I- Üniversite öğrencisi olduğum yıllarda Ali Şeriati, Mutahhari, Zeynep Burucerdi (Zehra Rahneverd) gibi İranlı yazarları okumaya başladığımda bir hayli sarsılarak öğrenmiş olduğum bir tarihi gerçeklik, Kerbela faciası. Neredeyse ilkokul çağına kadar Alevi köylerinde yaşadığım halde, Kerbela vakasının mesajını öğrenebilmem, İran devriminin ivme kazandırdığı bir öğrenme süreciyle mümkün olabilmişti. Muhammed İkbal’in Hz. Hüseyin hakkındaki özlü çalışması da İran devriminden sonra basıldı Türkiye’de. Bu kitapları okurken büyük anlamın Müslümanlık olduğu bir toplumda yaşadığımız halde, bu facia konusunda hiçbir şey bilmediğimi fark etmiştim. Kapıldığım türlü his ve düşünceyi Hazreti Zeynep etrafında yazdığım küçük kitapta dile getirmeye çalışmıştım.
Muharrem ayında komşular birbirlerine aşure tatlısı dağıtırlar ve bu tatlıyla ilgili de sayısız rivayet anlatılır; başta Nuh’un gemisinde erzak tükenirken çuvalların, kutuların dibinde ne kaldıysa işte o kadarının elverdiğince kotarılmış bir tatlı olduğu şeklindeki rivayet olmak üzere. Oysa Aşura’nın çok da acıklı bir hikayesi var aynı zamanda ve kuşkusuz elinde olan azıcık aşı tevekkül ve maharetle çoğaltarak paylaşma hissiyatının değeri bir yana, o hikaye bize İslam adına, Müslümanlığımız adına örtbas edilmiş pek çok gerçeği ve değeri öğretecek bir güce sahip olmuştur, yüzyıllar boyunca.
Aşura, Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da yetmiş iki yakınıyla birlikte şehit edildiği gün. Kerbela, İslam’ın ölümsüz mesajı bütün berraklığıyla korunsun diye Hüseyin’in çıktığı ölümcül yolculuğun son durağı. Hüseyin, “zalimlerle yaşamak zulmün ya kendisi olacağı için” bu trajik yolculuğa çıkmış ve kelime-i tevhidin “İslami hilafet” görüntüsü altında Şam oligarşisi tarafından çarpıtılmasına, canı pahasına itirazını bildirmişti.
II- Bütün Tahran gece dışarıya dökülmüş sanki. Yıldızları göze göstermez olan petrol karası hava adeta dualarla yıkanıyor, Aşura günü yaklaşırken. Her yaştan insan farklı camilerden gruplar halinde çıkarak mersiyeler eşliğinde Hüseyin’in yasına katılıyor. Her geçen yıl daha da gelişiyor bu merasimler, yeni ritüeller, yorumlar, mersiyelerle. Ben bunu gençlerin de bu yaratıcılık gerektiren yas gösterisine büyük bir aşkla katılmasına bağlıyorum.
Taziye merasimleri Hz. Hüseyin’in şahsında, şer güçlere karşı onun verdiği mücadeleyle kalben bütünleşmenin, onun İslam anlayışıyla bir bütün olmanın göstergeleri.
