünen o ki demirledikleri yeni liman da onlara pek bir şey vermeyecek gibi. Seçim kampanyası sırasında emeklilik yaşının yükseltilmesine kesin bir dille karşı çıkan ve bu konunun 'olmazsa olmazları' arasında ilk sırada yer aldığını dile getiren Wilders, çok değil seçimden bir gün sonra bunun üstüne bir bardak soğuk su içti. Benzer hayal kırıklıklarının daha yaşanacağı tahmin ediliyor. Ama esas kaygılandıran şey yüzde 20'ye tekabül eden bu kararsız seçmen kitlesine ulaşmak için diğer partilerin de Wildersvari yola sapmaları.

 
Kaynak: Zaman