“Şarkın Şiiri İran Sineması” isimli kitabım üzerine çalışırken taziye merasimleri üzerine geniş bir inceleme yapma gereği duymuştum. Kuşkusuz taziye törenlerinin oyunları, İran sinemasının gelişiminde önemli bir kaynaktır. Bu oyunların teatral açıdan gelişimi sırasında içeriğin, mesajın eksilmesi ise bir kaygı konusu. Şark gazetesinin haftalık ekinde Kum Müfid Üniversitesi öğretim üyesi Seyyid Alirıza Mir Hüseyini de bu kaygıya işaret ediyor: Başta, Hüseyin’in kıyamı konusunda en etkileyici yorumları dile getirmiş olan Şeriati ve Mutahhari olmak üzere İslamcı entelektueller taziye merasimlerini, içeriğine karışan hurafeleri öne sürerek eleştirmişlerdir. Devrim’den sonra da İslamcı aydınlar bu törenleri iptal etmesini beklemişlerdir İmam Humeyni’den. Ancak o, bu merasimlerin içerdiği toplumsal katılım ve paylaşımın öneminin ayırdında olduğu için, törenlerin bir takım aşırılıkları giderilerek sürdürülmesinden yana tavır koydu. Aşırılıklar: Bazen kan akmasına, hatta başların yarılmasına yol açan zincir vurmalar, bazen mezhepler arası ihtilafı körükleyecek şekilde yapılan yorumlar.
III- Kerbela faciası üzerine düşünürken, taze gelişen Müslüman toplumun İslam Peygamberi’nin vefatının ardından o kadar da uzun bir süre geçmeden, İslami siyasetin cahili dönemlerin iktidar yapısıyla bağdaşmasına nasıl izin verebildiği sorusuna da cevap aramaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Hüseyin Hac seferi sırasında Kufelilerin çağrısına uyarak yola düşerken, inandığı değerleri ayakta tutma konusundaki sorumluluğunu her türlü kaygının üzerinde tuttuğunu bildirdi yakınlarına. Onu davet edenler iktidarın baskısıyla bir bir geri çekilirken de yolculuğundan vazgeçmeyi düşünmedi. Çıkmaya hazırlandığı yolculuk manevi planda çoktan başlamıştı çünkü. Yezid iktidarıyla uzlaşması ya da bu iktidarın baskısı karşısında geri çekilmesi söz konusu olamazdı.
Kerbela kahramanları, başta Hüseyin olmak üzere kızkardeşi Zeynep, kardeşi Ebulfazl ve Yezid adına Kerbela kervanının önünü ilk kesen ordu komutanı Hürr, en uygun zamanda takınmaları gereken ahlaki tavır konusunda yerinde ve zamanında bir karar alırken, İslam ümmetinin geleceği için hep aydınlık kalacak bir sahneyi paylaşmış oldular. Aşura mektebi, “Zilleti kabul etmem mümkün değil” diyerek yola çıkan Hüseyin’in dersleriyle açıldı, Zeynep’in Yezid’in baskısı karşısında susup köşesine çekilecek yerde Hüseyin ve yakınlarının Kerbela’da katledilmesinin anlamını açmaya çalıştığı hitabeleriyle sürdü.
“Hürr” derseniz, elinde büyük yetkiler olan kişinin ölümü pahasına makamını terk ederek mazlumların yanında saf tutmasını mümkün kılan bir iman sıçramasını hatırlarsınız. Ebulfazl ise katkısız imanın insan vücudunda gerçekleştirdiği mucizenin adıdır. Yüzyıllar sonra ateist öğretinin silindiri altında ezilmiş Azerbaycan’da dilencilerin, yoksulların dilinden yükselmeye devam eden cesaret ve özverinin adıdır; Ebulfazl.
Aliekber, Rukiyye, hatta Müslim bin Akil …Kerbela mektebinin yetmiş iki şehidinin ve onlara kıyamlarında destek olmuş yürekli insanların her birinin hayatı, apayrı bir ders için açılmaya değer ibretli levhalar sunuyor .O levhaları okurken Hüseyin’in Yezid’le uzlaştığı bir İslam tarihi düşünemiyoruz, bu da bizi “siyasal iktidarın her şey olduğu” görüşünden uzak tutuyor ve ilkeleri korumanın, neye hizmet etiği kuşkulu bir gücü korumaktan daha önemli olduğu tespitine götürüyor. İslam ümmetinin temel sorunları için olduğu kadar modern dönemlerde yaşadığı problemler açısından da Aşura, müfredatı yeni okumalarla açılması gereken bir mektep; her çağın mektebi...